- 2176 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HACI ALİ'YE... EŞREF'İ MAHLUK OLAMAYAN, EŞŞEK'İ MAHLUK OLUR ...
Azizim, Merhaba;
Bir zamanlar, Rahmetli hocam derdi ki: İnsan vardır, eşref olur, İnsan vardır, eşek olur…Eşrefi mahluk olmayı beceremeyenler, eşşeki mahluk olmaya mahkumdur, Lakin, gerçek imanı elde eden ise, dünyaya meydan okur !..Yaz bunu yüreğinin bir köşesine…Yazdım.. Gün geldi, eşrefliğin hazlarında dolaştım, gün geldi eşekliğin zilletliğini tattım. Ve ne öğrendim biliyor musun; Eşref olmak varken, Eşekliğin hazzını !... tattırana şükretmeyi.. Öyle ya, Eşeklilik etmeden , geriye dönüp ardına bakmadan , eşrefliğin kıymetini kolay kolay anlayamayacağımızı…
İmanda Zirveye çıkmak çokk kolay, hatta inanamayacağımız kadar kolay…Zor olan o İman halinde sabit kalabilmek !.. Kalıcı olabilmek … Bir mezarlığa baktığınızda, hiç düşündünüz mü, ve sordunuz mu kendi kendinize, ‘’Bu mezarda yatanların hepsi ölü mü, yoksa içinde yaşayanları da var mı?’’…Böyle baktığımızda kim bilir nelere şahit oluruz.. Şimdi biz kendimizi düzeltiriz, Hatalarımızı görür, tamir etme hevesine girişiriz.. Tamir de ederiz birkaç ayda.. Böyle huzurlu huzurlu çocuk gibi sekeriz falan, Asıl mesele de o değil… Asıl BİR ÖMÜR BUNU KONTROL ETMEK miş mesele…
Tarih tekerrürden ibarettir diyen ne güzel demiş…Bakın Yusuf A.s ‘a.. İbreti alem…Zinadan korkmasaydı, anında kral idi ve melike onun idi, Ama korktu, zindan bana daha sevimlidir diye feryat etti, biraz acıttılar ama, kral da, melike de, cennet de , rabbin rızası da onun oldu :) İşte fark bu !.. Önemli olan, zindan ya da saray olması değil.. Adam isen , zindan saraya döner, adam değil isen , saray zindana döner… Bunu bir de kendi hayatımıza uyguladığımızda, kendi kendimizi saray olmayacak zindana yolladığımız gibi, Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder / Yunus 100 / ayeti celilesinin de muhatabı konumuna düşüyoruz vesselam…. Zirvede kalmak zor demiştik.. İFK olayını anımsıyor musunuz ? O Hz. Aişe ki, İFK olayı ile kuran’a giriyor, Temiz ilan ediliyor, Resullah’ın sevdiği, hümeyra’sı, Sıddık’ın kızı… Ama aişe ne yaptı ondan sonra, 85 bin müminin şehit edilmesine sebep oldu, hayatı boyunca tevbe ile ağladı durdu… Gene tarihten bir başka sayfa… Çevirelim sayfaları birlikte… Hz. Osman…İlimde süper, amelde süper, sofulukta zirvede, haftada bir hatim indirir, iki nurla evlilik şerefi ,cennetle müjdeli, infakta zirvede, dengi yok.. Ama perişan oldu.. Neden derseniz, dengesizlik….Hz..Osman, bir konuda zirveye çıktı, diğer konuyu ihmal etti, battı.. Onu batıran akrabaya iyilik, ihsan ayeti idi, bu ayetle amel edeyim derken, akrabası olan ne kadar islamın İ sini dahi üzerinde taşımayan adam varsa Vali yaptı…
Bir başka sayfa… Bir insan düşün şimdi de.. Hayatı boyunca süper yaşamayı seçsin..Korksun, kaçsın… Ama helal olanları sonuna kadar kullansın, haram olanlardan sonuna kadar kaçsın ve ömrünün son demleri yaklaşırken öyle bir sınava tabi tutulsun ki.. Eşi vefat etsin, derken çocukları birbirine girsin.. Düşün ilimde, amelde, infakta zirvede olan bu zat, eşinden sonra şeytana uyup zinaya düşseydi bir kerecik,geçmişi silinmez miydi !...
İşte.. Şimdi bir ömür unutmamam gerektiğini hissederek keşfettiğim bir sırrı vereyim size…Şu an yaşadığımız her şey, namazlarımız, kuran tilavetlerimiz, nefsimizle savaşlarımız, kendimizi dik tutmak için çırpınışlarımız.. Hepsi ama heeeepppppppsi , vefat zamanımıza en yakın olduğumuz o an’da vereceğimiz büyük sınav’ın alıştırma basamakları olmasın sakın !..., Hani derler ya, anlatılagelir şeytan ölmek üzereyken yaklaşıp en susuz zamanında, ben sana bu bir bardak suyu vereyim, sen de bana imanını ver der hani…Tamam dediğin anda işin bitti.. İşte bunu Ömrünün sınavı olarak düşünmek lazım.. Butün o savaşlarımız işte asıl vefatın yaklaştığı an’da DİK DURMAK için… Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşredilirsiniz hadisi şerifinin sırrının bir kısmına basamak mı oldu acaba yazdıklarım kim bilir…
Şimdi ortada bütün bunlardan çok daha mühim bir hadise var…
NASIL YAŞADIĞIM, NASIL ÖLECEĞİMİN SİNEMASIDIR !...
VE,
BEN HANGİ FİLMİ İZLEMEK İSTİYORUM !...
ZİLLET ile Yakılıp, Vemtazül Yevme Eyyühel Mücrimün !...Eey dünyada iken, benim isteklerime uymayanlar, habibimin getirdiklerine inanmayanlar, böyle olanlar bugün onun civarından ayrılsın, etrafında yalnız bana inananlar kalsın hitab’ı ilahisinin kulakları çınlatıp, dizleri titrettiği,yarabbi, beni yeniden dünyaya gönder de hayırlı amel işleyelim diye sızlanan !..Azabın en korkuncuna gark edilenlerin figüran olduğu bir ROL’de mi izlemek isterim kendimi ;
Yoksa…
Yoksa…
ŞAHADET İLE TAÇ’LANIP, ‘’Yarabbi beni bir daha dünyaya gönder, senin için bir kez daha şehit olayım ! ‘’ diyen AŞIK’ların ‘’Ya Eyyetühen Nefsül Mutmainneh !Gir cennetime ey kulum ! fermanına muhatap olan, habibi ile Cenneti Alayi bulan kullarının saflarında mı izlemek isterim kendimi ?!.
Herkes ama herkes İkinci şıkkı tercih eder muhakkak…
Kim istemez ki o Muhteşem ŞEHİTLER ve ŞAHİTLER topluluğu arasında olmayı…
Kim istemez ki …Kendisini o filimde en güzel rolde görmeyi…
İstemek.. Ah o istemek.. İstemek yetmiyor işte… Bedenine giydirmedikçe o İstemek elbisesini,Bir bütün olmadıkça KURAN simasıyla, Ve enn ufakkk bir hatada her şeyi kaybedeceğinin bilinci seni hakkıyla sarıp kuşatmadıkça varacağımız yerden korkmamak akıl karı değil…
Sözlerimi, Kur’an-ı Azimüşşan tiavetinden hemen sonra okuduğumuz HATİM duasının bir kısmını azıcık değiştirerek bitireceğim…
Ya Rabbi…
Gözlerimizdeki perdelerin yırtıldığı, Cennetin bekleme salonunda, Deneme sınavı mesabesinde olan bu dünya görünmez hale geldiği zaman, gözlerimiz Allahın Velayetinin Nur’una Nazır ve Hayran ! Allahü veliyyullezine amenü, yuhricuhüm minez zulumnati ilen nur ayeti celilesinin aydınlığı altında, Sağımızda, solumuzda, önümüzde ve arkamızda , bir ömür bize yaklaşmak için fırsat kollayan şeytan aleyhillane’nin ‘’Yemin olsun ki, ben onlara önden, arkadan, sağdan ve soldan yaklaşıp, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım ‘’sözlerine inat, Allahın : ‘’Muhakkak ki, senin, benim gerçek mümin kullarım üzerinde hiçbir etkin yoktur ! ‘’ ayeti celilesinin zaferini kazanmışlığımızla, göğsümüzdeki sağlam iman’ın , yani o ‘’AHDİ MİSAK’ın gücüyle, yüreğimiz başta cenneti ala Muhammed Mustafa’ya hayran, fikrimizde Havf-ı Yezdan, Dilimiz kelime’i şahadet’i bitirdiği an, bunun nihayetinde çene kapamayı, ve ÖMRÜMÜZE YAYDIĞIMIZ İMAN NURU İLE HUZURUNA VARMAYI, CÜMLEMİZE NASİB-İ MÜESSER EYLE !...
Amin….
Selam, sevgi, dua tevhid ve Hicretle…
Saygılar,
Fi’emanillah…
Hicret & Vuslat
23.10.2009
YORUMLAR
USTAMIN YAZISIYLA YAZINIZA YORUM EKLEMEYİ UYGUN GÖRDÜM.SAYGILARIMLA...
Sorun bu işte!.
Kilitlenmiş olmak!
Kendi kendini kilitlemek!.
“Anlayamıyorum... Okuyorum okuyorum bir türlü yerli yerine oturmuyor!... Tam anladım derken bir bakıyorum hiçbir şey anlamamışım!”
Çok duyduğum bir itiraf...
Niye böyle oluyor?
Çünkü, geçmişte bir zaman, kendi beynini kendi elleriyle kilitlemiş!..
Farkında değil geçmiş bir zaman içinde nasıl bir komutla kendi beyninin kilitlediğinin!.
Kesinlikle bilin ki, başkasına zannıyla ne yapıyorsak, gerçekte kendi kendimize yapıyoruz; ve kendi yaptıklarımızın da sonuçlarını yaşıyoruz!.
“Herkes elleriyle yaptıklarının sonuçlarını yaşar!” uyarısı da işte buna işaret ediyor!.
Geçmişte bir zaman içinde... Belki gençlikte veya yeni yetmelikte, bir hüküm veriyorsunuz: “Bu konu şöyledir” ya da “bu, bu kadardır”, diye...
Böylece, beyin o konuda kendi kendini kilitliyor!. Bundan sonra, o hükme ters gelen ne kadar yeni gelişme olursa olsun, beyniniz onları görmüyor ve değerlendirmeye almıyor!.
Bir kitap, bir kişi, ya da bir konu... Dinî veya toplumsal; fark etmiyor!.
Beyin yalnızca bu “sünnetullah” üzere çalışmasına devam ediyor!.
Bu sebeptendir ki, kim, ne zaman neyi reddetmiş veya inkâr etmişse, artık geri dönüşü olmuyor kolay kolay!.
Hiç mi?
Hayır!.
Tövbe kapısı açık!..
Eğer, yaptığının yanlış olduğunu kesin bir şekilde fark etmişsen; bunun düzelmesi için çok kuvvetli olarak o konuyu tekrar ele almışsan; yapacağın çalışmalar ile yeniden o alanı araştırma ve sorgulamaya sokup kilitlenmeyi çözme imkânına sahipsin!. Ama bu da elbette, o konudaki hükmünün kesinlikle yanlış olduğunu kavramana bağlı.
Aksi takdirde, beyin, geçmişte aldığı o komutun gereğini ölene kadar koruyor; sen de gözünün ya da basîretinin önündeki o gerçeği algılayamadan bu dünyadan çekip gidiyorsun!.
Her an her yeniye mutlak olarak açık olmak, işin başlangıcı...
Sorgulayıcı olmak; araştırmacı olmak; asla mevcut veri tabanınla kendini kayıtlamamak ve sınırlamamak!
“Dün bu konuda böyle denmiş ama başka türlü de olabilir mi acaba”, diyerek; yeni karşılaştığın her olayı veya fikri yeniden değerlendirmeye tutmak, kişinin beyin kilitlenmelerine karşı emniyet supabıdır!.
Toplumların çok büyük bir kısmı, daha genç yaşlarda kilitlenmiş beyinlerle yaşamlarını sürdürdükleri için, yaşamdaki sürekli yeni açılımları fark edemiyorlar!.
Toplumsal şartlandırmalar, beyin kilitlenmelerinin en büyük oluşturucusu!.
Daha çok küçük yaşlarda başlayarak, beyinler pek çok konuda kilitlenmeye başlıyor!.
Bir vesile ile bir şeyin orada olmayacağı yolunda bir fikir oluşmuşsa sizde; artık o şey orada gözünüzün önünde olsa bile onu göremezsiniz! Sanki kör olmuşunuzdur!.
İşte bu bireysel beyinlerde oluşan blokaj körlüğü, bazen toplumsal körlük şeklinde de açığa çıkar, o konudaki şartlanmanın tüm toplumu kilitlemesiyle.
Görünmezlerin, bilinmezlerin önündeki perde, çoğu zaman bizdeki bu kilitlenmelerin oluşturduğu blokajlardır!. Bazen de, bizdeki bu kilitlenmeleri bilenlerin, o perdeleri kullanmalarıdır.
“Velilerin, Allah’ın örtüsü altında gizli olmalarında” da bu sistem geçerlidir. Biz, “velilik ve veliler” hakkındaki zanlarımız dolayısıyla kilitlenmiş olduğumuz için, onları görsek de tanıyamayız!. Çünkü beynimiz zannımızla kilitlenmiştir o konuda!
İlle de, kafamızdaki zannımıza, kabulümüze göre açığa çıkacaktır ki o konu veya kişi, biz onu görebilelim!.
“…Ki, onların kalpleri (şuurları) var, onlarla (hakikatleri) anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla gördüklerini değerlendirmezler; kulakları var bunların, onlarla algılamazlar!.. İşte bunlar en’am (davarlar) gibidirler... Belki daha da sapkın... Onlar gâfillerin ta kendileridir.” (A'râf: 179)
“Allah, kalplerini (şuurlarını), kulaklarını/algılamalarını mühürlemiş ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır...” (Bakara: 7)
Burada, “Allah’ın mühürlemesi” ifadesinden murat, “sünnetullah” sonucu, beyin çalışma sistemi gereği, kişide oluşan kilitlenme, “körlük-blokaj”dır!.
Zirâ, kişi, verdiği yanlış hükümle beynini kilitler ve artık o gerçekle yüz yüze gelse de onu değerlendiremez!
KÜFÜR, “gerçeği örtmek, görememek, inkâr etmektir”!. Ki bu da, beyindeki kilitlenmenin sonucudur!. “Kâfir” diye tanımlananlar, beyinleri önceden verdikleri hükümle kilitlenmiş olduğu için, “ALLAH”, “Rasûlullah” ve “Kur'ân” gerçeğini değerlendiremeyip, onu ÖRTENLERDİR!
Bizi “OKU”mamış biri, elbette burada bahsedilen “hatem-mühürlenme” olayının yukarıdaki bir tanrı tarafından gerçekleştirildiğini düşünebilir…
Oysa bizi “OKU”yabilenler, şimdi farkedeceklerdir ki, her birimin özünde bulunup, varlığını oluşturan “Allah” isimlerinin işaret ettiği özellikler, kişide otomatik olarak bu işleyişi meydana getirmekte; bu durum da, “Allah’ın tasarrufu” olarak tanımlanmaktadır Kur’ân-ı Kerîm'de!.
Şimdi bakın burada elimize önemli bir anahtar daha almış oluyoruz Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak için...
Kişinin eline aldığını veya karşısındakini “OKU”yabilmesi için ilk şart, geçmiş tüm veri birikimini bir yana koyarak, onlara dayalı değerlendirmelerini devreye sokmayarak, tamamen objektif, yorumsuz olmasıdır.
İkinci iş, elindeki metinde veya karşısında anlatanda, işaret yollu, misal veya mecaz yollu dillendirmelere dikkat etmesi şarttır!.
Üçüncü önemli şart... Kesinlikle, "ben bunu zaten biliyorum, duymuştum-okumuştum" önyargısından uzak durup, asla peşin hükümlü olarak konu hakkında hüküm vermemektir!
Ola ki, o anda sizde o konuda yeterli açıklık oluşmadı... Bu defa o konuyu sakın inkâr veya red etmeyin... Hüküm vermeden, değerlendirme işini zamana bırakın... Zirâ, ya o konuda yeterli veri tabanınız olmadığı için o konuyu anlayamamışsınızdır; ya da daha önceden o konuda vermiş olduğunuz bir hükümle beyninizi kilitlemişsinizdir!. Bu durumda yapılacak en iyi iş, kendinizi o konuya sürekli açık tutmak olacaktır.
Bilelim ki, verdiğimiz hükümlerin neredeyse pek çoğu, bizim, sonsuz evrensel gerçeklik içinde sayısız sırdan mahrum kalmamıza yol açan, en önemli faktör olmaktadır.
Düşünce dünyamızı oluşturan kozamız, çoğu zaman evrensel araç olarak bizi sonsuz yeniliklere taşımak yerine; düşünsel hücremiz şeklinde hapishanemiz olmaktadır!.
Düşünün, evrende ve Dünyada, her şey, her an yenilenmektedir!.
“O her an yeni bir ŞAN’dadır” âyetiyle, bize, sürekli bir evrensel yenilenme uyarısı yapılmaktadır!.
Biz ise, hâlâ, toplumu çağlar öncesi anlayışa ve yaşam tarzına döndürecek(!) “Müceddid-Yenileyici” beklentisi içindeyiz!. Elinde kılıç, at üstünde ordusuyla ortaya çıkacak bir “Müceddid-Yenileyici”!!!
Muhtemelen benim ömrüm yetmeyebilir; veya türlü sebeple ben kendisine ulaşamayabilirim böyle bir “Müceddid-Yenileyici”ye ama...
Siz siz olun, şundan gâfil olmayın...
O gelecek Zât, halk dilindeki deyişle “MEHDİ RASÛL”, asla, sanıldığı gibi, toplumu ve Din anlayışını eskiye, asırlar öncesi anlayışa döndürecek bir “eskiye döndürücü”, ya da yüzyıllar veya yıllar önceki anlayışı tekrarlayacak bir “TEKRARLAYICI” değil; Celâleddin Rûmî’nin dediği gibi, “bugün artık yeni şeyler söyleyecek” bir “YENİLEYİCİ” olacaktır!.
Kilitlenmiş beyinler, ya da benim gibi ömrünün son günlerini yaşayanlar, muhtemelen, O mübarek Zâtı göremese de; en azından farkedip, biliyoruz ki, O bir “YENİLEYİCİ”dir!. Din Anlayışımızı “YENİLEMEK-TECDİD” işleviyle Dünya’ya gelmiştir; kanâatimce!. Buna açık olanlara ne mutlu!.
Dünün tekrarlarını tekrarlayacak “TEKRARLAYICI” beklemekte olup da, kafalarındaki bu “tekrarlayıcı”ya “müceddid-yenileyici” adını etiketlemiş olanlar, bu gerçeği kabullenemeseler de; maâlesef olay budur!
Ömrü olan görecek ve bizi rahmetle anacaktır!.
Siz siz olun, beyninizdeki kilitlerinizden kurtulmaya bakın; “sünnetullah” denilen evrensel gerçekleri görmekten mahrum kalmamak için!
Biricik ve yegane önderimiz, Peygamber Efendimiz (SAV) buyuruyorlar ki:
"Nedense çoğu insanlara, dünya sevgisinin hakim olduğunu görüyorum! Sanki, bu dünyada ölüm başkalarına yazılmış ve hakka riayet etmek başkalarına farz olmuştur. Hatta durumları hakkında bilgi edindikleri ölüler, onlara göre sanki yakın bir zamanda vatanlarına dönecek yolculardır. Ölüleri toprağa verip miraslarından faydalanıyorsunuz; sanki, onlardan sonra ebedi olarak kalacaksınız. Heyhât! Heyhât! Acaba, sonrakiler öncekilerin (durumundan) öğüt almaz mı? Allah’ın kitabında olan her öğüdü görmezlikten gelip unuttular; (korkutulan) her kötü âkıbetin şerrinden kendilerini emanda bildiler; musibetlerin inmesinden ve hadiselerin korkunç sonuçlarından korkmadılar.
Allah korkusunun, kendisini halkın korkusundan alıkoyduğu kimseye ne mutlu!
Kazancı temiz, bâtını sâlih, zâhiri iyi ve ahlakı doğru olan kimseye ne mutlu!
Malının fazlasını infak eden ve lüzumsuz sözü terkeden kimseye ne mutlu!
Allah’tan ötürü alçak gönüllü olan, sünnetimden yüz çevirmeksizin, kendisine helal olan zevklere ve dünya nimetlerine bile gönül bağlamayan ve sünnetimden dönmeksizin, dünya ziynetlerini terkedip, benden sonra Ehl-i Beyt’imden olan seçkinlere uyan, fıkıh ve hikmet ehli olan kimselerle oturup kalkan ve fakirlere acıyan kimseye ne mutlu!
Günaha bulaşmaksızın helal bir yolla kazanç elde edip, günah olmayan yolda harcayan ve yoksullara ihsanda bulunan kimseye ne mutlu!
Başkalarına kibirlenip büyüklük taslayan, dünyaya aşırı ilgi gösterip dinde bid’at oluşturan ve sünnetime ters düşen şeylerle amel eden kimselerden uzak duran mü’mine ne mutlu! Halka karşı güzel ahlaklı olup yardımını onlardan esirgemeyen ve kötülüğü onlara dokunmayan kimseye ne mutlu! "
Selam ve dua ile...