7-ÇuKuRun ÇAPI VE DERİNLİĞİ ?
MASSiMO NUN ORHAN VELi iLE iLGiLi YAZI DiZiSi- VARAN 7
“Kırık taşlara bakıp
Işıklı bir asfalt düşünmek
Acaba yalnız
Şairlere mi mahsus? ”
ORHAN VELİ KANIK
Bu, bir devrin öyküsü… Sadece ÇuKuRun içine değil, etrafına da bakmamız gereken… ÇuKuRu kazanların küreklerindeki çamuru da görmemiz gereken bir devrin öyküsü…
Tarihimizde olanları yeteri kadar biliyor muyuz? Olanlar arasında bir bağ kurabiliyor muyuz? Ya da olanlar arasında bağ kuranlara paronayak damgasını vurup, işin içinden sıyrılmayı mı seçiyoruz? Düşünmüyor, sorgulamıyor, her şeyi olan biçimiyle kabulleniyor muyuz? At gözlüğüyle bakmak daha mı kolay geliyor bizlere? Eğer düşünmüyor, sorgulamıyor, at gözlüğüyle bakıyor ve kabulleniyorsak her şeyi, tam da istenilene uygun bir insan tipi olmuşuzdur…
Yarım asrı geçkin süredir; yolumuzun üstünde peydahlanıverecek ÇuKuR tehlikesiyle burun burunayız…
Orhan Veli, kız kardeşi Ferüzan Yolyapan’a “Hadi, ölmecesine Çankaya’ya yürüyelim (!) ” dermiş… Yine Ankara’da yürürken, açılmış bir ÇuKuRun ölümüne neden olacağını bilmeden…
Sartre’ın “Saygılı Yosma” adlı eserini Türkçe’ye çevirmiş… Sahneleneceği için Ankara’ya gitmek zorunda kalan Orhan Veli, İstanbul’a döndüğünde pantolonunun sağ paçasını sıyırarak kız kardeşine yaralı bacağını göstermiş, “Kanalizasyon yapılıyormuş. Çukura düştüm. Orada kalsaydım, gazeteler ‘Orhan Veli ÇuKuRda öldü’ diye yazacaklardı.” Diyerek gülmüş…
Henüz 36 yaşındaymış Orhan Veli bunları söylediğinde ve ÇuKuRa düştüğü 10 Kasım (!) tarihinden dört gün sonra, BEYİN KANAMASI sebebiyle yaşamını yitirmiş! ..
Önce “alkol zehirlenmesi” demişler ölüm nedenine… Sonra otopsi yapılmış: BEYİN KANAMASI...
İşte, düştüğü/düşmesine neden olunduğu ÇuKuRla ölümü arasındaki bağlantı da bu noktada başlamakta…
Orhan Veli içtiğini inkar etmezdi… Ölümüne “alkol” damgasını vurarak ÇuKuRun suçsuzluğunu ispatlamaya çalışanlar oldu… Belli ki ÇuKuR suçluydu…
Şimdi önemli olan o ÇuKuRun DERİNliği…
ÇuKuRun DERİNLİĞİ
ÇuKuRun derinliğini ölçmek ve içinden çıkanların ne olduğunu görmek için, o günlerde neler olup bittiğini anlamamız gerekmekte…
Adnan Menderes, 22 Mayıs’ta mecliste okuduğu hükümet programında “millete mal olmuş” inkılapların “mahfuz” tutulacağını belirterek şöyle demiştir:
“Demokratik inkılâbımızın bugüne kadar elde edilmiş neticelerini mahfuz tutmakla kalmayıp Anayasada vatandaş hak ve hürriyetlerine ve millet iradesine dayanan istikrarlı bir devlet nizamını teminat altında bulunduracak esaslı tadiller hazırlayıp huzurunuza arz etmek kararındayız...Bununla muvazi olarak, kanunlarımızda itiyatlarımızda ve telâkkilerimizde tek parti devrinden arta kalan ne varsa tam olarak tasfiye edeceğiz. “ (TBMM Tutanak Dergisi, 1950: 30)
DP hükümeti, hürriyetler doğrultusunda seçim beyannamesinde olmamasına rağmen Arapça ezan okunmasını sağlama zaruretini hissetmiştir. (Ulus Gazetesi, 1950: 1)
4 Kasım 1950’deki Bakanlar Kurulu tarafından dini eğitim sistemini değiştirilmiş ve yeni durum MEB’nın 7 Kasım 1950 tarihli ve 2949 sayılı genelgesiyle de tüm valiliklere bildirilmiştir. (AYHAN, 1999: 125) Yayınlanan bildiride Bakanlar kurulu kararı gereğince 1950-1951 ders yılından itibaren ilkokulların 4 ve 5’inci sınıflarında okutulacak din dersleri hakkında toplanan İlmi Heyet’in çalışmalarına dayanarak Bakanlar kurulu tarafından da kabul edilen ve Bakanlıkça yayınlanan genelge şu şekilde olmuştur.
1-Türk çocuklarının diğer ihtiyaçlarına olduğu gibi dini ihtiyaçlarına da cevap vermek üzere2- Bakanlıkça bastırılmış olup 1950 ders yılı kitap listesine alınmış olan ilkokul din dersleri kitapları şimdilik uygun görülmüştür.
3- Bu hususta öğretmenlere rehber olarak bir kitabın hazırlatılması kararlaştırılmıştır.
4- Çok öğretmenli ilkokullarda din derslerinin bu dersleri bilhassa okutmak isteyen öğretmenlere verilmesi, bunlar da çok olduğu takdirde içlerinden daha yaşlılarının tercih edilmesi muvafık bulunmuştur.
Genelge 20 Kasım 1950 tarihinde 2-2061 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. (MEB Tebliğler Dergisi, 1950, 116)
Memleketin içinde bulunduğu ve ÇuKuRla ilgili olduğunu düşündüren gelişmeler bunlardır… Doğaldır ki, tüm bunlar olurken, karşıt gruplarda ateşli tartışmalar olmuştur…
Celal Bayar’ın kanun tasarısında hükümetin yanında yer alması tepkilere neden olmuş zira eski milletvekillerinden Refet Ülgen (Urfa) Bayar’a yazdığı mektupta düşüncelerini şöyle ifade etmekteydi:
...Bu bir gerilemedir. Atatürk’e aziz arkadaşlık yapmış olan büyük varlık buna engel olmalı idi...Halbuki ezanın ezanın Türkçe okutturulması bir inkılaptı, Atatürk’ün yaptığı bir inkılaptı. Bunu tekrar arapçaya çevirmek, bir gerileme yeni bir irtica olmaz mı? (BCA; 1950: 2)
“YAPRAK” FİKİR SANAT GAZETESİ
15 günde bir yayınlanır… Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden kişi bizzat Orhan Veli’dir…
15 Haziran 1950’de 28. sayısında başmakale “Yağmurdan Doluya” adını taşır ve el değiştiren iktidarın Atatürk ilkelerini tasfiye ederek, kendisini iktidara taşıyan zümrelerin hoşuna gideceği esaslara hizmet edeceği ana düşüncesini taşır…
“Yağmurdan Doluya”, cesurca yazılmış bir makaledir… Bununla da kalınmamış, Orhan Veli hemen yanındaki sütunda “Ezan” başlıklı yazısını yayınlamıştır…
“Ezan” alaycı bir girişle başlayıp, ciddi uyarılarla devam eden bir yazıdır… Bir çok kişinin hoşuna gitmeyecek denli, suya sabuna dokunur bir nitelik taşımaktadır…
“Yaprak” gündemi bu iki yazıyla yorumlayarak, yan sütuna da Metin Eloğlu’nun “Zurnanın Zırt Dediği Yer” adlı şiirinin sonunda da,
“Ha şöyle / Düşünmeye alışın” der…
Orhan Veli, aynı sayılı “Yaprak” gazetesinin ikinci sayfasında “Ezan Üstüne” adlı yazısında şöyle diyor: “Her anlayışla birlikte suç anlayışı da çağdan çağa, ne kadar değişiyor! … Çağın bu kadar çabuk değişeceğini bilseydi Kubilay kafasını verir miydi? ... Maksat, seçimlerden önce bir avuç geri kafalı insanı avlamak için verilmiş bir sözü yerine getirmek…”
İşte bundan sonradır ki, o bir avuç insan büyüdü, büyüdü…
Şimdi durup düşünelim biraz…
Orhan Veli’nin önüne çıkan ÇuKuR, suçsuz muydu?
ÇuKuR kazılırken, içinden neler çıktı?
Kasım tarihli ölümlere (!) alkol damgası vurularak, “ cezasını buldu” anlamında bu ölümler neden meşrulaştırıldı?
Bu bağlantılara dikkat edip, yorumlamaya çalışanlara neden “paronayak” teşhisi konulmakta?
ÇuKuR suçluydu…
Orhan Veli susturulmalıydı…
Düşünen değil, kafa sallayan bir topluma hükmetmek daha kolaydı…
Gözler boyanmalı, ardından herkesin kafasına bir at gözlüğü takılmalıydı…
İnsanlar hep en ince yerinden avlanmalı, eğitimde reform denilerek minicik çocukların beyinleri yıkanmalı, neferler yetiştirilmeliydi…
Yaptılar… Başardılar…
ÇuKuR kazılırken, içinden yılanlar çıyanlar çıktı… Entrikalar, sinsice planlar… Sonra devredildi kürekler bir başkasının eline, çamuru hiç kurumadı…
Düşünen, sorgulayan, yorumlayan, yazan herkes susturuldu…
Hiçbirinin kim tarafından, neden susturulduğu bulunamadı ama bilindi…
Ucu, kendi kişisel çıkarlarına dokunmayan hiçbir düşünceyi dinlemediler…
“Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.” Dedi Orhan Veli…
Işıklı bir asfalt düşünen Orhan Veli, yolun ortasına açılan ne idüğü belirsiz bir ÇuKuRun DERİNliğine gömüldü…
“Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hala yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil;
Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.” Dedi Orhan Veli…
1- BELEDİYE NİN o ÇuKuRun KAZILMASI İÇİN VERDİGİ EMİR TUTANAGI; tekrarlıyorum; emir tutanağı,TARİHİ; EMRİ VERENLERİN TESPİTİ VE BAGLANTILARI.
2-Düştüğü ÇuKuRun ENİ,BOYU,ÇAPI ve DERİNLİGİNE ait SAYISAL BİLGİLERin ve daha sonra o çukurun tekrar ne zaman ve ne şekilde kapatıldığının araştırılması vs.
Kaynak: www.antoloji.com/ender_sezer
Devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.