- 725 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
206 - İLK AYRILIĞIMIZ
Onur BİLGE
Gözlerin darıldı, gideceğimi anlayınca. Son gündü... Araba bekliyorduk. Sen yağmura yakalanmıştın, sırılsıklamdın! Saçların alnına, gömleğin sırtına yapışmıştı. Pantolonunun paçaları, ayakkabıların ıpıslaktı. Birden bire serinleyivermişti hava. Hafif bir rüzgâr vardı. Muhtemelen üşüyordun. Aldırmıyor, yavaş yavaş yürüyordun. Yeri göğü bir araya getiren ani bir yaz yağmuru sonrası, yolları sel götürüyordu!
Kapının önündeydik. Bavullarımız yanımızda... Gideceğimizi anlamıştın. Ne kadar ayrı kalacağımızı bilmiyordun. O sırada bir komşu genç geçiyordu, sokaktan. Acele acele gidiyordu. Oralarda oyalanmak istediğin için olmalı, selam verdin ve lafa tuttun onu. Saçak altında epey konuştunuz.
Bir ara takıldı, gözlerin gözlerime; bakışların küskündü. Ayrılık hüznü çökmüştü, içlerine. Karamsarlık ve ümitsizlik büyüdükçe büyüdü, göz bebeklerinde! Gülemiyordun.
Epey sonra uzaklaştı, arkadaşın. İyice üşümüştür, eminim. Islanmış olmadığımız halde üşüyorduk. Hastalanacaktın, umursamıyordun. Oralarda oyalandın, bir süre daha durdun. Sessizdin. Dalgın… Her şeyini yitirmiş gibiydin, bir anda!
Acelesiz adımlarla içeriye doğru ilerledin. Omuzların düşmüştü. Bilinçsizce yürüyordun. Sanki kimsesizdin, susuzdun, açtın. Galiba üşüdüğünü duymuyordun. Elinden en sevdiği oyuncağı alınmış bir çocuk gibi huysuz ve son derece huzursuzdu gözlerin; üzgündü. Sanki dündü.
Bir gözlerin kaldı, aklımda. Aklıma çakılmışçasına!.. Gözlerindi, harikalar diyarında, bin bir gece masalları tadında bin bir duyguyu yaşatan; duygu duygu gezdiren, diyar diyar dolaştıran...
İlk ayrılığımızdı. Son dakikalarımızdı. Biraz sonra bulamayacaktık birbirimizi, ne kadar arasak da, hayallerimizde bile... Hayalini nakış nakış gözkapaklarıma işlediğimi sanıyordum, beynimin arşivindeki ait olduğu dosyayla, asla unutmayacağımı sandığım bir yere yerleştirdiğimi, hafızama kazıdığımı... Nerden bilebilirdim, telaşımın onu saklayacağını, hafızamın elinin ayağının birbirine dolaşacağını ve hayalini bir türlü bulup getiremeyeceğini, gözlerimin önüne!.. Şimdi sensizliğin yanı sıra, hayalinden de mahrum kalmanın ıstırabı içinde kıvranmaktayım. Günleri iple çekmekte, Bursa’ya bir an önce dönmek istemekte, zamanı kısaltmak amacıyla deli gibi yazmaktayım!..
Yüzün donuklaşmıştı, matlaşmıştı. Gözlerin donmuştu. Bakışların soğuktu, buzdu! Köşeyi dönerken, yavaşça döndün. Öksüz bir çocuğun bakışlarıyla yüzüme baktın. Gözlerin gözlerime son kez sarıldı. Göz kapaklarım düşüyordu. Gözlerim üşüyordu.
Bir gözlerin kaldı, hatırımda. Yüzün temelli silindi, yok oldu. Gözlerindi, bin bir duyguyu yaşatan. Gözlerin gözlerimi yaşartan, aydınlığıyla beni yaşatan...
Gözlerin geceydi. En karanlık gecelerden daha karanlıktı, güpegündüz. Daha bir sıcaktı, sıcacıktı. Buz tuttu, bir yaz yaz yağmuru sonrası; ayaza çekti. Çaresizdi. Buğulu, suskun, durgun... Sorularla doluydu bakışların. Cevapsız kalmaya mahkûm sorularla... Arabanın geldiğini, bindiğimizi gördün mü bilmiyorum. Belki merdivenlerdeydin o zaman. Pencere çıkmanı bekleyemedim. Son bir kez daha bakmaya sana ve veda etmeye... Mecburdum gitmeye...
Bir gözlerin kaldı, hatırımda. Yol boyu kayalarda taşlarda belirdi, doya doya seyrettim. Ormanlardan geçerken hızla geçti ağaçlarla. Birbiri ardınca yok olan kilometre taşlarıyla yarıştı. Birer can bıraktım, her kilometre taşına!.. Ey, Kaşını Gözünü Yaratan’a kurban olduğum! Senin en güzel özelliğin; inancındı, imanındı!
Gözlerindi, bin bir duyguyu yaşatan, doyamadığım. Yerine başka hiçbir şey koyamadığım!
Durakladığımız her yerde yanımdaydın. Eskişehir’deki garajda, herkes biraz sana benziyordu. Bazen karşıma çıkan birisini sen sanıyordum, aldanıyordum. Bir an sürüyordu sevincim. Çok uzaklarda kalmıştın, biliyordum. Yine de herkeste seni arıyordum.
Birileri konuşuyordu, otobüste. Hayal âleminden uyanıyordum, ansızın; sesin geliyor sanıyordum, konuşan sen değildin. Uyuyuvermişim, bir ara. Gerçek gibiydin. Yanımdaydın, yanı başımda... Antalya’ya birlikte gidiyorduk. Sağımdaydın; sakin, sessiz ve son derece güven veren bir ruh haliyle. Başımı sol omzuna yaslamışım, uyukluyordum. Hiç dokunmasınlar istiyordum, sana da bana da ve yol hiç bitmesin! Rüya olduğunu bilmiyordum. Bir kasise girmişiz, sarsıntıyla uyandım. Gayrı ihtiyari sağıma baktım. Annem vardı. Arkasına yaslanmıştı. Başım omzundaydı. Rahatsız etmemek için geriye çektim. Birkaç dakikalık bir ikramdı, rüyamda yaşatılan. Mutluluğu, huzuru hâlâ içimdeydi. O birkaç dakikalık mutluluk, yeryüzündeki tüm mutlulukların toplamına eşitti. Nihayetinde düştü; uyandım ve yine payıma yalnızlık düştü ama olsun! O birkaç dakikalık sanal beraberlik, dünyalara değerdi!..
Afyon’da da mola verdik. Sonra Burdur’un garajında... Çocukluğumda anneannemle gittiğimiz, tefekkür ettiğimiz, şakalaştığımız mezarlığın yanındaydık. Hayatla ölüm arasında, sadece mezarlığın alçak duvarı vardı. İnsan hayatı, ne kadar da aldatıcı, ne kadar da kısaydı!
Derin bir nefes aldım, ölümden!.. Uzaklardan çamlığa baktım. Diplerinde yatanların yerine yaşamaktaydılar. Onlar yataydı, servilerse inadına dik... Duvarın bir tarafında sessizlik hüküm sürüyordu; sükûnet, gizem, sır içi sır... O sır çözülememişti, ezelden beri; kim bilir kaç asır...
Yan yana yatıyordu içinde, Burdur halkı. Erkeği, kadını kızı yan yana... Birbiri üstüne gömülmüştü insanlar; çürüdükçe ve yok oldukça bedenler, cesetleri yedikçe yer... Kim bilir ne kadar kalabalıktı! ‘Çıt’ çıkmıyordu, o tarafta.
Bu taraf kırış kıyametti!.. Gelenler gidenler, inenler, binenler, alışveriş edenler... Araba gürültüleri, insan sesleri, muavinlerin anonsları... Kısacık bir çay molası...
Kısacık bir çay molası kadardı, hayatlar. Geldiğimiz gibi gidecektik.
“Haydi, vakit tamam!..” diyecekti zamanı sayan.
Sessizce kalkan otobüse binecektik. İtirazsız, temyizsiz... Yavaşça hareket edecekti. Geride kalacaktı hayat, dünya, sevdiklerimiz... Bursa’dan ayrılırcasına kopacaktık, hayattan; bir daha geri dönmemecesine!..
Çocukluğum canlandı, gözlerimin önünde. İlk gurbete çıkışım. Hasreti ilk tadışım... İlk haksızlığa uğrayışım, yalancılıkla itham edilişim... O kahrolası kocaman para, o on lira canlandı, hayalimde... At nalı kadar büyük para... Sonra anneannemin parlak siyah, bükümlü kumaştan ağır mantosu... Mantosunun dört parmak dışa kıvrık kolçağı, arasına saklanan nal dibi para... Burdur’da güzel anılarım da vardı. Hayatımda derin bir yara izi bırakan, uğradığım o talihsiz iftiraydı!.. Ya o akşam o para bulunmasaydı!?..
Vay, o mazlumların haline!.. O hapishanelerde haksız yere yatan, iftiralara uğrayanların haline!.. Ne deseler kimseyi inandıramazlar, söylediklerine! Çünkü bir Allah bilir, gerçeği ve sadece kendileri ama anlatamazlar ya dertlerini; nasıl da kıvranırlar, kapana kısılmış fareler gibi!..
Burdur, o çok kötü anımdan ibaret değildi. Senin kentindi, her şeyden önce. Doğup büyüdüğün, okuduğun yerdi. Hem çocukluğumun dört ayını yaşadığım ildi.
Oluklaraltı’na baktım, hizasından geçerken. Sakarya İlkokulu’nun bulunduğu tarafa... Anneannemin evi oradaydı. Anneannem de hâlâ orada... Bıraktığım gibiydi. Çocukluğum ne kadar hızla geçip gitmişti oradan! Otobüsle geçer gibi...
İnsan hayatı, ayrılıklarda bitmez tükenmezdi! Zaman ağırlaşır da ağırlaşır, vakit bir türlü geçmek bilmezdi! Normalde hızla geçmekteydi!
Nerdeydi çocukluğum? O küçük bir tahta kalem kutusuyla, dünyalar benim olmuşçasına mutlu olduğum; matbaa mürekkebi kokulu kitaplardan masallar ve öyküler okurken, yaşanan hayatların içlerine girerek, geri gelmek istemediğim zamanlarım? Öğretmenimin eve taşıdığı; büyük ebatlı, rengârenk, resimli, parlak, iri ve tane tane yazılı kitapların kapaklarını açar açmaz harikalar diyarına gittiğim, diyar diyar dolaştığım günlerim nerdeydi? Hey gidi çocukluğum, hey!.. O zamanlar da hayat camın dışında yaşanmaktaydı ve ben hep pencerenin içindeydim. Bebekliğimde ve ilk çocukluğumda da öyleydi. Pencerenin içinden seyretmekteydim yaşananları. Beş yaşımla ilk gençliğimin arası yaşadım, doya doya, kıyasıya, Düzlük’te. Sonra ambargo kondu, hayatıma. Özgürlüğüme el kondu. Liseyi bitirinceye kadar evimizin bir odasında geçti en güzel yıllarım. O günden bu güne ne değişti? Reşidim artık. Özgürüm ama yine pencerenin içindeyim. Hayatım, yani sen, pencerenin dışındasın ve sanırım hep dışında kalacaksın. Şimdi de konuşmaya yasak kondu. Bakmak da yasak aslında ama ihlal etmek zorundayız. Yoksa yaşamamızın anlamı kalmaz. Hayatımızın tadı tuzu... Görüntüye de razıyım, hiç yoktan iyidir, yine. O kadarcık mutluluğa da razıyım, doğrusu.
Acaba neresinde yaşadın, bu şehrin? Doğduğun, yaşadığın ev ya da evler nerdeydi? Hangi okulda okumuştun ilkokulu, acaba? Aynı okulda mıydık yoksa? Yerlerde ayak izlerin var mı?
Dokunduğun ağaçlar yeşerir miydi? Çiçeklenir miydi, değdiğin gül fidanları? Kim gösterebilir bana onları? Belki de hiç öğrenemeyeceğim bütün bunları. Sana hiç soramayacağım. Düşleyeceğim sadece hep böylesine, hayal edeceğim. Seni hep uzaklardan seveceğim. Aynı kentte olsak bile... Aramızda yirmi metrelik bir mesafe kalsa bile... Bu dilsiz oyunu tek düze sürecek, anlaşılan. Böyle gelmiş, böyle gidecek...
Bir gözlerin kaldı bende. Gözlerin sırdaşım, arkadaşım; korkunç yalnızlığımda... Yokluğunun avuntusu, özlemin ilâcı; iyiye, güzele, doğruya rehber, dürüstlük örneği, aşkın özeti...
Gözlerin, unutamadığım! Gözlerin en çok özlediğim! Gözlerin, gözlerin!.. Mutluluğum, her şeyim! ..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 206
YORUMLAR
Bir ara takıldı, gözlerin gözlerime; bakışların küskündü. Ayrılık hüznü çökmüştü, içlerine. Karamsarlık ve ümitsizlik büyüdükçe büyüdü, göz bebeklerinde! Gülemiyordun.
ayriligin anlarida zor bir kac günlük bir gidis icin olsa bile.
yerini özlem aliyor özlemler dahada güclendiriyor sevgileri.
Gözlerin geceydi
Daha karanlıktı, güpegündüz.
Daha bir sıcaktı, çaresizdi
Buğulu, suskun…
Bir gözlerin kaldı, hatırımda
Gözlerindi, bin bir duyguyu yaşatan.
cok güzel di.cok duygu dolusun sen.
yüregine saglik.sevgim sonsuz
Muhtesemdi Can! Aglamamak icin zor tuttum kendimi..okurken hep "Neden?" dedirttiren, düsündüren, hissettiren..
Peki neden Can? Neden hic olmazsa, mektup yollamadin ona? Karsi karsiyaydiniz. Gözlerinizle, yüreginizle konusuyordunuz..Keske yüreginizden gecenleri kagida aktarma sansina sahip olsaydiniz..
Belki o zaman hersey cok daha farkli olabilirdi???
Vay, o mazlumların haline!.. O hapishanelerde haksız yere yatan, iftiralara uğrayanların haline!.. Ne deseler kimseyi inandıramazlar, söylediklerine! Çünkü bir Allah bilir, gerçeği ve sadece kendileri ama anlatamazlar ya dertlerini; nasıl da kıvranırlar, kapana kısılmış fareler gibi!..
Yazı yine çok güzeldi.
Allah mazlumların yanında olmasa bu hayat çekilmez...
Kutluyorum.
Sevgilerimle...
Bir gözlerin kaldı bende. Gözlerin sırdaşım, arkadaşım; korkunç yalnızlığımda... Yokluğunun avuntusu, özlemin ilâcı; iyiye, güzele, doğruya rehber, dürüstlük örneği, aşkın özeti...
Gözlerin, unutamadığım! Gözlerin en çok özlediğim! Gözlerin, gözlerin!.. Mutluluğum, her şeyim! ..
Ayrılıklar,insanı olgunlaştırır üstadım.İyiki bu acıyı tadmışsınız.Sayende bak ne güzel öyküler okumaktayız...
Ben de ayrılıkların en acılı olanlarından geçtim...İyiki geçmişim...
Yüreğine sağlık...İyi ki varsınız...
saygım ve tüm sevgilerimi çiçeklerle sayfana bırakıyorum...
selamlar...
ayhansarıkaya tarafından 10/31/2009 8:29:55 AM zamanında düzenlenmiştir.
YAKINDA ÜNİVERSİTEYE BAŞLAYACAK DURUMA GELDİ AMA, SEVDA DUMANI KAPLAYAN BAŞINI KALDIRIP TA, BİR CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMALARINA KATILAMADI İDEAL ÖĞRENCİMİZ HALA. CUMHURİYET İPTAL Mİ EDİLMİŞTİ YOKSA YAŞAMINDA ? SEKSENALTI YILDA BİR KEZ OLSUN UĞRAMADI MI CUMHURİYET O TARAFA ? DÜŞÜNÜYORUM. SAYGILARIMLA.