Koridorda son tango
Bir türlü güne erken başlayamıyorum. Geceleri babaannemin masalımsı anlatımları
beni alıp başka bir diyara götürüyor. Bazen düşmanların üstüne en keskin kılıçla
saldıran bir şövalye, bazen de bir masal kahramanı oluveriyorum.
İllada mor ışıklı cin. Babaannem anlata anlata bitiremiyor mor ışıklı cini. Her
defasında allar pullar mor ışıklı cini getirip önümüze koyar. Korkuyla
ürperdiğim zamanlar olurdu. Gece rüyalarımdan hiç çıkmazdı. Kah garip bir varlık
olarak karşıma çıkar, uçurum kenarlarında bulurdum kendimi. Kah bırakırım
korkularımı bir yana, sarılırım mor ışıklı cine. Alır beni uçurur uçsuz bucaksız
gökyüzünde yıldızları dolaştırır. Korkarım, korktuğumdan da korkuyla sarılırım
mor ışıklı cine. Karanlığın içinden öyle bir çıkışı vardır ki yırtar geçer.
Yüreğim ortadan ikiye bölünür.
Dışarıda bir garip ses bazen böler dalıp gittiğim dünyayı. Sıcak yaz
akşamlarının serinliği geçer.
-Kaymaklı dondurma, limonlu dondurmaaaa….
Bazen mısır patlatırız. Yan komşumuz hacıanne gelir, ağır aksak yürür iri
gövdesiyle…Daha dışarıdan gelirken gürültüsü duyulur. Mendiline sardığı
kurşunları döker ortaya. Ocakta sular kaynar ve tepemizde çatır çatır patlar
kurşunlar. Hacıanne başlar anlatmaya: “Kem gözlere gelmişsiniz, ne de çok
düşmanınız varmış, çat diye çatlattım hepsini, kırıldı döküldüler.” İçim
rahatlar. Kem gözle bakanlar çat diye çatladı ya bir garip ürperti kaplar
içimi. Babamdan gizli sigara içerim yan odada, keyifler dört köşe…
Binbir türlü şey kurarım kafamda. Çatışmalar çıkar içimde. Düşmanları haklamış
olmak öyle bir keyif verir ki…Gizli gizli içtiğim sigarayı bile unuturum, odaya
kendisinden saklı içtiklerim dalsa da. Bazen gün nasıl geçer anlamam bile.
Sevdiğimi düşlerim ve düşlerimde kaybolup giderim.
Arada bir üst katımızdaki bekar evine çıkarım, vur patlasın çal oynasın, içim
boşalmış olarak dönerim.
Sabah babaannemin dürtmesiyle açarım gözerimi “-kalk hadi, bir sen kaldın, okul
zamanı, yatma tembel tembel”. Kalkarım aceleyle. Bir bardak çay, birkaç lokma
ekmek. Geç kalırım her zamanki gibi. Aceleyle düşerim okul yoluna, yarı uyanık
yarı uykulu. Ancak birkaç dersten sonra tamamen uyanırım.
Günün sıcaklığı vurmuştur. Düşlerimde bir tay gibi koşmak vardır. Boğuşmak azgın
sularda. Çıldırasıya bir çarpıntı. Dışarıda bir kuş cıvıltısı, kaçıp gitmek
gelir içimden. Koridor boş geçen derslerden çıkanların karmaşası içinde. Kapının
aralığından koridorda yürüyenlere bakıyorum. Daha boyuna posuna bakmadan yanık
yanık birbirini kesenler takılıyor gözüme. Arada bir çarpışanlar…Çarpışmanın
kalpte yarattığı titreşime tutulanlar…Birbirlerinin gözünün içine içine bakarak
çaktırmadan el ele gezenler…Ders serbest olunca nasıl da salıyor insan
kendini…Bazen dalgınca kaçar gibi yapıp bir aşk doğurmaya çalışanlar koridoru
birbirine katıyorlar. Çarpışmanın şiddeti kıvılcımlar çıkartıyor. Her kıvılcımda
yeni bir başlangıcın tohumları atılıyor. Arada bir nöbetçi öğretmen
dolaşıyor…Boşalıyor koridorun azgın akan suyu. Sessiz bir derinlik çöküyor yeni
bir koşuşmaya kadar. Geriye çekilen kalabalık yeniden dönüyor mevzilerine.
Kılıçlar çekiliyor, yeni yüzler çıkıyor sahneye. Hayatının rolünü oynayanlar.
Kimse figüran olmuyor. Herkes kendi oyununun baş rolünde. Herkes kendine yakışan
rolü oynamaya çalışıyor. Babaannemin mor ışıklı cini gelip giriyor koridora,
gülümsüyorum…
Nazmi, elinde bir çikolatayla süzülüyor kapıdan içeri doğru. Yeni bir dalgalanma
oluşuyor. Nöbetçi öğretmen önüne katıp kovalıyor kim varsa koridorda. Çıt
çıkmıyor. Çarpışmadan arta kalan kıvılcımlar bir bir yok oluyor ortadan.
Nazmi ağır adımlarla sıraya doğru geliyor. Ahhh canım ne de çikolata istedi
şimdi. Bir muziplik geliyor aklıma. Gözlerimi boşalan koridordan Nazmi’nin
üstüne doğru çeviriyorum. Elinde tuttuğu çikolatanın ambalajını öyle bir haşır
huşur açıyor ki, dayanılmaz bir istekle doluyor içim.
“-Bir parça da bana ver”. Nazmi’nin gözleri parlıyor. Elindeki çikolatayı
çarçabuk ağzına atıyor. Eliyle de tepiyor, boğulacak neredeyse. Gözüm kalıyor.
Kafamda bir şimşek çakıyor. Nazmiye dönüyorum:
“-Hadi gel kantine gidelim.”
“-Canın mı istedi? “diye soruyor.
“-Hem de nasıl”.
Çıkıyoruz sınıftan. Binbir türlü hinlik geçiyor kafamdan.
Zafer kazanmış bir kumandan gibi nöbetçi öğretmen dikiliyor karşımıza.
-Nereye?
-Hiç hocam oraya, yani kantine…
Ters ters bakıyor yüzümüze. Adımlarımızı hızlandırıp kantine doğru yürüyoruz.
Öğretmenin sesi duyuluyor peşimizden:
“- Koridorda görmeyeyim kırarım ayaklarınızı.”
Aldırmıyoruz. Kantinin önü hıncahınç dolu, çarpışmadan kaçanlar buraya yığılmış
neredeyse iç içe girmişler. Yüreklerindeki kıvılcımlar alev almış.
Gözlerde sevdadan tutuşan bakışlar. Ellerde onulmaz sıcaklıklar. Gülüşmeler,
bağırtılar. Kalabalığı yara yara ilerliyoruz. Bir çikolata, bir tane daha.
Kafamdaki muziplik diriliyor, kapıveriyorum Nazmi’nin elindekini. Hızla
kalabalığın arasına dalıyorum. Nazmi peşimde, dört dönüyoruz koridorda. Nöbetçi
öğretmen düşüyor peşimize.
“-Çabuk buraya gelin!”
Durur muyuz? Bir üst koridor, bir alt koridor koşturup duruyoruz. Sonunda
karışıyor koridorlar. Hah işte kendi koridorumuz bu muydu? Buydu bu…Nazmi nefes
nefese peşimde. Öğretmenin sesi yankılanıyor koridorda…Acele ediyorum. Neredeyse
Nazmi yakalayacak beni ve yiyemeden elimden alacak çikolatasını. Oysa onun
çikolatasını yemek ne büyük zevk. Bir iki üç sayıp dalıyorum sınıfa. Arkamdan
Nazmi gelecek.
Aceleye yerime oturup açmaya çalışıyorum elimdeki çikolataları. Haşır huşur bir
ses çıkıyor. Yanımdaki:
“-Oğlum ne yapıyorsun?” diyor. Aldırmıyorum. Görmüyor musun, çikolata yiyorum.
Konuşturma da bir an önce bitireyim, neredeyse Nazmi dalacak sınıfa…Beni
kaybetti mi ne? Sınıf da ne kadar sessizleşmiş…Yanımdaki yeniden dürtüyor beni.
“-Ne dürtüyorsun? Bir parçasını olsun vermem, hepsini ben yiyeceğim.”
“-Oğlum hoca var sınıfta”
“-Hadi be sende, ne hocası?”
“-Senin ne işin var burada, kendi sınıfına git”.
“-Asıl sen git kendi sınıfına, benim sıramda ne işin var, çık buradan…”
“-Ya hocam…”
“-Bırak oğlum hocayı…”
Elimdeki çikolata açılıyor, aceleyle ağzıma götürüyorum. Elim havada donup
kalıyorum. O da ne?
Hoca elinde tebeşir beni seyrediyor, tahtada iskelet profilleri, bütün yüzler
bana dönmüş…İçimden “eyvah!!! Yanlış sınıfa girmişim” diye söyleniyorum. Hoca
bir süre donmuş bir şekilde bana bakıyor. Belli ki o da şaşkın…Tam da dersin
ortasında olacak şey mi şimdi bu. Herkes derse konsantre olmuşken densizin biri
çat kapı içerde. Elinde ne idüğü belirsiz bir nesneyle, alelacele, kahkahalar
atarak kimseye aldırmadan sıraya oturuyor. Hocanın yüzüne bakıyorum, okuyorum
sanki içinden geçenleri. Elimde çikolata öyle donup kalıyorum. Yavaşça ayağa
kalkıyorum. Bir garip yüzle bana bakan hoca tebeşirli elinin tersiyle “git”
işareti yapıyor. Kalbim küt küt atıyor, sıradan çıkıyorum. Tebessümle bana bakan
yüzlerden gözlerimi kaçırıyorum. Ter boşalıyor…Sınıfın kapısına kadar utanç
içinde ilerliyorum. Tokmağa dokunup kapıyı açıyorum. Geri dönüp: “-hocam…”
diyorum, sesim kısılıyor. Hoca karşılık vermiyor, hala donuk bir yüzle bana
bakıyor. Çıkıp gidiyorum. Koridorda bekleyen Nazmi’yi görüyorum.
Bir çikolata uğruna bak neler oldu.
“-Elimdekini kapıp kaçmasaydın bunlar olmayacaktı, arkandan bağırdım ama
nerdeeee…Eee anlat bakalım ne yaptın orada? Yedin mi çikolataları?
Omuzumu silkiyorum. “Bırak yakamı…Ne gündü ama, şimdi hoca sınıf sınıf anlatır
beni, meşhur olduk gitti…Dur bakalım bizim sınıfa gelince ne anlatacak?”
Uzaktan bizi arayan nöbetçi öğretmen görünüyor. Teneffüs zili imdadımıza
yetişiyor. Kayboluyoruz koridorun kalabalığında…
Alper Kar
Mart 2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.