Cemil
Her zamanki gibi çok içmiştim, sabah kalktığımda dilim damağıma yapışmıştı susuzluktan, deli yatışlarımda boynum her ters harekette zorlanıyordu bunun sonucunda da dirseğime kadarki bölümü uyuşuyordu kolumun. Erken kalkmak içkili gecelerin günahı gibidir, bir ceza olarak fazla uyutmaz vücut seni, su isteği öküz ölüsünü bile kaldırır yattığı yerden. Bu tip erken kalkmalarda hep yaptığım mükellef bir kahvaltı kurma isteğimin içimde olmayışı, yaşadığım ayrılığın ne tür bir yara olduğuna dair bir kanıtmış gibi geldi bana. İstem dışı nemlenen gözlerimin dalgın ifademe ilişmesinin yarattığı garabetin, zaten önceden hesaplaşması yapılmış şeylerin tekrar sorgulanmasından çok, hoş bir hatırlanma ardından yaşanan melankolik bir safha olması tercihim olacaktı.
Dile kolay tam yedi yıl aynı evde yaşamıştık. Hem de birbirimizi boğmadan, özgürlük alanlarımıza haçlı seferleri düzenlemeden yaşanmış yılların bende yarattığı alışkanlık, kolay terk edilmesi mümkün bir şey değildi. Güzelliklerin onla belirginleştiği köşeler vardı hayatımda, mutlu olunmuş saatlerin ışıttığı, gülme yağmurlarının ıslattığı ahmaklardık yine o köşelerde. Şapşallığa gönüllü, erdeme yakın uslulukta ama yerinde bir afacanlıkla süregelen sabahlar; derinliği sevgimizin gerçekliğine endeksli akşamları, onlar da çocukluğumuzdan bize el sallayan şarkıları çağrıştıran geceleri kovalıyordu.
İkimizin de tükenecek bu güzellik demelerimiz geldi aklıma. Çünkü hayatta hiç bir şey bu kadar iyi değildi, biz de olmamalıydık. Tüm yaşam doğallık peşinde harcanmış zamanımızdı: temiz, durağan sadeliğimizin kanattığı bahçelerimiz dimdik değilse de halen ayaktaydı. O halde bu beraberlik bir gün sona erecekti. Bu saplantı öyle bir hal almıştı ki, yaşananlardan aldığımız tat canımızı yakmaya başlamıştı. Sanki bugünlerde-yani ayrılık sonrası- çekeceğimiz acıyı azaltmak adına, yapay bir tavır takınıp, eğlenme katsayımızı indirgeyecek fitreler peydahlayıp �anı� incitmeyi tercih eder olmuştuk. Hep böyle zamanlarda çocukken söylenen tuhaf şeyler gelir aklıma.
<<çok gülme sonu ağlamakla biter>> benzeri, nerden çıktığı belirsiz safsatalar ile büyümüş yanımız bu anlarda asıl kişiliğimize baskın çıkıyor sanırım. Gerçi kaybedecek şeyi olanlar korkar ve sakınırlar içlerini bile mutlu oldukları anlardan. Sahiplendikçe artar mutsuzluk, kanat gerdikçe yok olur büyütmek isterken alçalttığımız her şey. Çok iyi anlaştığınız bir arkadaşsa sevgiliniz, büyük bir tehlikeyle karşı karşıyasınız demektir. Ne demek istediğini bir bakış, bir mimikle anlatabilmek bize de çok cazip gelmişti ilk başlarda. Oh ne rahattık, benim gibi düşünen, derdimden anlayan, sıkıntılı anlarımı çözümleyebilen birinin aynı zamanda sevgilin olması şu an size de çok hoş gelebilir. Ama inanın ki birkaç yıl sonrasında bu durumun nasıl sıkıcı bir hal aldığına şaşırırsınız. Zaten her ilişkide olan bir şeyin bu şekilde analiz edilmediğinden, �sebepsiz ayrıldık vallahi� yakıştırmalarıyla geçiştirilen bir durum alması kaçınılmazdır. Biraz narsist her bireyin daha uzun sürdürebileceği bu tip beraberlikler, bir müddet sonra bir aynayla mı beraberim hey Tanrım dedirtecek kadar soğuk bir gerçek gibi eğreti durur günün her yerinde.
Anlayacağınız biz sebepsiz ayrılmadık. Çokça hepinize şık gelecek bir geçmişimizin yanı sıra, uyum abidesi bir ilişkimiz de mevcutken sırf bu yukarıda anlattığımın benzeri bir neden vurdu bizi. Şaşırmak her insanın ihtiyacıdır, ben bu ilişkide şaşırmamaya başladığımı ona söylediğim de bile benle hemfikir olan bir kadın boğucu değildir de nedir yahu. Sıkça yapılan bir yanlıştır, şu an sizin birçoğunuzun aklınızdan geçen.
<<dırdır görmemiş bu herif atıp duruyor>> dediğinizi duyar gibiyim. Elbette birbirimize söylendiğimiz anlar olmuştu, hırpalarcasına tartıştığımız gecelerin sonunda o nedense meşhur olmuş sevişmeleri biz de yaşadık. Benim yadırgadığım kişiliği olduğundan tav olduğum bir kadının, sonraları bana hoş görünmek adına veya herhangi bir sebeple şekilden bir itiraz sonrası benimle aynı fikirde oluvermesiydi. Ben benimle aynı görüşte hatta fotokopim kadar benzer biriyle olmaktan çok, dişli bir dişi ile beraber olduğumu sanıyordum. Böyle olduğunu fark etmem her şeyin tatsızlaştığı günlere mi denk geldi, ya da tam tersi mi şu an ayırt edemiyorum.
Bir çay daha içer misin diye kendime sordum. Yalnızlık böyle işte, delilik belirtisi şeylerle boğuşur durursunuz. Ayaklarımı yerden kesen o soluk soluğa günlerdeki sevgimin ihtirasından eser kalmamışken, burnuma tüten neydi ki beni bu kadar eskiye yollayıverdi. Bazen bir koku, bir türkü, bir dokunuş bizi alır gezdirir, eskimiş geçmişimizin sokaklarında. Şimdi ne olmuştu da onu bu denli içten, bu kadar güzel özletmişti. Genelde ayrılığımızın ilk zamanlarında onu hatırladığım anlarda, bende yaratacağı tahribatı azaltma çabasından sanırım; yaşadığımız boğuntulu günleri yanı başına iliştirirdim halen ucu yanık hasretimin. Bu sabahta öyle oldu. Kendimi ağzından salyalar akıtacak kadar onu özlerken yakaladığımda ne yapıyorsun oğlum Cemil dedim, ne çabuk unuttun seni nasıl yok ettiğini. O kadar etkiliymiş ki o acılı anlar, halen oldukça caydırıcı kuvvet olarak sımsıcak duruyorlar zihnimde.
Birkaç kez samimi arkadaşların bizi barıştırma çabaları oldu, inanmayacaksınız ama ayrılığımız yıldönümü olan geçen hafta dahi bu çabaların bir benzeriyle karşılaştım. O bildik toplantılara birbirinden habersiz çağrılan iki savaş insanı vaziyetimiz komikten öte bir tuhaf durum olmuştu. Bir ara bizi koca salonda yalnız bırakma girişiminde onun benle konuşması sağlanmıştı. Sorular soruyordu cevaplarını beklemeden, geceden ne diyeceğini kâğıda yazıp heyecandan onu da yarım yamalak söyleyen hatiplerdeki telaş sesine işliydi. Nerde kaldığımı sorduğunda daha çok anne merakı mı baskındı vurgusuna, yoksa mahcup bir liselinin konu açma çabası mı bilemiyorum. Neden bunları düşündürmesine izin verdim diye kendime ve özellikle de Erdal a (ki müsebbibi odur) kızdığımdan yanaklarım kızarmış olacak ki, sustu. Bu gibi anlarda çok iyi yaptığımı düşündüğüm konu değiştirmenin zarifliğiyle sıyrıldığımı sanıyordum. Benim hakkımda tüm bilgiyi cömertçe harcayan Erdal sayesinde sönmeye yüz tutmuş ondaki ateş körüklenmişti. Abartılı anlatılmış yalnızlığımın ve onun narin ayrıntılarının bu yaralı-ki burası çok görecelidir- kadın tarafından birazda bilinçli olarak kendine yontulmuş olduğunu varsayarsak; başıma gelecekleri kestirmek hiç de zor olmamalıydı. Oysa bana göre bu konu çoktan kapanmıştı. Ama erkek egemen toplumun böylesine elit bir çevreyi dahi kendine benzettiği günümüzde, tüm arkadaşlarım benim halen sevgilimin olmayışını, onu unutamama bağlayacak kadar arabesk olabiliyordu. Şuna emin olun ki, böyle düşünen bir entelektüel sizin sandığınızdan çok daha çetin bir çöpçatan olabiliyor. Aklınıza gelmeyecek yöntemler kullanabildiklerinden, öteki zavallı popülist kadınlardan daha tehlikeli oluyorlardı. Benim de başıma ne geldiyse bu hem kaliteli hem çenebaz, hem de gerektiğinde duyargaları on misli faal olan arkadaşlar yüzünden geldi. Deneyimli avcılar gibi sizi takip ederler ve en zayıf anınızda hayır diyemez bir halinizi bulup, sizi ehlileştirirler. Kendilerine göre siz zaten gerçekleri ayırt edemez durumda olduğunuzdan, onların ki özverili bir yardımdır, siz bunu ileri de anlayacaksınız ve onlara çok minnettar olacaksınızdır diye düşünür durular. Daha önceleri de evdeki eşyanızın yerlerini beğenmeyen bu tip arkadaşlar, sizin itirazlarınızı nazlanma olarak addettiklerinden, sizin bu hallerinizi nazlanma olarak görürler. Asıl sorun sizin bu zayıf halinizle böyle kocaman kararlar almanızın onlarda yarattığı şaşkınlıktır. Üzüntüleri böylesine örnek gördükleri bir ilişkinin bitmesidir. Artık onlarda ayrıldıysa biz ne oluruz telaşı sarmıştır hepsini. Etrafınıza özellikle beş seneden fazla beraber olmuş çiftlerin durumlarına bir bakın. Örnek bir çiftin boşanması ardından sıkı dostların birlikteliklerinde çatırdamalar başlaması, bir tesadüften ibaret değildir. Bu tip yakın çevreler daha önce yapmadıkları bir sorgulama içine girerler ve olanlar olur. İşte benim bu garip arkadaşlarımı saran korku da tam bu yüzdendir diye düşünüyorum.
Kızgınlığımın halen geçmemiş olması ne denli bir derin çukurda debelenmiş olduğumu göstermez miydi? Ne diye beni anlamaya çalışmadan ergen değilmişim muamelesiyle yerime düşünüyorlar ki, dostluk bunun ötesinde bir şey olsa gerek bence-sırf bu yüzden belki dikkatinizi çekmiştir, onlara yukarıda hep arkadaşlarım diye hitap etmişim- dost olamamış iyi birer arkadaşın düştüğü temel yanılgıları ile sevmek zorundaydım hepsini.
Böyle sabahlarda hep yaptığım gibi radyoyu açtım, sunucuları az konuşan ve eski parçalara yer veren bir kanala abone olmuştum bu aralar. Daha yeni olduklarından reklamda yoktu, tüm bu iyi yönleriyle benim gibilerin ilgisini çekmeyi başarmışlardı. Her yaygınlaşan değerin pörsümesi gibi ileride onlarda kalitelerini bozacak ve şimdi bana hoş gelen her yönlerini değiştirmek zorunda kalacaklardı. Onlarda tüketime endeksli bu sistemin istediği tempoya adapte olup, üretilmesi, öğütülmesi kolay belki sırf bu yüzden bile benden saygı göremeyecek ürünlerle çıkacaktı dinleyicilerin karşısına. Fazlaca reklam alabilmek adına, dinleyici sayısını artırabilmek için, vıcıklamış bir Türkçe ile gevşemiş değerlerini temsil edercesine yayılarak program yapan çakma sunucular-ki DJ dedirtiyorlar kendilerine- transfer edip, şu anki formatlarına veda etmek durumunda kalacaklar. O güne kadar benim gibilerin şimdiki bu yayınlardan keyif almaktan başka yapacakları bir şey yok gibiydi. Bahsettiğim DJ gazabına uğramayanınız yoktur sanırım. O anlarda, ben daha önce dinlediğim Ali Poyrazoğlu programlarını anımsayarak, �güzel şeyler halen var� diyerek kendime dayanma gücü veririm. Bu pis saldırılara bazen Adile Naşit gülüşüyle karşı koyarım, bazen de Orhan Boran�ın zekâ içeren nükteleriyle. Çoğu insanın gençliklerini nasılda güzel bir dönemde yaşadığının farkında olmadığını gördüğüm için, her fırsatta kendi yaşıtlarıma hatırlattığım gibi size de birkaç güzel insanımızı anımsatmak bir nevi bana da terapi kıvamında bir hoşluk getiriyor. Bu yüzden benim kullandığım bu kalkanların-eğer yozlaşmış kültür bir mermiyse-, bu antibiyotiklerin- eğer kimliksiz yeni yetme DJ ler birer mikropsa- size de faydası olacağına inanıyorum. Barış Manço�nun yediden yetmişe programını yıllar sonra yayınlayan TRT günah mı çıkarıyor bilemiyorum. Bizim kalkanlarımız geçmişimizde yer etmiş sanatçılarımız, bizi insan yapan tüm değerlerimiz değil mi? Kemal Sunal nasıl içimizden biri olup bu kadar sevildi ki: onun etrafında nice güzel insanın yarattığı Hababam Sınıfı halen bizi güldürüyor, ağlatmıyor mu?
İçimizin temiz olduğu yıllarda yapılan tüm işlerde samimiyet olduğundan, en kalitesiz olanları bile bir hoşluk içeriyor ve yüreğimizi titretiyor. Şimdilerde tüm teknolojik avantajların dahi o atmosferi yaratmaya yetmediği düşünülürse, asıl bugün eksik olanın �iç temizliği� olduğu ortaya çıkacaktır. Üretim yapanlar kadar tüketicilerinde �pis� olduğu bu ortamda iyi iş çıkarmak oldukça zor görünüyor, elbette bu çemberin dışında, engebeli yolları aşmış, başarılı olduğu kadar nerden geldiğini de unutmamış sanatçılarımız var. İşte onlara sahip çıkmanın tam zamanıdır, ipe sapa gelmez lakırdılarla eleştirmek yerine, genele yaptığı katkı göz önüne alınarak davranmak bize yakışan olacaktır.
Bir bardak çay içtiğim bu kısacık sürede aklımdan geçenler, daha önceleri defalarca ve saatlerce tartışması yapılmış şeyler olduğundan insana çözümsüzlük hissi veriyorlardı. Kapı çalınınca şaşırdım, evime kimse gelmediğinden hele bu saatte tuhaf bir durumdu.
Kapıcısı olmayan bir apartmana taşınmış olmam tesadüf değil, tüm faturalarda posta kutusuna konuluyordu, komşularım da birkaç suratsız sohbetimden sonra selam sabahı bile kesmişti. İçime kapanmış kendimi yaşamaya çalıştığım bir dönemde böylesi bir tercihim sakın size benim asosyal biri olduğum fikrini kazımasın. Bunun geçici bir dönem olduğunu söylemekle yetineyim şimdilik, daha sonra fırsatım olursa nice girişken günlerimden dem vuran şeyler anlatabilirim. Dalgın haldeyken kapı bir kez daha çaldı.
Açtım kapıyı, karşıma yedi yıl öncesinden biri çıktı. O zamanlar adını bilmediğim bir renkte bluzu ile göz kamaştıran bir kadın. Onun dalgalı yürürken sizi de peşinden sürükleyecek kadar havalı saçları. Ve inanmayacaksınız şimdilerde ortadan kalkmış o günlerde moda olmuş bir koku çıktı karşıma. O gelmişti, ama şimdiki haliyle değil, ilk tanıştığımız gün üstünde olan kıyafet, saç şekli ve kokusuyla gelmişti. İçeri buyur ettim, hemen bunun planlı bir mizansen oluşu hakkında ne düşünmem gerektiğini düşünmeye başladım. Bu bana sık olur. Durum karşısında karar veremediğim anlarda, olaya dışarıdan bakabilmek adına, tarafsız biri gibi düşünmeye çalışırım. Sessizliğim ona tuhaf gelmeyeceğinden, buna yeterince zamanım olacaktı.
Bu yaptığı hoşluk karşısında yumuşayıp eski günlerden mi konuşmalıydım. Yoksa fazlasıyla hak etmiş olduğu kötü muamelelerime kaldığım yerden devam mı etseydim. Bir yandan da içimden Erdal�a saydırmaya başlamıştım.
Tam da ne yapacağıma karar vermemişken konuşmaya başladı.
<<ben seni unutamıyorum>>
Radyoda çalan şarkı ikimizin susmasına, onun ağlamasına sebep oldu. Konuşmamıza gerek kalmamıştı. Barış şarkılarından biriydi-ki bu kanalı sevmemin nedenlerinden biri Manço�yu hiç unutmamalarıdır- şöyle diyordu şarkının sözleri:
Beni bırakıp gittiğinden beri
Terk edilmiş bir çocuk gibi
Çaresiz dolaştım gecelerde
Sana döndüm yine biliyorum suç bende affet affet beni�
O sabah ikimizde hiç konuşmadık, çünkü şarkı bizim bu durumumuz için yazılmış gibiydi.
Affet beni ne olur affet beni
Yalvarırım soru sorma
Verilecek cevabım yok suç bende
Affet affet beni
Kendi evimde bir yabancı gibi
Çıktım ağır ağır merdivenleri
Kapıyı çalmaya cesaretim yok
Sana döndüm yine biliyorum suç bende
Affet beni ne olur affet beni
Yalvarırım soru sorma
Verilecek cevabım yok suç bende
Affet affet beni Son bir kez seni görmek istedim
Geceler boyu bu anı bekledim
Sana dönmemi istemiyorsan söyle
Söyle gideyim ama önce yine de
Affet beni ne olur affet beni
Yalvarırım soru sorma
Verilecek cevabım yok suç bende
Affet affet beni
Benim katı bir adam olduğumu söyleyenler olmuştur-ben öyle düşünmesem de-. Ancak bu yıllarca sevdiğim kadının böylesi bir güzellikle bana gelmiş olması, tam da geldiği anda bu şarkının çıkması, benim gibi batıl inancı olmayan birini bile etkilemiş olmalı ki karımla-buradan anlayacağınız gibi biz evlendik- doğacak çocuğumuzun adını Barış koymayı düşünmemizi getirdi.
Kasım 2009
YORUMLAR
Öyle etkilendim anlatamam.İkili ilişkilerden, özel ilişkilere kadar değerler çerçevesinde geniş bir persfektiften ele alınmış çok beğendiğim bir yazı okudum.
Akıcı ve duru anlatımıyla her seviyeye hitap edebilecek düzeyde mükemmel bir yazı okudum.
Vakit buldukça bütün yazılarınızı okuyacağım.
Teşekkürler ediyorum paylaşarak ufkumda yarattığınız güzellik için.
Selam ve saygılarımla.