- 981 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
200 - RENK TAYFI
Onur BİLGE
Dağ solumda, giderken; yol ayrımına gelince sağa sapıp, en yakın köye doğru yürüdüm. Yerleşim bölgesinin başladığı yerde, yol kenarında büyük bir kütük vardı. Sarılsam, parmak uçlarım birbirine değmeyecek kadardı. Kim bilir nerden gelmiş, yan gelmiş yatıyordu. Asırlık insanlar gibi derisi kalınlaşmış, cildi buruş buruştu. Sanki çok yol almıştı; yorulmuştu, durmuştu. Yılların bitkinliği, suratına vurmuştu. Hâlâ bir takım asalaklar yaşıyordu, üstünde. Yosunlarla mantarlar... Onlar yetmezmiş gibi bir de beni mi bekliyordu? Buna rağmen konuştu:
“Hoş geldin, beyazlı kız! Buyur! Otur, çekinme!” dedi beden diliyle.
Biraz dinlenmek için ondan uygunu yoktu. Üzerine minderi koydum, oturdum. Köy solumda kalmıştı. Sağımda sıradağlar, tam karşımda göl vardı. Briketle yapılmış, kırmızı kiremitli tek kat bahçeli evler beyaz badanalıydı. Yol boyu her bahçede, aşağı yukarı aynı ağaçlar ve benzer çiçekler vardı. Yalnız konumları ve tanzimleri farklıydı. Burada da öyleydi.
Düşündüklerim kaybolup gidiyordu, birine söylesem de. O da unutuyordu, çoğu zaman ben de... Bir yerlerde kalmalıydı, haliyle. Kopup düşmemeli; çürümemeliydi, beyin ağaçlarımın dalındaki meyveler.
Beyin, akan ırmaktı. Fikirlerse, kütükler... Yakalayıp kıyıya çıkarmak gerekirdi. Kaçanlar geri gelip, üstüne eklenmezdi. Her biri zincirleme birbirine bağlıydı. Koptuğu zaman kolay kolay eklenmezdi. Zamanca birer birer azat edilen kuştu. Kurtulunca dönüp de gelmesi beklenmezdi. Yazmamak zarar ziyan, kaydetmekte kâr vardı. Ne de olsa aklımda baştan sona yar vardı. Etrafı seyrederek biraz dinlendikten sonra, aklımdan seri halde katar katar geçen düşünceleri hızlı hızlı yazmaya başladım:
Gözden akmazsa; sevgi değildir, aşk değildir. Kuru gözden gelen kuru sözden ibarettir, inanılmaz. Sevgi veya aşk, ağızdan çıkmadan gözlerden çıkar. Özümden, gözümden akmasaydı, ilk ayrılığımızda hem de hıçkırıklarla, ben de bilemeyecektim, hissettiklerimin aşk olup olmadığını. Gökkuşağı aşksa, damlalar varsa, var. Yağmursuz havada ebemkuşağı ne arar?
Daha sevdiğimi söylemeye niyet eder etmez birine, doluverir gözlerim. Sevdiğimi gözyaşlarıyla derim. Sevgi, zarlarını yararak gelir yüreğin gözlerinden; gözleri yaşartarak, pınarlarından akarak, itiraf edilirken. Aşk, gizlendiği yerden; ıstırapla, hıçkırıklara boğarak ortaya çıkar. İkisinde de damlalar vardır. Sevgide birkaç damla, ahmakıslatan; aşkta gök gürültülü, sağanak...
Göklerde açan çiçektir, gökkuşağı. Öyle bir çiçek ki yedi ana rengin yedisi de giysisinde! Ortaya çıktığı zamanlarda gökyüzü, başına rengârenk bir ipek bir puşu bağlamış mavi giysili gelindir; kınası yakılırken ince, ağlamaklı, yanık bir sesle söylenen kına ağıtlarının tesiriyle evinden ocağından, anasından babasından ayrılmanın hüznüyle hasreti hissetmeye başladığı için garipseyen ve sürekli ağlayan.
İmkânsız aşklarda birer nişan yüzüğüdür, iki sevgili için de; pırıl pırıl parlayan, bir kısmı görünen, tamamı oluşamayan; düşlenerek doyasıya seyredilen, kıyasıya istenen fakat asla ulaşılamayan...
Bizse birbirimiz için birer gökkuşağıydık; kollarını açarak büyük bir arzuyla davet ettiği halde yaklaştıkça uzaklaşan... Neden çağırdığı, neden kaçtığı anlaşılamayan... İstediğimiz, birbirimiz değil miydi? Varlıklarımızın ötesinde bir aradığımız mı vardı ki bedenlerimizden ayıramazken gözlerimizi, ısrarla ötemizin ötesine bakıyorduk da yakınlaşınca cisimlerimiz rahatsız ediyordu içimizi? Biz ne arıyorduk yana yakıla, ne bulmuştuk birbirimizde ki bir olmuştuk mânâda?
Nerden kaynıyordu sevgi? O pınarın gözü, bu aşkın özü neydi ki halden hale geçiriyordu ikimizi?
Atletik vücudu, kalemle çizilmişçesine muntazam profili, ateş karası gözleri, uzun, kalkık kaşları, gür ve kıvrık kirpikleri, sakin, dalgın bakışı; alnına düşen, uçuşan simsiyah dalgalı saçları, düzgün yüz hatları, kendinden emin jestleri ve o asil duruşuyla Yunan heykellerini andırıyordu.
Bir şey vardı, bir şey; bizi birbirimize çeken, kimseye ilgi duymazken, duyamazken. Efsun gibi büyü gibi bir şey, anlayamadığım için anlatamadığım. Hani nasıl mümkün değilse, hayatında ananas yememiş birisine onun tadını anlatmak, o kadar çaresizim şu anda o duyguyu anlatmada!.. Ancak tatmış olan anlayabilir, böyle bir aşkı!.. Öyle bir aşk ki belki Leyla ile Mecnun’dan sonra böylesine yaşanmadı!..
Tadının yoğunluğu, bal gibi iç yakıcılığı imkânsızlığından mıydı? Büyüsü, tamamen zıt yaradılışlarda olduğumuzdan mı? Onda gördüğüm, olması gerekenlerdi. Yönü de yolu da doğruydu. Yanlış bendeydi. İyi, güzel ve doğru namına ne varsa ondaydı. Karakteri nedeniyle ilgi duyuyor olmam doğaldı. İlgiden öte hayranlık hem de büyük bir hayranlık!.. O, benim idolümdü. Ya ben neydim, onun için? Deve gibi her yanı eğri, hiç de cazip olmayan, baştanbaşa kusurlu bir yaratık... Bende ne bulmuştu, hoşa gidecek? Bana hayran olmasını, âşık olmasını değil de küçücük bir ilgi duymasını bile beklemezdim. Aksine kınaması gerekirdi. Şöyle yukardan bakması ve bana:
“Sen ne olduğunu zannediyorsun? Hangi bilginin peşinden koşmaktasın? Sana ne sağladı, ne sağlayacak? Bütün öğrendiklerin; okulun bittiğinde, parlak ve yumuşak bir karton paçasına yazılan iki satır yazı, rulo yapılıp kurdele takılarak eline tutuşturuluncaya kadar... Oysa neler var bilsen, sonsuza kadar nura dönüşerek sana sürekli fayda sağlayacak olan?” demesi gerekirdi. Yunus’un dediği gibi:
“İlim, ilim bilmektir
İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin!
Ya nice okumaktır?”
Kınayarak bakmıyordu, nadiren de olsa mini etek giydiğimde. Kapı önünde de oturduğumuz oluyordu, mahallenin gençleriyle. Bazen voleybol oynuyorduk, yan bahçede. Görüyordu, yadırgamıyordu. Yadırgıyordu da sezdirmiyordu, belki de. Eleştiren gözlerle bakmıyordu. Bakışlarında aitlik duygusu vardı, her şeyden önce. Görülmez sımsıkı bağlar, çelik tellerce, yakınlıkla... Birinci dereceden kan bağımız varmışçasına... Siyamlı ikizlermişiz de gözler bizi ayrı sanma yanılgısındaymış gibi...
Onun bana faydasının olacağı muhakkak ve benim ona zararımın dokunması kaçınılmaz... O, benim için ne kadar doğruysa ben onun için o kadar yanlışım. Tezatlar içinde gidip gelen, doğruyla yanlış arasında mekik dokuyan duygular...
Ne kadar isterdim, onun gibi olabilmeyi!.. Acaba o hiç benim gibi olmak ister miydi? Bir kez bile aklından geçmiş miydi böyle bir dilek?
Biz, medeni insanlardık, bedevi değil. O da bedevi değildi. Aynı toplumda yaşıyorduk. Yeryüzündeki herkesten çok yakındık birbirimize, üstelik. Görünüşte farklılık yoktu ama bir şey vardı beni tedirgin, aceleci, rahatsız, huzursuz eden. Onda inadına sükûnet, rahat, huzur, mutluluk... Neydi onu farklılaştıran? İşte o neydiyse, ben ona taliptim!..
İlim miydi? Neden konuşmuyordu benimle? Neden anlatmıyordu, bildiklerini? Beni neden aydınlatmıyordu? Konuşmak yasaksa, prensiplerine göre; neden yazmıyordu? O da mı yasaktı? Bu nasıl arkadaşlık, nasıl bir dostluktu? Müslüman, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemeliydi. Böyle olmayanlara ‘Nefsine Müslüman’ deniyordu. Bencillik ifade eden, kötü bir özellikti. Eğer bu vasıf onda varsa, değil aşkı; sevgi, ilgi, arkadaşlık, dostluk gibi hiçbir şeyi hak etmiyordu. Peki ya bendeki bu sevgi, ilgi ve aşk nerden geliyordu? Aynısı ondan da yansıyor, kalbimi yakıyordu. İliğimde kemiğimde hissediyordum; iyi niyetini, yakın ilgisini, saf ve temiz duygularını...
‘Gökkuşağım’ demiştim ona. Güzel özelliklerinin her biri bir renk tonuydu. Üzerinde; iman, namaz, oruç, zekât, hac, iyi işler, sabır ve hayrı tavsiye etmek gibi kurtuluşun ana renkleriyle nafileler gibi saymakla bitmez ara renkleri taşımaktaydı, tavus kuşunun erkeği gibi ve ben hissetmekteydim; sermese de muhteşem güzelliğini gözler önüne. İşte bu nedenle hayrandım ona. Örnek kişilikti.
O bir renk tayfıydı. Her renk bir nefsi ifade ediyordu ve yedi renkten oluşuyordu. Hızla döndürüldüğünde beyaz oluveriyordu tüm renkleri. Beyaz, bembeyaz... Yağmurla yıkanan mermer kayalar gibi... İmbikten geçmişçesine saf, arı, duru ve berrak; gölün kaynak suyu gibi...
Çok yakışıklıydı ama yüzeyindeki nilüferleri seyrediyor değildim. Gözünden özüne bakıyor, Allah’ın Nuru vurdukça harikalar diyarı haline gelen derinliklerindeki muhteşem âlemi seyrediyor, dibindeki balıkları izliyordum. Onu, herkes tanıyordu. Sadece benim için sırdı. Esrarlı karanlık bir çift gözdü, süzdü de süzdü... Parlaklıktı, ışıktı, süstü. Çıkmayan, çıkamayan bir dizi sözdü. Bir türlü çıkmadı; çıkamadı, üzdü.
Sükût altın, söz gümüştü. Boğaz dokuz düğümdü. Sormak ve söylemek istediklerim, orda düğüm düğümdü. Sonra dert oldu bana, içime attıklarım; her sıkıntımda bir yumruk olarak gelip, tam gırtlağımda durdu. Yüzlercesinin içinde fark edip, gördüğümdü. Göz alıcı güzellik, mertlik, asalet, nurdu. Birlikte ağladığım güldüğüm, uğrunda öldüğümdü. Ne çabuk özlemiştim! Bitimsiz gibi gelen ayrılık, topu topu on gündü.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 200
YORUMLAR
zincirleme birbirine bağlıydı. Koptuğu zaman kolay kolay eklenmezdi. Zamanca birer birer azat edilen kuştu. Kurtulunca dönüp de gelmesi beklenmezdi. Yazmamak zarar ziyan, kaydetmekte kâr vardı. Ne de olsa aklımda baştan sona yar vardı. Etrafı seyrederek biraz dinlendikten sonra, aklımdan seri halde katar katar geçen düşünceleri hızlı hızlı yazmaya başladım:
Siz de benim idolümsünüz...
Sygılar üstad...
Sükût altın, söz gümüştü. Boğaz dokuz düğümdü. Sormak ve söylemek istediklerim, orda düğüm düğümdü. Sonra dert oldu bana, içime attıklarım; her sıkıntımda bir yumruk olarak gelip, tam gırtlağımda durdu. Yüzlercesinin içinde fark edip, gördüğümdü. Göz alıcı güzellik, mertlik, asalet, nurdu. Birlikte ağladığım güldüğüm, uğrunda öldüğümdü. Ne çabuk özlemiştim! Bitimsiz gibi gelen ayrılık, topu topu on gündü.
Harikaydı üstadem harika. Yüreğin dert görmesin. Sevgilerimle. Kutluyoerum sizi.
İmkânsız aşklarda birer nişan yüzüğüdür, iki sevgili için de; pırıl pırıl parlayan, bir kısmı görünen, tamamı oluşamayan; düşlenerek doyasıya seyredilen, kıyasıya istenen fakat asla ulaşılamayan...
Sevgili Onur, çok güzel bir öykü okudum yine kaleminızden.
Çok güzel giderken, birden bitti; devamı var gibi geldi bana...
Kutluyorum.... Selam ve sevgimle...
Bu nasıl arkadaşlık, nasıl bir dostluktu? Müslüman, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemeliydi. Böyle olmayanlara ‘Nefsine Müslüman’ deniyordu. Bencillik ifade eden, kötü bir özellikti. Eğer bu vasıf onda varsa, değil aşkı; sevgi, ilgi, arkadaşlık, dostluk gibi hiçbir şeyi hak etmiyordu. Peki ya bendeki bu sevgi, ilgi ve aşk nerden geliyordu?
Sevgili Onur yazı yine muhteşem ama ben buraya aldığım bölümü her kişinin yeniden yeniden okumasını diliyorum.
Çünkü yarınımızı kurtaracak yok bu bölümünüzde en akılcı şekilde verilmiş bana göre.
"Kendim için ne istiyorsam, komşum içinde aynısını istemek"
Umarım bir gün bunu başarırız her birimiz.
Sevgiler yüreğinize. Kutluyorum kaleminizi
Gözden akmazsa; sevgi değildir, aşk değildir. Kuru gözden gelen kuru sözden ibarettir, inanılmaz. Sevgi veya aşk, ağızdan çıkmadan gözlerden çıkar. Özümden, gözümden akmasaydı, ilk ayrılığımızda hem de hıçkırıklarla, ben de bilemeyecektim, hissettiklerimin aşk olup olmadığını. Gökkuşağı aşksa, damlalar varsa, var. Yağmursuz havada ebemkuşağı ne arar?
evet aynen katiliyorum bu sözlere.
Bir şey vardı, bir şey; bizi birbirimize çeken, kimseye ilgi duymazken, duyamazken. Efsun gibi büyü gibi bir şey, anlayamadığım için anlatamadığım.
Karakteri nedeniyle ilgi duyuyor olmam doğaldı. İlgiden öte hayranlık hem de büyük bir hayranlık!..
cok güzel bu yazi cok.sanki bazi yerlerinde yazinin,icimden gecenleri kaleme almissin.
hayranlik denincede evet senin yazilarina da ayri bir hayranligim var.
güzel ellerine yüregine saglik.
sevgim saygim sonsuz.
"Ancak tatmış olan anlayabilir, böyle bir aşkı!.. "
Ancak parmagindaki ni$an yüzügü ile yetinmis olan anlar..
Ancak ne kadar sevdigini düsündügü an bogazlari dügüm dügüm olan, can bedenden cikarcasina, akan yaslar gözleri beraberinde alircasina ACI CEKENLER anlar..
Gökkusaginin yedi renkten olustugu anlatilmistir onlara. Uzaktan seyredildiginde gercekten öyledir. Dokunmadan, hissetmeden inanmak istemezler, Ama yaklastikca o 7 renkten hicbi eser kalmadigini gözlemlerler. Tekrar uzaklasirlar ve tekrar rengarenk gökkusagi karsilarindadir. Ve onlar da birbirlerini en iyi uzaktan hissedebilen, uzaktan sevebilen, uzakta iken anlayabilen sevdalilardir. Bi araya gelmek isterler ama gökkusaginda oldugu gibi renkleri belirsizlesiverir, bu defa sevdanin... Onlarin da kaderi böyledir. Kabullenmekten baska care yoktur onlar icin.
Kimi zaman gunes dogar, kimi zaman yagmur yagar.
Ancak günesli günlerde yagan mevsim yagmuru sonrasi belirginlesen gökkusagi altinda görebilirler birbirlerini.
Diger günler sadece ayrilik vardir. ACI VARDIR. GÖZYASI. YALNIZLIK.
Günes ve yagmur asla bir arada olamayan, ama herseye ragmen birbirlerini tutkuyla seven iki A$IKTIR. Ve Allah tarafindan onlarin askinin meyvesi de birbirinden cazibeli renklere sahip olan, gökkusagidir.
Ya "ONLARIN" ask meyvesi nedir?
Devamı yokmu
Ayrılık bitmiş
Ne güzel sular seller gibi yazıyorsun bizede içmek kalıyor
Kana kana
Aşk bu öyle büyütürsün ki gözünde herkezin tanıdığı pirede olsa senin gözünde dev leşir.Onun bütün özelligi duruşudur
Sen ondan çok bilsende onun bakışları senden çok anlatır.Bilmedigin olmasada önemi yoktur. O doğru demezse
Hep yalnış düşünürsün...Tapmak bu olsa gerek aşk la
Saygılar Onur Bilge
Sükût altın, söz gümüştü. Boğaz dokuz düğümdü. Sormak ve söylemek istediklerim, orda düğüm düğümdü. Sonra dert oldu bana, içime attıklarım; her sıkıntımda bir yumruk olarak gelip, tam gırtlağımda durdu. Yüzlercesinin içinde fark edip, gördüğümdü. Göz alıcı güzellik, mertlik, asalet, nurdu. Birlikte ağladığım güldüğüm, uğrunda öldüğümdü. Ne çabuk özlemiştim! Bitimsiz gibi gelen ayrılık, topu topu on gündü.
....................................................................
Şiir gibiydi
Su gibiydi
Bir yudum bir yudum daha...Doyumsuzdu tadı.
Kutlarım değerli yazar dostum...