- 3193 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA ve BEN
Mustafa CEYLAN
**********************
Seneler öncesini, aklımın makina dairesindeki flulaşmış anılarımdan bir filim şeridi gibi çıkarıp yaşamaktayım bugünlerde.
Başkent Ankara’nın 1970 sonrası soğuk kış sabahlarının öğleye doğru ılımanlaşan devrilişinde, her hafta sonu, bir başka adresteki şiir etkinliğine koşar dururdum. Yavuz Bülent Bakiler, Ayhan İnal gibi hocalar, bizden birkaç yaş öndeydiler. Onlar arada köprüydü. Biz en küçükleriydik. Üstadlarımızla bizim aramızdaki nesil onlar. Üstadlar kimler mi? Arif Nihat Asya, Halide Nusret Zorlutuna, Mehmet Çakırtaş, Ahmet Tufan Şentürk, Halil Soyuer, Mehmet Çınarlı, Feyzi Halıcı, Güzide Taranoğlu, Enver Tunçalp, vb..
Genç oluşumuz sebebiyle ben, sami Ateş, Zafer Tunçalp,Çetin Selahattin Demircan, Necdet Bluz, İsmail Kara, Ender Yoldar vb arkadaşlarımız, hepimiz ustalarımız ile sohbet etmeye bayılırdık ve toplantı öncesinde ya da sonrasında her birimiz bir ustanın koluna girer onunla evlerine gidene kadar yoldaş olurduk.
O yıllarda murat arabalar çıkalı bir kaç yıl olmuştu. Babamdan bizim murat’ın anahtarını kaptığım gibi soluğu Başkent’in edebiyat matinelerinin yapıldığı salonlarda alırdım.
Hisar-Varlık Dergilerinin amansız çekişmesi vardı. Ben, Hisarcılar içindeydim. Varlık ekibinden de tanıdıklarım, sohbetlerinden feyz aldığım ustalarım da vardı. Ancak, daha çok Hisar ekolü ruhumu okşardı.
Bazen Bahçelievler’ de Emek’de şimdiki Kazakistan Caddesinde Güzide Taranoğlu annemin evinde ustalar için özel günler düzenlenirdi. 1976’ da Gülpınar Dergisi yayın hayatına ’merhaba’ demişti. Büyük bir aşk ve heyecanla Gülpınar’ın sayfaları, hem bizim gibi gençlere açılmış; hem ustalardan, hem de bizlerden eserler yayınlanıyordu.
Arabam olduğu için Halide Nusret Zorlutuna, Arif Nihat Asya ve Ahmet Tufan Şentürk’ü evlerinden alıp toplantıya getirmek, toplantı bittikten sonra da evlerine ulaştırmak benim görevimdi. Bu görevi yaparken aldığım hazzı, daha, bugüne kadar çoğu mutlu olduğum olaydan almamışımdır. Yolculuğumuz sırasında, üstadların sohbetlerini can kulağıyla dinlerdim. Arabadan indiklerinde kollarına girer, sohbet ede ede evlerinin kapısına kadar götürürdüm. En sona kalan o gün kim ise, o üstadım beni illa çay içmeye çağırır, sohbete bir kaç saat daha devam ederdik.
O yıllarda Halide Nusret Zorlutuna annemi daha yakından tanıma imkânına kavuştum. Tabii ki bu arada muhterem kızları, ünlü romancımız(Azap Toprakları-Aktopraklar gibi romanların yazarı) Emine IŞINSU’ yu da tanımış oldum.
Annelerin annesi Halide Nusret Zorlutuna, bana ’fırtına’ adını takmıştı. Fırtınalığım genç, dinamik ve hareketli olmamdan kaynaklanıyordu galiba. Bir Cumartesi günüydü, Halide Nusret anamı evine götürürken sordum:
_’Annem, bana fırtına’ diyorsunuz, bu benim çok hoşuma gidiyor. Sağolun.’
-’Fırtına, elbette fırtınasın. Şiir okurken kürsüde kartallaşmanı görüyorum oğul.O ne güzel heyecandır sendeki. Dilerim daim olsun, hiç bitmesin.’
-’Çok sağolun annem, sizin takdirinizi kazanmak benim için gururdur’ dedim
Daha bir kaç cümle edecektim ki,(zaten korkarak konuşuyordum. Ustaların yanında ulu orta ve boş konuşmamızın imkânı yoktu...) ,
-’Fırtına, geçenlerde şiirimizin durumunu sormuştun değil mi? O günden beri sorunu ve seni düşünürüm. Şiirimizin geleceği sizlerin elinde. Sizler bu kutlu bayrağı dalgalandıracaksınız. Görev sizin. Sizlerin başarılı olacağınıza inanıyorum. Hep yeni olun, yeniyi, daha ileriyi düşünün, Ancak, geldiğiniz yer ve noktaları asla unutmadan daima ileriye adım atacaksınız. Ne varsa genç nesilde var. Umut sizde, şiir bayrağını biz güvenle teslim ettik sizlere. Göreyim bizim emanetimizi koruyasınız, ona sahip çıkasınız ve insanlarımızın gönül kalelerinde dalgalandırasınız.’
Dedi.
İşte bu konuşmayı, bu sözleri asla unutmadım. Şiire bakışım, aşk ile sarılışım, şiirsiz nefes alamayışımın sebebi, Halide Nusret annemin bu sözleridir....
**
Türk Şiir Tarihinde yenileşme Hareketleri içerisinde bayan şairlerimizin çok çok önemli yeri bulunmaktadır.! . ’Cihan savaşı yıllarından sonra Şükufe Nihal Başar ve Halide Nusret Zorlutuna’ bayan şairler arasında nazarı dikkati celbedenler arasındadır.’(*) Ancak, onlardan da evvel yenileşme hareketlerinin içinde bazı bayan şairler var ki onları anmadan geçmek olmaz. Tanzimat sonrasında meydana gelen gelişmeler, basın-matbuanın hızla ilerlemesi, toplumla-halkla şairin-yazarın buluşması olayında, o dönemin muaharrirleri bir gerçekle yüzyüze geldiler. Baktılar ki, toplumun yarısı bayan. ’Bu böyle olmaz’ diyerek, bazıları bayan isimlerini ’mahlas’ alarak gazetelerde köşe yazıları yazmaya başladılar.
’Tanzimatın ilk yıllarında Leyla Hanım(Ölümü 1848) ,Şeref Hanım(Ölümü 1848) gibi’(**) matbuda DİVAN yayınlayacak kadar cesur ve yenilikçi bayan şairlerimiz vardı. Yenileşmenin yılmaz savunucuları da Osman Paşa’nın kızı Nigâr(Ölümü 1916) , Makbule Leman(Ölümü 1898) , Yaşar Nezihe hanımlardı.
(*) (*) ÖZÖN, Mustafa Nihat, a.g.e, syf:60)
**
Lise yıllarında Edebiyat-Türkçe derslerimizde daha çok ’Yardımcı Ders Kitapları’ ile çalışmalarımıza takviye yapma ve kütüphanede araştırma yapma alışkanlığımız vardı. O yıllarda, ’Örneklerle Kompozisyon’, ’Engüzel Roman özetleri’ vb kitapların yazarı olan Sabahat EMİR’i hep merak etmiştim.
1978 yılıydı, rahmetli Sami Ateş, Ankara’ dan İstanbul Beylerbeyi’ne taşınmıştı. Onun sayesinde İstanbul ile temaslara başladık.O yıldan sonra, her ay Pera Palas, Kumburgaz vb yerlerde yapılan şiir toplantılarına Ankara’ dan trenle, otobüsle gider olmuştuk.
Bir toplantıda Sabahat Emir’le tanışmak nasip oldu. Yanında bir de ablası vardı, adını şimdi hatırlayamadım, ancak, Sabahat Emir’den hiç ayrılmayan, yapışık, ikiziydi sanki. Hoş sohbet, güler yüzlü, aydınlık yüzlerine içlerinin ışıltısı yansımıştı. Tanışmamızla abla kardeş olmuştuk. Sımsıcak sarmışlar, beni gene ’fırtınalığım’ sebebiyle de çok sevmişlerdi. Beşiktaş’ ta Levent’ti galiba-Levent’ten aşağı doğru inişte- dik bir yokuşun-ana caddenin kenarında bir apartmanın 4 veya 5. katında oturuyorlardı.
Benim murat 124, İstanbul caddelerini ezbere bilir olmuştu gayri.
Her ay, mutlaka Ahmet Kabaklı hocamıza, Türkiye Dergisine ve İbrahim Minnetoğlu hocamıza uğramadan Ankara’ ya dönmezdim.
Sabahat Emir ve ablasını evlerine bırakır, sonra Anadolu yakasına geçer, Beylerbeyi’ne rahmetli Sami Ateş’i bırakır, sabaha kadar direksiyon sallar, sabah-öğleye doğru Ankara’ ya vasıl olurdum.
Sanki kilometreler ve zaman oyuncağım olmuştu.
Sabahat Emir’in ablası Ankara_Elmadağ doğumlu olduğumu öğrenince üstüme üstüme gelmeye benimle Elmadağ yöresinden sohbetler yapmaya başlamıştı. Bir keresinde;
-’Sizin oraların otunu yiyen davarların eti çok leziz olur,ben biliyorum’ diye söze girdi, uzattıkça uzattı. Serde ’fırtınalık’ var ya, dedim ki;
-’Tamam şimdi yola çıkıyorum, yarın akşam size, sizin o bahsettiğiniz Yukarı Kamışlı Köyü’ nden bir kuzuyu alıp getireceğim’ dedim.
-’İmkânsız,öyle şey mi olur? Nasıl olacak? ’ demez mi.
-’Bekleyin o zaman’ deyip, çıktım Beşiktaş yokuşundaki evlerinden. Gece sanırım 22.00 sıralarıydı.Sami Ateş’i Beylerbeyi’ne bırakıp, ver elini Ankara... Bastım bizim Hacı Murat’ın gaz pedalına. Sabah Elmadağ’ da idim. Doğruca Yukarı Kamışlı Köyü’ ne vardım.
Benim has adamım Muhtar Süleyman vardı. Çaldım kapısını. Anlattım durumu.
Muhtar Süleyman, 13 Köyümüzün en genç muhtarıydı.
Önce kocaman bir tas ayran ikram etti bana.
-’Emrin olur. Derhal bir kuzuyu atıyoruz arabaya, ben de geliyorum seninle, gidiyoruz İstanbul’a..’ demezmi. Ekledi;
-’İstanbul’ da benim asker arkadaşım var onu da görür geliriz’
Attık kuzuyu arabanın bagajına, akşam 21.30 ’ da Sabahat Emir yazarımızın Beşiktaş yokuşundaki evinin kapısının zilini çaldık. Kucağımda kuzu. Yanımda muhtar Süleyman...
Kapıyı açan Sabahat Emir:
-’Olamaz. Sen çılgın fırtınasınnnnn! ! ! ’ diye bağırıyordu...