- 491 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
EY AŞK NEREDESİN ? 18
Yüzünde gülümseme ile evinin yolunu tuttu. Arabasıyla çıkmıyordu artık sokağa. Yeni yaşamına alışabilmesi için özellikle binmiyordu. Zorlu bir süreç onu bekliyordu. İçinde bulunduğu, buhranın içinden çıkabilmesi için bir sürü harcamasında kısıtlama yapması zorunlu hale gelmişti.
Kamil’in sıkıntısını bir nebze de olsa çözümlemişti. Sıra kendisi ile ilgili olan sorunlara gelmişti. Dairesinden içeriye girdiğinde, yalnızlık hissetti birden bire. Koskoca evde tek başınaydı ve Nihal’ i tanıdığı şu kısacık sürede çok zor geçeceği kesin gözüküyordu.
Televizyonu açtı. Bir süre, can sıkıntısını gidermek için kanalların birinden diğerine geçti. Televizyon da etkili olmamıştı can sıkıntısının geçmesine. Televizyonu kapattı. Müzik setinin yanına gitti. CD ‘ lerin içinden Volkan KONAK’ ın bir albümünü CD çalara yerleştirdi. Tam karşısındaki tek kişilik koltuğa oturdu ve dinlemeye başladı. Sıra “Yarim” adlı parçaya gelince, güçlü bir “ Of “ Çekti. Şarkının bitmesinden sonra tekrar geriye sardı ve tekrar dinledi.
Nihal’ in kahvehanedeki utangaç bakışları gözlerinin önünden bir türlü gitmiyordu. Onu düşündüğünde, içinde gezinen bir sıcaklık hissediyordu sanki. Canan da dâhil olmak üzere bu hisleri kimsede hissetmediğini fark etti.
Yemek yemediğini hatırladı birden bire. Buzdolabının kapısını açtı. Şöyle bir göz gezdirdi. Tek başına yaşadığı için fazla alışverişte yapmıyordu. Dolabın içinde bulunan kahvaltılıklara gözü ilişti.
Çay demlemeye karar verdi. Çay ile birlikte kahvaltı yaparak hafifçe karnını doyurdu. O kadar zaman geçmesine rağmen akrep ile yelkovan hiç hareket etmiyordu sanki. Bir an için kızı Melike aklına geldi. İçi burkuldu bir an. Sonra kendine kızdı. Şu anda kızı ile oyunlar oynamalıydım diye geçirdi içinden.
Üzerini değiştirerek, uzun zamandır yatmadığı odasına geçti. Kütüphanesinden bir kitap seçerek, yatağına uzandı. Kitabı okurken de uyudu kaldı.
Tarık’ tan ayrıldıktan sonra otele dönen Nihal’ in yüzünde, hem tedirginlik hem de mutluluk ifadesi yerleşmişti. Tarık’ ı ikinci görüşü olmasına karşın onu görünce heyecanlanmıştı. Sanki bir el onu ondan tarafa çekiyor gibiydi. Öbür taraftan da mantığı ona “ Dur! Ne yapıyorsun. Daha tanımıyorsun. Kendini kaptırma. Hırlı mıdır, hırsız mıdır? Yabancı bir şehirdesin. Tek başınasın. Ya yanlış kişi ise ne yapacaksın. Zaman ver! “ Diye uyarıda bulunuyordu.
“ Galiba, en iyisi zamana bırakmak. Şans vermek. Su, yolunda gitsin bir müddet. Suyun yolunu değiştirmeye çalışmamak gerek bu durumlarda. O sırada da tanımaya çalışırım. Şans ! İnsanın, her zaman karşısına çıkmaz. Eğer kalbim sinyal veriyorsa, yanlış yapmıyorum demektir. Kalbimin sesini dinlemeliyim belki de. Sonuçta, mantıklı ve kendini bilen bir insanım. Eğer bana uygun değilse, bağlarımı koparırım. Hayat benim ve belli sınırlar içinde ben karar vermeliyim. “ Dedi kendi kendine.
Bir an anne ve babası aklına geldi. İş yoğunluğu nedeniyle çok sık arayamıyordu. En son iki gün önce aramış ve uzun süren bir görüşme yapmıştı. Telefonu eline aldı. Tuşları çevirdi. Annesinin sevecen sesiyle buluştu telefonda. Sanki kilometrelerce ötede değilmiş gibi çıkıyordu sesi. Yanı başındaymış ve ona sarılıyormuş gibi hissetti. Sonra da babasıyla konuştu. En sonunda da erkek kardeşi ile konuşarak telefonu kapattı.
Annesi ile konuşması sırasında annesinin de çok dikkatini çekmiş olmalıydı ki ona “ Kızım, sesin her zamankinden çok daha farklı geliyor. Seni neşeli görmek beni mutlu ediyor “ Demişti. Özellikle anneler, dünyanın öbür ucunda bile olsalar hissediyorlardı herhalde. İyi veya kötü her ayrıntı onlardan kaçmıyordu.
Telefon görüşmesinden sonra yarım kalan romanı eline aldı ve okumaya başladı. İyi ki kitaplar vardı. Onun en iyi dostları. Otel odasında, tek başına vakit geçmiyordu yoksa.
Sabahın ışıkları ile uyanı. Elini yüzünü yıkadı. Üzerini giyindi ve kahvaltı için aşağıya indi. Kahvaltıdan sonra işine gitmek üzere arabasına bindi. Buluşmaya daha çok vardı. Kalbinin atışları şimdiden hareketlenmeye başlamıştı.
Tarık, bürosuna geldiğinde Kamil, işlerini bitirmiş ve kapıya yakın bir yere koyduğu sandalyenin üzerine sabah çayını yudumlamaktaydı.
“ Günaydın Kamil Ağabey, nasıl geçti ilk gecen. Uyuyabildin mi ? “
“ Günaydın kardeşim.Uyumaz mıyım? O kadar rahat uyumuşum ki, sabahın ilk ışıklarıyla kalktım. Temizliği yaptım. Kahvaltı da hazırladım. Sen de bekâr adamsın. Haydi, gel de kahvaltını yap. Evde yapmaya uğraşma. Her sabah hazırlarım ben size. Çay da var. Haydi, kimse gelmeden yap kahvaltını. “
Mutfağa girdiğinde, küçük mekânın sanki bir kadın eli değmiş gibi düzenli ve tertemiz olduğunu gördü. Her şeyi yerleştirmiş ve temizlemişti. Küçük bir masa vardı mutfakta. Onun üzerine de gazete kâğıtlarını sermişti. Bir an Kamil’ e döndü ve hayranlıkla baktı.
Kahvaltıdan sonra bürosuna geçti. Kendine kiralayabileceği, küçük ve kirası daha uygun evleri gözden geçirdi . İçlerinden bir tanesinin uygun olduğunu düşündü. Telefonu çevirdi. Ev sahibi ile görüştü. Ev sahibine, evi kendisinin kiralamak istediğini söyledi. Bir süre pazarlık yaptılar telefonda. En sonunda, Tarık’ ın istediği rakama yakın bir fiyat belirlediler. Evi tutmuştu. Geriye, taşınma işi kalmıştı. Evdeki fazla eşyaları satmak ve gerekli eşyalar ile taşınmak kalıyordu. Bu işi de hallettiğinde, maddi açıdan çok rahatlayacaktı.
Bir an hemen harekete geçmeyi düşündü. Sonra aklına akşam Nihal ile buluşacağı gelince vazgeçti. Önce evi temizletmesi gerekiyordu. Şehirden biraz uzak bir bölgedeydi tutacağı ev. Tek katlı ve küçük bir bahçesi vardı. Çok bakımlı değildi. Daha önceden bir müşterisine gösterdiğinde, dikkatini çekmişti.
Tarık’ ın tuttuğu evin yakınlarında bir evden çığlıklar göğe yükseliyordu.
“ Vurma Ağabey ! Tamam vereceğim istediğin parayı. Vallahi yok, billahi yok. Olsa, vermez miyim? Ama iş çıkmıyor bu sıralarda. Herkes temizliğini kendisi yapıyor galiba. Kaç kişiye haber saldım. Daha önceki müşterilerime de söyledim. Gittiğim evlerden aldığım parayı veriyorum sana. Yapma. Hiç olmadı yüzüme vurma. Yalvarıyorum sana. “
“ Yetmiyor verdiğin para. Bu evde barınmak istiyorsan, aha fazla para kazanacaksın. “
“ Ağabey, veriyorum. Hem de son kuruşuna kadar. Zamanında, okumak istedim. Okutmadınız beni. Babama a yalvardım, anama da. “ Kız çocuğu okumaz “dediler. Seni okutmayı yeğlediler. Sen ne yaptın. Haylazlık ettin. Benim hakkımı yedin. Geleceğimi kararttın. Şimdi anam da yok babam da yok hayatta. Az içki iç. Benim verdiğim parayı, içkiye veriyorsun. Yengemle, çocukların rızkını da veriyorsun o zıkkıma. Sen de bul bir iş. “
“ Sus ! Konuşma. Senin dilin çok uzadı. İki kuruş veriyorsun diye başımıza kral mı oldun ha. Okumaz tabi kız çocuğu. Sizin, sırtınızdan sopayı, karnınızdan da sıpayı eksik etmeyeceksin. Tepemize çıkarsınız sonra. Haydi! Yaylan. Git! İş bul. Nereden bulursan bul. Para lazım para. “
Halime ağlayarak öbür odaya geçti. Ağabeyinin her vuruşunda gururu kırılıyordu. Yengesi ile çok iyi anlaşırdı. Fakat öz ağabeyi olduğu halde ona etmediği eziyet kalmamıştı. Bulduğu işlerde bugüne kadar en fazla bir hafta çalışabilmişti. Sıkıntıyı evde yaşayan iki kız yeğeni ile birlikte kendisi ile yengesi çekiyordu. Yengesi konuşamıyordu bile. Yediği dayaklar neticesinde, susmakta bulmuştu çareyi.
Bu böyle gitmeyecekti. Daha fazla çalışması gerekiyordu anlaşılan. Üzerini değiştirdi. Devamlı gittiği bir müşterisinden, yeni müşteriler bulmasını isteyecekti. Kapıdan çıkarken, geriye doğru baktı. Çok kez kaçmak istemişti bu evden. Fakat bir türlü yapamamıştı. Yengesini ve yeğenlerini düşünerek vazgeçmişti bu fikrinden.
DEVAM EDECEK !