- 895 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bhar kokulu bir kadın 8
Ağzı neredeyse kulaklarına varmıştı sonradan iyi dost olacağımızı hissetti sanıyorum…
Saatin zili her zaman olduğu gibi altı otuz da susmayacakmış gibi çaldığında yattığım yerden sıçrayarak uyandım aslında ben uyumuştum ama beynim gece boyunca faaldi anlaşılan çünkü aklıma her zaman olduğu gibi ilk sen geldin aşkım.Her tarafım tutulmuştu yorganı fırlattıktan sonra bütün gece üstüm açık uyumuşum ışığı bile söndürmeden.Her zamanki gibi banyoda sakal tıraşı oldum ardından çok sıcak sayılabilecek bir banyo yaptım bu alışkanlığı küçük bir çocukken edindim galiba annem ben üşüttüğümde öyle yapardı neyse bu işime çok yarayan bir alışkanlık üşütsem bile grip olmamı engelliyor.Doktorun dediğine göre çok sıcak bir banyo virüsleri imha ediyormuş. Aynada yüzümü inceledim Gözlerimin altı hafif torbalanmış mı idi bana mı öyle gelmişti bilmiyorum gözlerim her zaman övündüğüm kaslı çırılçıplak vücudumu yöneldiğinde görüntüm hiçte iç açıcı değildi vücudumda bir şeyler eksik gibi geldi bana ve aşağıda sallanan ne zamandır mutlu edemediğim bu yüzden bana küskünmüş gibi kendi kabuğuna çekilmiş uzantıma ısrarla bakmaktan vaz geçtim. Neredeyse uykusuz geçirdiğim beynimi uyutmayan bu gecenin izlerini bu gün mesai boyunca yaşayacağımdan kuşkum yoktu. Böyle uykusuz olduğum günlerde biraz asabi olurum biliyorsun…
Polis merkezine doğru yola koyuldum,sokağın başına geldiğimde insanın iştahını alarm’a geçirecek nefasette bir koku burnumdan ciğerlerime oradan’ da tüm vücuduma hızla yayıldı ardından mideme kramplar girer gibi oldu burkulmalar hissettiğimde akşamda yemek yemediğimi fark ettim.Başımı kokunun geldiği yöne doğru çevirdiğinde kasabanın çorbacısı Mr Mild efendi ile göz göze geldik.
<<Günaydınlar hayırlı sabahlar beğim!>> Ani bir hareketle ona doğru yöneldim bu defa midem beni yönetmeye başlamıştı <<günaydın Mr Mild ağa! Sabah sabah ortalığı mis gibi lentil çorbası kokusu götürüyor yahu>> dedim esprili bir üslupla Mr Mild ağa! bön bön yüzüme baka kaldı ve dükkandan içeriye girdim,boş bulduğum ilk masaya oturdum.
Birkaç kaşık lentil çorbası boğazımdan hızla aşağıya kaydı midemdeki kramp ve burkulmalar yerini ılık ve rahatlatıcı bir hisle değiştiriverdi.
Karnımı iyice doyurmalıydım üç kase lentil çorbası ve fırında kızarmış loaf ekmeği yedikten sonra Ceketinin iç cebinden usulca sigaramı çıkardım ve önce bir kokladım sonrada yaktım.İçime Derin bir nefes çektim bu beni bir miktar sakinleştirmeye yetti
Ardından Mr Mild e paketi uzattım Mr Mild her zaman ki gibi bu ikramımı bekliyormuş gibi hemen hamle yaptı sigara paketini elimden kapar gibi aldı içinden bir tane sigarayı incitmek istemezmiş gibi özenle çıkardıktan sonra paketi önüme koydu Beni taklit eder gibi önce sigarayı derin derin kokladı sonra yaktı ama tiryakisi olmadığından bir anda öksürüklere boğuldu.Bu durumu daha önceleri sayısız kere yaşadığımız için her ikimizde katıla katıla gülmeye başladık.
<<Yov begim bu melaneti sen içerken bir şey olmiy de ha bu garibana niye böle oliy>>
Polis merkezinim kapısında nöbet tutan arkadaşı selamladıktan sonra doğruca çalışma odama yöneldim…
Kasabada taşımacılıkla uğraşan birkaç aile vardı.Bunlardan mirca ailesi taşımacılık işine birkaç yıl önce başlamış olmasına rağmen herkesin dikkatini çekecek derecede zengin olmuştu kasabalının aklı bu işe ermemişti herhangi bir sohbet anında bile bu aileni serveti dedikodu konusu olurdu tabi ki bir müddet sonra bu değişik söylentiler bizim kulağımıza da gelmişti ancak terzi Benjamin e dikilecek birkaç parça eşya götürdüğümde koyu bir sohbet başladı içimdeki ses bir süre daha orada kalmam gerektiğini söylüyordu. ömrünü kamyon şoförlüğü ve taşımacılık işinde harcamış olan Teryy oslov kasabanın terzihanesindeki bu sohbette gayri meşru işlerden mevzu açmış terzi Benjamin de hızını alamayıp mirca ailesinin bütün tırlarını nasıl yenilediklerini anlatırken iç geçirmişti ve böylelikle mirca ların ipliği de pazara çıkarılmış oldu. bunları bana mesaj vermek için söylemişti. Orada bulunanlardan bir kaçı Hayırdır ağa neden bu kadar derin bir iç geçirdin diye sormadan edememiş o cevap veremeden Teryy oslov atılmış Benjamin e oğlum sen iğne ile kuyu kazar çoluk çocuğuna zorla ekmek götürürsün ben sattığım benim yaşımdaki emektar kamyonla hayatım boyunca gecemi gündüzüme kattığım halde el elde baş başta dünkü çocuklar bu kadar parayı nereden buluyor ona iç geçirdin galiba dedi ve susmadan yeni aldıkları kamyon modellerinin tanesinin 150 000 REVETA civarında olduğunu düşününce on iki tır kamyonunun bir servete mal olacağını söyledikten sonra papa luçi koyunu hora saki oyunu diye eklemeyi ihmal etmedi.Bana üstü kapalı bir ihbarda bulunmuşlardı ve bundan ötürü başlarına herhangi bir bela gelmeyeceğinden emin olmaları bana duydukları güvenin bir göstergesiydi bütün Duymam gerekeni duymuştum her hangi bir yorumda bulunmadan konuyu değiştirdim.Araştırma yapmak için zamana ihtiyacım vardı ve orada bulunanların şüphelenmemesi gerekiyordu.çaktırmamak için zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış dedim ve noktayı koydum.
Krugerin merkez polis müdürlüğünden Fax la acil kodlu hakimden alınmış arama kararı içeren bir mesaj geldi bu mesajı okur okumaz derhal karakol amiri Mr David in odasına gittim ve mesajı ona doğru uzattım.<<Amirim ne yapmamızı önerirsiniz?>>dedim John Edgar ve ben başımızda amirimiz olduğu halde operasyon için hazırlık yaptık ve yola koyulduk.Belirtilen mevkii e geldiğimizde tahıl ambarı olarak kullanılan devasa binanın önünde sessizce araçtan inip çevre güvenliğini de alarak ambarın küçük kapısından hızla içeri girdik. İçeride bir tır kamyonunun dorsesi nin yan tarafında dört kişinin bir teneke kutuda yanan ateş etrafında oturdukları halde ısınmaya çalıştıklarını gördük. İçerideki şahıslar karşılarında bizi görmelerinin şaşkınlığı ile yerlerinde adeta çakılıp kaldılar.
Bağırarak <<Yere yat yat yat >> dedim bu ürkütücü emre itaat ederek hep birlikte yüz üstü yere uzandılar. otomatik silahlarımız üzerlerine doğru çevrilmişti.
Edgar Yerde yatan şahısların üzerlerini bir çırpıda ararken John silahını onlara doğru çevirmişti bu arda Edgar yasal haklarını okumaya da başladı. Kimlik Tespiti yapılırken içlerinden iri yarı oldukça cüsseli olanı elleri arkasından kelepçeli olduğu halde pantolonun arka cebindeki kimliğini vermemek için direnç gösterdiyse de içinde bulunduğu durum da bu boş bir çabalama oldu. Merkezden gelen acil kodlu belgede birçok suçtan gıyabında tutuklama emri bulunan Zlavniç lakaplı Theodore yanikoviçi bu şok baskınla ele geçirmiştik.İri yarı ve zapt edilmesi kolay olmayan bu adam uysal bir kedi gibi fazlaca direnmeden teslim olmuştu Diğer üç arkadaşı ile birlikte Polis aracına bindirirken bizim amir siper aldığı yerden Her şey yolidamudur ha uşaklar diyerek çıktı hepimiz aslında böyle durumlarda siper bahanesi ile onun kirişi kırdığını biliyorduk bu seferde bu alışkanlığını yüzüne vurmadan her şey yolunda amirim dedim..Ambarın içerisinde ki Tır kamyonu didik didik aradığımız halde ihbarda adı geçen nesnelere rastlayamadık.Diğer üç şahsın ifadelerini aldım kasaba eşrafından olduklarını ve Marcus Cool adlı şahsın yanında tır şoförü olarak maaşlı çalıştıklarını öğrendik.Polis merkezine doğru ilerlerken Theodore yanikoviç kendisini serbest bırakmamız karşılığında hayalimizde bile göremeyeceğimiz miktarlarda rüşvet teklifinde bulundu dayanamayıp suratına okkalı bir tokat attım ve bu teklifi de kayıtlara geçirdim savcıyı bilgilendirdim.Bizim satılık insanlar olabileceğimizi düşündüğü için çok kızmıştım.
Misafirhanemizde göz altında tutulan şahıslardan biri yeni gelen Zlavniç ten çok ürkmüştü belikli onu daha önceden tanıyordu, Avazı çıktığı kadar bağırarak sürekli huzursuzluk yaratmaktaydı çıkardığı gürültü öylesine fazlaydı ki . Bu duruma kayıtsız kalamadım koridordan geçerek sesin geldiği yöne doğru yöneldim demir parmaklıkların önüne gelip durdum içeriye şöyle bir baktıktan sonra kararlı bir ses tonu ile yerde karnını tutarak böğüren adama <<senin derdin ne be adam?>> diye sert bir tonda çıkıştım.Zlavniç in pis pis sırıttığını gördüm durumu anlamıştım ama ses çıkartmadım.
<<Açım bayım>> Aldığım yanıt şaşırtıcıydı.Zlavniç ten dayak yediği halde böyle söylemesi çok garip ti.Hemen yanımda duran John kulağıma doğru eğilip bir şeyler fısıldadıktan sonra,<<Bir saat önce sana yemek verilmedimi?>> diye sormaya hazırlanırken lafım ağzımda kaldı <<mide benim midem istediğim zaman acıkırım bu benim yasal hakkım bunu engelleyemezsin bayım>> Yüksek sesle öyle haykırdı ki bu çıkış adeta tahrik kokuyordu,Problem yaratmaya çalıştığı belli idi.
Daha otuzlu yaşlarında olduğu halde ağzında neredeyse hiç dişi kalmamıştı yüzü yaşadığı hayatın yüklediği güç koşulların izleri ile kırış kırış idi.<<Ayrıca ben bu çam yarması adamla bir dakika bile kalmam haberiniz olsun.Haklarımı biliyorum beni buradan alın>> haykırışları aralarında daha önceden de kötü bir şeylerin yaşandığını ve adamın aczini gösteriyordu.
John a dönerek<< şunu yandaki hücreye alın başımız ağrımasın istediğini de verin>> dedim ve adama döndü <<Başka problem istemiyorum anlaştık mı?>> Beklediği tepkiyi göremeyen ve istediğini kabul ettiren adam kafası ile onay verdi.Bir süre sonra ifadeleri alınan üç arkadaşın ikisi Zlavniç in yanına diğeri de hücresini değiştiren ve açım diye yeri göğü biri birine katana adam ile aynı hücreye konmuştu.Tabi az önce yaşadıklarımız bir senaryonun uygulanmasıymış amirimiz bu adamı daha önceden bir çok olayda muhbir olarak kullandığı için baskından önce hücreye yerleştirmiş.bunu odama dönerken John söyledi nezarethanede benim haberim olmadan bir tiyatro oynanmış.Üstünde fazlaca durmadım ama bunca zaman amirimizin bu elemanını tanımıyor olduğum için kendime bir miktar kızdığımı söyleyebilirim Zaten bu ve benzeri uygulamaları zaman zaman yaparız sende biliyorsun. Özellikle seçilen Thomas adlı şahıs kamyoncuların içinde en saf olanıydı.Aslında Zlavniç ten yumruk yiyen adam bizim müdür için çalışan bir eleman olduğu için Thomas ile aynı yere konulmuş oldu..Edindiğimiz bilgiler çok şeyi açığa çıkardı.Tüm ülke genelinde plakaları belirlenmiş ülke dışına çıkmaya hazır halde bekleyen araçlara nefes bile aldırmadan operasyonlar düzenlendi ülke tarihinde görülmeyecek büyüklükte miktarda kanulara götürülmek üzere silah mühimmit ve tonlarca konserve gıda yakalandı
Yakaland aslında gıda malzemelri yardım kuruluşlarınca zaten komşu ülkeye gönderilecekti ama aç gözlü insanlar bunları çalarak zaten yoksul ve aç insanlara para zile satma yolunu seçmişlerdi.Bartminsk ten başlayan bir dedi kodu zincirleme operasyon ile birkaç ülkede birden icra edilen dev bir organize gurubunun çökertilmesi ile son bulmuştu.
Yine sabahı zor etmiştim. Gece boyu yatağımda dönüp durdum her sabah ki kısa duamı okuyup yatağımdan kalktım üniformamı giyindim..biraz önce demlediğim Mutfakta ocağın üzerindeki çaydanlık varlığını belli etmek
istermiş gibi ara sıra homurdanan insanlara benzer seslerle dikkatimi çekmeye çalışır gibiydi sabahın bu sessizliğinde...
Kahvaltı etmediğim günlerde bile mutlaka çayımı içer öyle çıkarım bilirsin bu sabah pekte iştahım yoktu Demli bir bardak çay doldurdum, çayımdan birkaç yudum almıştım ki Beylik silahımı almamış olduğumu fark edince yatak odama gidip her zaman yaptığım gibi silahımı yastığımın altından çıkartıp belime taktım<<Artık çıkma vaktim geldi.>>dedim kendime yarım kalan bardaktaki çayımı ağzım yana yana bir dikişte bitirdim sobanın üzerindeki çaydanlık dibine tutmasın diye masanın üzerinde bir yerlere koydum daha önce bu unutkanlığım yüzünden iki çaydanlığın yanmıştı evim yangın tehlikesi atlatmıştı sobayı uyur pozisyonuna getirdikten sonra dışarı çıktım.Zaten bu gün temizlikçi gelip evimi temizleyecekti.
Kasabanın on beş kilometre kadar dışında ki sıra dağlar kasabayı yarım ay şeklinde kuşatıyordu birkaç hafta öncesinde yağan kardan adeta bembeyaz bir örtüye bürünmüşlerdi..
Dün geceki aniden başlayan sağanak yağıştan eser bile kalmamıştı. Her gün doğumunda olduğu gibi ufukta bir noktada titrek mum alevi misali kasabayı aydınlatmak için güneş cılız ışıklarını yollamaya çabalıyor gibiydi
Sabahın bu ilk saatlerinde kasaba iliklere kadar işleyen bir soğuk dalgasının hakimiyetine girmişti sanki.Güneş in bulutlarla oynadığı köşe kapmaca oyunu havanın bir miktarda olsa ısınmasına yetmiyordu.
Kapıdan dışarıya ilk adımımı atar atmaz soğuk ve keskin bir hava dalgası yüzümü yaladı.Karşı dağlardan kopup gelen bu dondurucu ama tertemiz ve bol oksijenli havadan derin bir nefes çektim ciğerlerime içimin titrediğini hissettim sonra, Hızlı adımlarla polis merkezinin bulunduğu istikamete doğru yürümeye başladım...yollar kimi yerlerde su birikintileriyle kimi yerlerde ise tepelerden sürüklenmiş çamurla neredeyse yürümeye imkan vermeyecek bir haldeydi.
Kasaba esnafı çoktan kepenkleri kaldırmıştı.Onların da uykusuz ve korku dolu bir gece geçirdikleri her hallerinden belli oluyordu.Yürüdüğü sokaktaki esnafın hemen hepsi minnet duyan ifadelerle bana doğru bakmaktaydı.
Esnaf tarafından çok sevildiğimi sanıyorum her gören beni çay yada kahve içmeye yada kahvaltıya davet ediliyordu işimin çok olduğunu söyleyerek teşekkür ediyor sözüm olsun başka bir zaman gelirim diyerek yoluma devam ediyordum.Ülke genelinde yayın yapan TV istasyonları operasyonları saniye saniye vermişlerdi kasabalı beni bir kahraman olarak görüyor ve gelişmeleri merak ediyordu sanıyorum.
LÜSYEN AMCA
’’Begim buyurasan bir sabah kayfesi içek’’.Bu sesin sahibini yakından tanıdığım için bir an için daldığım düşüncelerimden sıyrıldım ve sesin geldiği yöne döndüm elimi kaldırıp selam işareti yaparken sağ ol Lüsyen amca bu gün çok işim var bir an önce merkeze gitmem gerek dedim.
Lüsyen amca ısrarla ’’vallah olmaz Rusell begim vallah olmaz ! heç yanımıza uğramaz oldun mesaiye daha vakit var dır . Aha diyorum ki Vallah sana darılıram..
Kasabaya ilk geldiğim günlerden bu zamana kasabanın tek kumaşçısı Lüsyen amca ile Tesadüfi başlayan dostluğumuz iyice ilerlemişti .
Bu 70 li yaşlarda hayatın zorluklarının acılarıyla bütünleştiği derin alın çizgileri ile yer yer seyrelmiş beyaza çalan saçları daima hüzünlü bakan gözleri olan bu yaşlı adama içten gelen bir sevgi ve hürmet besliyorum aşkım.
Lüsyen amca ne olursa olsun dürüstlüğünden taviz vermeyen adaletli ak pak bir adam ziyaretine gittiğim anlarda ondan çok etkilenirdim tarih kokan bu sohbet ustasına ya Lüsyen amca ! ne kadar güzel anlatıyorsun ağzından bal damlıyor sanki insanın bir yere gidesi gelmiyor,yada babamı aratmıyorsun’’ tarzında iltifatlarda bulunurdum Lüsyen amcada bu sahiplenilme duygusu ile memnun olup, ee Rusell begim babanı da bir görebilsek hele derdi gülümseyerek...Nasıl bu denli iki iyi dost haline geldiğimizi anlatayım canım Günlerden bir gün;
Lüsyen amcanın bir yakını çok hastalanmıştı,ve sosyal hiçbir güvencesi de olmadığından, Polis merkezindeki masamda otururken yaşlı bir adam yanına gelmiş;
Begim Allahın rızasına bene yardım edesan demiş..Yaşlı adamın problemini dikkatle dinlemiştim ve bu yaşlı adamın yakınına işsizlere verdiğimiz sağlık belgesinin çıkarılması için yardımcı olmuştum işte bu dostluğun temeli de o gün atılmıştı.Karenim
Hastası gerekli tedavisini olup sıhhatine kavuşunca da Lüsyen amca gittiği her yerde Benim ne kadar iyi biri olduğumu kendisine yaptığım yardımı anlatarak memnuniyetini dile getirmiş ve kasabada beni tanıyan tanımayan herkesin sevip saygı duyduğu biri haline gelmiştim.
Aslında görevimi yaptığımı fazladan bir şey yapmadığımı söyledimse de Lüsyen amca bunu kabullenmemişti daha önceleri de birçok kere başvurduğu halde işinin olmamasını örnek göstererek Kafasında beni farklı bir yere oturtmuştu kendince...Aslında işi eksik belge nedeniyle yürümemiş olmasına rağmen...
Böylelikle kasabada polis vatandaş arasında güvene dayalı bir ilişkinin temelleri bu önemsiz yardımımla tesis oldu bu rastlantı tanışıklıkla.Lüsyen amca nın da çabaları ile var olan bir kısım önyargılar da yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştı.kasabalının beyninde
Lüsyen amcayı kıramamış ve kumaşçı dükkanına girerken aşina olduğum bu dükkanın tezgahlarındaki ve raflardaki üst üste dizilmiş renk renk kumaşlara, pazenlere patiskalara göz ucuyla bakıvermiştim.
Yaklaşık on yada on beş metrekare büyüklüğünde tıka basa doldurulmuş bu dükkanda neredeyse her zevke hitap edecek bir şeyler mutlaka bulunurdu.Dükkanın duvarları ahşapla kaplanmıştı ve mistik bir havası vardı ne zaman bu dükkana yolum düşse içeri girer girmez ahşabın kendine has iç gıcıklayıcı kokusunu hissederdim bu koku tarif edemediğim bir rahatlama hissine kapılmama neden olurdu.
’’La ..ula …La fernando ne cehennemde san laaa !bu çığlıksı bağrışma içeride uyuklamakta olan fernando nun ok gibi yerinden fırlamasına sebep oldu buyur paşam buyur amiralim dedi .upuzun kirpikleri zayıf sipsivri çenesi ve iri gözleri ile utangaç bir yüzü vardı
Kasabalı askerliğini paşa nın emir eri olarak yapan Lüsyen amcaya bu lakabı takmıştı yıllardır ondan yaşça küçük olanlar hep paşa baba derdi adını pek fazla kullanmazlardı.
Acele cafe ye koş deki Lüsyen amca ya iki cah fe biri.si şeker li ö te kisi sade dir ikisi de köpüklü dür haa!’’ bu kesik kesik ve vurgulu Bartminsk şivesi çok hoşuma gidiyor canım.
Fernando bakışlarıyla anladım der gibi yaparken kafasını da tamam anlamında öne doğru salladı ’’derhal paşa babam derhal’’dedi...aynı hızla kumaşçı dükkanından dışarı fırladı etrafına bakmadığı için az daha dükkanın önünden o sırada geçmek te olan traktörün iri tekerlerinin arasına düşecekti.
Bir koşu gidip nefes nefese döndüğünde elindeki kahveci terazisinde iki kahve iki bardak su ve bir bardak çay vardı itinayla kahveleri dökmeden servis yapma gayretindeydi La puşt hiç fırsa ti kaçırmiyasan...kendine demi ısmarladın loov ...dedi Lüsyen amca.Fernando gururu kırılmış utanmış ayrıca çokça mahcup olmuş bir tavırla başını önüne eğdi,göz ucuyla da acı çekiyor gibi bakarak ustasının tavrının ne olacağını anlamaya çabalıyor gibi dudaklarını ısırıyor ve olduğu yerde sallanarak bu durumdan kurtulmaya çalışıyordu.
<<La tamam kızmadık ha! puşt cah fele ri masanın üstünde koy ça yını da al zıkkımlan ha buradan dosdoğri içeri yallah marş marş! >>
Lüsyen amcanın yarı sert yarı şaka tonlaması kanun gibiydi belli ki benimle özel bir şeyler konuşacaktı Fernando durumu anladı ve itiraz etmeden iki büklüm iç bölümdeki odaya geçti.
Kahveler yudumlanırken <<kusura bakmaya san babo bunlara çok fazla yüz vermeyeceksin>> dedi
Lüsyen amca, geçen hafta tutuklanan kişilerle ilgili sorular sormaya başladı o da tüm kasabalı gibi gelişmelerin ve ülke dışına taşan operasyonların bu kasabadan yola çıkılarak gerçekleştiğini zaten biliyordu.Kasabanın fısıltı gazetesi bire bin katarak yirmi dört saat fazla mesai yapardı.
Bartminsk’e özel aşırı meraklılığa rağmen mesleki konuların ulu orta konuşulmasını ve bu konularda da soru sorulmasını pek sevmediğimden Yarı sitemli bir serzenişle<<ya Lüsyen amca bunun için mi beni cah fe içmeye çağırdın aşk olsun>>..Diyerek geçiştirmeye çalıştım..
’’Estağfurullah begime bak. Ne haddimizedir’’,dedikten sonra kaba hatlarıyla olayı kendisi duyduğu şekliyle bir çırpıda anlattı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.