İntikam Sporu
Yorgunluktan, sıcaklardan ve hararetten,” dilim/damağım kurudu” sözünü çok duymuşsunuzdur. Ya midem kurudu diyeni? Benim midem kurudu. Hem de şöyle, böyle değil. Susuz kalmış bahçe gibi, içtiğim suyun haddi hesabı yok. Su içtikçe terliyor, terledikçe daha fazla su içmek istiyordum. Bu kısır döngü içerisinde ne aldığım duşun ne de klimanın en üst seviyede çalışmasının bir faydası olmuyordu.
Can sıkıntısından bir odadan diğerine dolaşıp durmaktan yorulup, televizyonu açtığımda,”son dakika” haberleri veriliyordu. “Meteorolojiden aldığımız bir habere göre; Son on yılın en sıcak Ağustos ayındaymışız. Sıcaktan baygınlık geçirme vakalarının artacağı düşünülerek, birçok sağlık kuruluşlarının yıllık izinleri ertelemiş.” Diyen spiker; boynunu sıkan kravatıyla ve üzerindeki ceketiyle okuduğu haberle tam bir çelişki içersindeydi. Sanki beni duyacakmış gibi spiker ile konuşmaya başladım.”Bu Ülkenin Cumhur Başkanı şortla vatandaşın karşısına çıkabiliyorsa, sen niye kravatsız çıkmayasın ki? Televizyonu kapatıp, daha fazla evde duramayacağıma karar verip, efil efil esen bir çay bahçesi bulmak umuduyla dışarıya çıktım. Küçükken duyduğum ama o zamanlar ne anlama geldiğini çözemediğim, rahmetli babaannemin sözü aklıma geldi. “İpini koparan gelmiş.” Ya da “Işığı gören çıkmış.”derdi. Bu gün de aynen babaannemin dediği gibi ben dâhil ipini koparan dışarıya çıkmış. Hadi ben çıktım, bunca insana ne oluyor da çıkıyorlar? Dışarıya çıkınca çok iyi anladım ki; sıcaklar insanın dilini/damağını kurutmakla kalmıyor aynı zamanda da bencilleştiriyormuş. Bir elimde su şişesi, diğer elimde de; asfaltın sıcaklığının yüzüme yansımasıyla terleyen yüzümü silmek için kullandığım mendil vardı.
Bu kaldırım benim, şu kaldırım senin, itiş/kakış epeyce yol yürüdüm. TEDAŞ ın büyük hissedarlarından olabileceğini tahmin ettiğim bir mağazanın önünde durduğumda, ben diyeyim elli, siz deyin yüz. Bir iki karış arayla tavana döşenmiş bütün ampuller yanıyordu.
Vitrinin önünde beklediğimi gören şık giyimli bir bey beni içeriye buyur etti. Daha yakından bakmamı, fiyat konusunda yardımcı olabileceğini söyleyince, bu kadar çok ışığın yandığı bir yerde mutlaka güçlü klimalar da vardır, biraz olsun serinlemiş olurum diyerek içeriye girdim. Dilimi/damağımı, her şeyden önemlisi midemi bile kurutan sıcakların intikamını birilerinden çıkarmam gerektiğini düşünerek günah benden gitti, buyur etmeseydi dedim. Spot lambaların sayesinde arabaların üzerlerine yıldızlar yağıyor gibiydi. Bütün arabalar,”gel beni al” dercesine parlıyorlardı.
İlk sırada ki arabanın yanına geldiğimizde, görevli arabanın özelliklerini anlattıktan sonra, “Ben şu kırmızı arabayı tercih edin derim. Tam bir bayan arabası, park etmesi de kolay, ful aksesuar değil ama isteğe göre ilave edilebilir. 280 litrelik bagajı, arka koltukların yatırılmasıyla 1150 litreye kadar genişletilebilir. 1.2 litrelik motor serisi, 1,4 litrelik motordan 5HP daha güçlüdür. Jantları da özel tasarımdır. Ayrıca şehir içi kullanım için çok ideal bir arabadır.”
Demek park etmesi kolay? Bu görevli, arabasını yolun ortasına ya da yarısını kaldırıma, yarısını yola park eden erkekleri görmemiş demek ki. Bayanlar büyük arabaları park etmesini bilmiyor sanki de… Arabaların fiyatlarını bile sormaya korkuyorum. Zaten ehliyetim de yok.
Adını dahi bilmediğim bir renkte olan, galerinin ‘en gözde arabası benim’ der gibi parlayan arabanın yanına gidip, sanki çok anlıyormuşum gibi özelliklerini sorduğumda.”O size gelmez efendim. Biraz tuzludur.”deyince, benim alnımda bunun parası yok mu yazıyor? dediğimde görevli çok bozulmuştu. “aman efendim, olur mu öyle şey, beni yanlış anladınız. Özelliklerini düşünürsek o fiyatı etmeyeceğini, sırf rengi için de o kadar parayı vereceğinizi düşünmediğim için…” Kafanım içinde dolaşan tilkilerin haddi hesabı yoktu. Ne yapsam da birilerini sinir etsem diye düşünürken, kayın pederimin tekstilci ve paranın hiç önemi olmadığını söylerken bir yandan da evli olmadığımı anlamasın diye yüzük parmağımı saklamaya çalışıyordum. Zengin olduğumu ima edince görevlinin tavırlarının değiştiğini daha da kibar olmaya çalıştığını fark ettim.”Madem fiyat konusunda bir problem yok, o zaman size şu arabayı tavsiye ederim. Önden buyurun lütfen, şu tarafta.”
Gösterdiği arabanın yanına doğru ilerlerken içimden, kızım Aslı, kafanı kullan kafanı dedim. Burada kalabildiğin kadar kalmaya çalış, ne çay bahçesi aratıyor ne dere kenarı. Klimalar efil efil yerine püfür püfür estikçe insanın ruhu bile serinliyor.”Bu arabamız her yönüyle süperdir. Aksesuar bakımından hiçbir eksiği olmadığı gibi hatta fazlası bile var diyebilirim. İki yıllık kasko ücreti şirketimiz tarafından ödenecektir. 2010 model, henüz alıcısı çıkmadı, belki size nasiptir.”Bunun kırmızısı var mı?”Getirtiriz, sorun değil. Bu arabamız ise 160 HP ve.”Pardon, kusura bakmayın sözünüzü kestim ama ben bu HP den HD den hiç anlamıyorum. Bu özelliklerin benim anlayacağım dilden söylenişi yok mu?
“O zaman ben size şöyle anlatayım. Aksesuar konusunda dediğim gibi herhangi bir problemimiz yok. Geliştirilmiş far sisteminin yanı sıra trafik işaretlerini tanıyan kamera sistemi de mevcuttur. Ayrıca ergonomik koltuk yapısıyla kullanımı çok rahattır. Bu 160 beygir gücündedir ama 140 olanı da mevcuttur.”
Aboo! Diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. Ben iki beygiri bir arada çocukluğumda dedemin at arabasında görmüştüm. 160 beygiri bir arada hayallerime bile sığdıramadım. Vay be… Beygir sayısını düşününce olduğum yerden iki adım birden geriye çekildim.”İsterseniz bir de arkadan görünüşüne bakın. Lütfen şöyle buyurun.” 160 tane beygirin önünde durmak için mangal gibi yürek lazım, en iyisi arkaya geçmek.”Anlamadım, bir şey mi sordunuz? Hayır, sesli düşündüm sadece.
Bir gün iş çıkışında dolmuşa binmek için karşı kaldırıma geçmek istediğim bir sırada, sağ tarafımda park halinde duran arabanın şoförü nasıl becerdiyse geri geri gelip beni çarpması sonucunda sol kolumun kırıldığı günden beri arabalara ve onu kullananlara karşı gıcığım vardı. Arabanın arka tarafında duran görevlinin yanına giderken aklımdan geçenleri sorarsam yine benimle ilgilenir, aynı alakayı gösterir mi diye düşünüyordum ama maksat gıcıklık yapmaksa neden olmasın deyip sordum.
_Bey Efendi, merakımı mazur görün lütfen. Trafik kazalarındaki can kayıplarının ve maddi hasarların, bu arabaların beygir sayılarıyla bir alakası var mı? “Nasıl?... Anlamadım.”
_Beygirlerin diyorum. Beygirlerin sayılarıyla trafik kazalarının bir ilgisi var mı? Zavallım, şaşkınlığını gizlemeye çalışmak istediyse de bunu beceremediği arka arkaya sorduğu“Kaza mı olmuş? Nerede? Beygirleri mi çarpmışlar? Gibi sorularından belliydi. Kahkahalarımla galeriyi çınlatmamak için hem kendime engel olmaya hem de ciddiyetimi korumaya çalışıyordum.
_Ayrıca, bu arabaları almayan gelen müşterilerin ehliyetlerine bakıyor musunuz?”Hayır, bakmıyoruz.”
_Ama olmaz ki, bakmanız lazım, bakmadan olmaz. Aksi takdirde; bilmem kaç beygirlik bir şoförün, yine bilmem kaç beygirlik gücündeki kamyonuyla pazaryerine daldığını, can kaybı ve hasar tespitinin yaklaşık iki saat süreceği gibi haberlerini her gün duymaya devam ederiz. Görevlinin sözümü kesmesine fırsat vermeden ha bire konuşuyor ve konuşmaya da devam ediyordum. Yetmiş beygirlik bir şoföre, 160 beygir gücündeki bir arabayı satarsanız, o şoför, o arabayı nasıl zapt edecek? Tabi ki bir yerlere dalacak. Bunun tam aksi de olabilir, yani; yüz beygirlik bir şoföre, kalkar da 70 beygir gücünde bir araba verirseniz, araba bir müddet gittikten sonra en olmadık bir yerde yorulup durursa, alın size zincirleme bir kaza…
“Ama efendim. Bu arabalardaki beygir gücü dediğimiz şeyin, sizin bildiğiniz beygirlerle uzaktan, yakından alakası bile yok.
_Ha biraz küçük, ha biraz büyük olmuşlar ne fark eder ki? Sonuçta beygir yine beygirdir. Aslında bu kazaların tek sorumlusu ne siz ne de beygirler. Karayolları Müdürlüğünün de payı var. Yollar yol değil sanki köstebek yuvası. Ayrıca Devletin de suçu var. Kaç tane yeni Üniversite açıldı, hiç birine araba satıcılığı bölümü koydular mı? Koymadılar, ama her üniversitede ‘kaldırım mühendisliği’ bölümü mevcut. Yalan mı? Anneler- kızlar, haydin okuma/yazma kursuna diyeceklerine, anneleri kursa, kızları da okula deseler ölürler mi? Kusura bakmayın size kızıyorum ama asıl suçlu Devlet, Devlet… Karayolları Müdürlüğü yolumun üzerinde, mesai bitmeden yetişeyim ki, bir iki çift lafım da onlara var. Arabalara bakmak için başka bir zaman kayınpederim ile birlikte geleyim.
Oh be! Biraz olsun rahatladım. Sıcakların intikamını da aldım. Burada kalmaya devam edersem; bu görevli, beni ya kovacak, ya dövecek ya da kafayı yiyecek(!)
Ben daha sonra tekrar uğrarım diyerek kapıya doğru yöneldiğimde, görevli arkamdan seslendi.
“Hanım Efendi bir dakika bakar mısınız? Kusura bakmayın, ben sizin ne demek istediğinizi şimdi anlayabildim. Evet, bu konuda yerden göğe kadar haklısınız. Bundan sonra şoförlerin ehliyetlerindeki beygir sayılarına bakmadan araba satmam. Tam sizin aradığınız özellikte bir arabamız var, onu göstermeyi unuttum.” Nasıl bir arabadan bahsediyor acaba diye merak ettim ve görebilir miyim diye sordum.
“Arkadaki bahçede duruyor. Önce özelliklerinden bahsedeyim, ilgilenirseniz eğer bakarız. O arabamız da ful aksesuar, sadece hava yastığı yok ama sorun değil ilave ettirebiliriz, jantları özel tasarımdır, iki renkli, bazı yerleri metalik bazı yerleri ahşap görünümünde. En önemli özelliği ise beygir sayısının kullanan kişiye göre değişmesidir. Markası”tabanvay”2009 model ”EL ARABASI”
“El arabası” derken görevlinin gözlerinin içi gülüyordu. Dönüşüm muhteşem oldu der gibi bakıyordu. Can çekişen bir düşmanla savaşmaktansa, gözlerimin içine bakarak konuşabilen bir düşmanı tercih eder ve böyle intikama ancak şapka çıkartırım. Görevliye göz kırparak sağ elimin başparmağını havaya kaldırıp;
İntikam sporunda; Alıcılar ve satıcılar arasında yapılan maç 1-1 eşit olarak bitmiştir deyip çıktım.
nerimank
Eylül/2008/ AYDIN
YORUMLAR
sayın şairim halk dilinde bir deyim vardır acıya bal katmak
derler ya.konu ister kurgu olsun ister gerçek.
bal katmakla kalmamışsınız okuyucuya hadi bundan
ne anladınız,oturun düşünün dediğinizi anlıyorum.
bu yeteneğinizi bir şekilde değerlendirin derim.
ellerinize yüreğinize sağlık. tebrikler şair yüreklere.