Şehid Anaları Ağlamayın!
Nihayet..
Demokratik Kürt Açılımı denilen Zıt Fikirler Meydan Muharebesi’nde ilk manganın Kandil’den Habur’a çıkartma yapmasına bütün dünya şahid oldu..
Pek tabii bu bir nev’i dayatma ve ayartma gibi görünen çıkartmada harici bedhahlar alkış tutarken, dahili sathımızdaki herkes bu hâli, kendi aklı ve mantığından ziyade siyasi düşüncesine göre değerlendirdi..
Kimilerine göre, gelen PKK Barış Heyeti Türkiye’de yeni bir demokratik dönemin başladığına işaret, kimilerine göreyse bir ihanetin ve PKK teslimiyetinin ta kendisi..
Hattâ malûm profumuz Mümtazer Türköne; “Bu bir isyan bastırma yöntemi devlet açısından bakarsak. Devlet isyan bastırıyor. Bunun için devlet isyanın elebaşlarını affeder. Osmanlı çok isyan bastırmış bir devlettir. İsyan bastırırken isyanı başlatanı affeder, çok uzak bir vilâyete atar, sonra maaş bağlar ona. Bir de ayrıca Paşa rütbesi verir. Bunlara da “Başıbozuk Paşası” derler. Osmanlı’da üç tür Paşa vardır. Askeriye Paşası, Mülkiye Paşası, Başıbozuk Paşası. Yani Apo’ya Paşa rütbesi verilebilir Osmanlı mantığıyla yaklaşırsanız” bile dedi.
Başbakan, adeta miting havasına girercesine Ağrı-Erzurum güzergâhında gönül okşayıcı, fikir yoklayıcı hamasi konuşmalara yöneldi.
Haa.. bir de bu açılımın içine alınacak “Ermenistan’a yakınlık” sebebiyle Azeri kardeşlerimiz işin içine girdiler ve Bakü’deki Türk Şehitliği’nden bayrağımızı indirme geleneğini öteki bayrak indirmelere yaydılar..
Sonra ardından gündeme doğalgaz resti geldi. Bize de nota verme işi düştü..
İsrail ile birdenbire bir Anadolu Kartalı Tatbikatı krizine tutulduk. Derken DTP de bilgi mahrumu bile olmasına rağmen, güya gelişmelerde aktif rol oynamışçasına önce Kriz Masası oluşturdu. Ardından milletvekilleriyle, içeriye merakla mı, hangi hakla mı buyur ettiğimiz karışık PKK’lıların peşine düştü. Otobüslere doluşup gözyaşlarıyla masum ve mahzun profiller vermeye, göz yaşartmaya başladılar.
Dedik ya, herkes kendi fikri ve zikri icabı meseleye müdahil oldu..
Peki, 40 bin şehidin verdiği canına ve kanına ne oldu.?
4 mektubu, muhatabları nasıl karşılar, kabul mü red mi ederler bilemem, ama tetörist artıklarının bu ülkede gövde gösterisi yapıp yeniden PKK bayraklarının dalgalanmasını sağladıkları bir zamanda yine bölgede PKK çatışması ve askere kurşun haberleri malûm ve meş’um gündemlerini boş bırakmadılar.
İşte tam bu esnada Prof. Türköne’nin Ahmet Cevdet Paşa’yı hatırlamasına karşı, ben de Ahmet Rüstem Paşa’yı hatırladım..
Ki; O’ Osmanlı İmparatorluğu’nun son ABD Büyükelçisi Ahmed Rüstem Bey Beyaz Saray’a davet edilişini. O ihtişamını sadece milletleri küçümsemesinden temin eden Saray’da Rüstem Bey’in yoluna Ayyıldızlı Türk Bayrağı motifli halıların serilişini ve hissettirmeden O’na çiğnetmek isteyenleri.
Esasında bir nezaket ve itibar gösterişi gibi Amerikan aklına yerleştirilen bu sinsi davranış biçiminden şiddetle etkilenen Büyükelçimiz’in; “Bu yere serdiğiniz ve çiğnenmesini istediğiniz halı benim memleketimin şerefidir. Üzerinde hem dini inancımızın, hem de bayrağımızın ayyıldızı var. Onun yeri ayakların altı değil ellerin erişemeyeceği yükseklerdir. Bu halı buradan kaldırılana kadar sarayınıza adım atmam mümkün olmayacaktır” diye çıkışını..
Neticede Osmanlı ile Amerika’yı savaşın eşiğine getiren bu durumda, milli birliğinden ve devlet hassasiyetinden taviz vermeyen Rüstem Bey karşısında geri adım atan tarafın ABD olduğunu ve o halının Beyaz Saray’a giriş yolundan kaldırıldığını..
Yani; Polonla asıllı adı Bilinski olan ve sonradan Sadettin Nihat Paşa ünvanıyla Osmanlı’ya hezmette bulunan babasının yolunda ilerleyen Alfred isminde Polon asıllı olduğu hâlde bu derece asaletli davranan Ahmed Rüstem Bey’in Beyaz Saray’a nasıl adım attığını hatırladım..
Şimdi.. aynı duruma benzer bir durumu o günlerde, bugünün Türkiye’si kadar gücü olmayan ve Türk’ün iman ve adalet gücüne sahib olanlar, Osmanlı asaletinden taviz vermeden Ayyıldızlı bayrağını yere düşürtmezken, dün Habur kapısından Diyarbakır’a kadar uzanan yollarda PKK bayrakları gönderdeydi ve Türk bayrakları da ortalarda yoktu. Bana göre bu yokluk bir bayrağı yere düşürmek kadar acıydı, elemliydi, endişe vericiydi.
Yapılan işaretlerin hiç birisinde Açılım’a müteşekkir vefası görülmediği gibi, inadına Sosyalizm emareli çift parmak zafer işaretleri foraydı.
Şimdi.. Kandil Devleti’nin esaretteki böyyük Başkanı’ndan emir aldıkları söylenen zavallılar, TC’ye muhatab güçlü bir Devlet Elçisi sıfatıyla ellerine verilen 4 mektubu, TC Devlet Başkanı, Başbakanı, Genelkurmayı ve Meclis Başkanı’na ileteceklerini, dökülen kanların daha hesabı sorulmadan bu millete ilân buyurdular.
Kendilerini Anadolu’nun düz ovasında dahi bir Kandil Dağı yaratığı gibi gören Eşkıya’ya bir tarafımız muhakemesiyle tutuklatma isteği gösterirken, öbür tarafımız Açılım’ın gereklerini yerine getirdi ve “yargı hürdür” kuralından hür bıraktı.
Kısacası TC tarihinde ilk defa PKK’ya tam destek verildi.
Muhatab alınmayan APO tam muhatab alındı.
En çirkini ve talihsizi de, 30-40 bin şehidin kanını içenlerin elçiliğine soyunanlar, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin de dediği gibi Hac Kafilesi hükmüyle davul zurnalarla karşılandılar ve merasimlere tâbi tutuldular.. Yeniden bu gelişmelere geçmişin esas penceresinden bakacak olursak, bir Açılım inadı uğruna TC’nin gururu, elbette 34 kişilik bir hain gurubunun çift parmaklı sosyalizm zafer işareti ile kırıldı.
Netice; Böyyük adamlarımız PKK’ya böyyük böyyük lâflarla “Dönün!” çağrısında buluyorlar.
Dönerler mi? Hayır! Çok beklerler.
CHP kanadının söz sahibleri de iktidara bir çağrıda bulunarak şu soruyu yöneltiyorlar: “Gücünüz PKK’ya değil Azerbaycan’a mı yetiyor?”
Şehit Aileleri’ne ise çırpınmak düşüyor ve onları görecek gözlerde bir basiretsizlik çağı doğuyor..
Ama kıstas alınacak esas sözler, yine her zaman olduğu gibi MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geliyor: “PKK Türkiye’ye değil AKP PKK’ya teslim olmuştur” diyor ve gerisini getiriyor; “Dün ülkemize sınırdan giren teröristlerin çaresiz ve aldatılmış olmaları mümkün değildir. Sözde marşlarla sevinç çığlıklarıyla yapılanlar AKP’nin eseridir. Alkışlarla karşılananlar Mekke’den dönen Hacı Kafilesi değildir. Ya da alın terleriyle ekmeklerini kazanmak için gittikleri gurbetten kesin dönüş yapan gurbetçiler değildir. Milletini yabancı coğrafyalarda gururla temsil eden Mehmetçikler de değildir. Bunlar elinde bebeklerin, anaların, kadınların, şehitlerin kanı olan silâhlarına binlerce masum insanın kanı bulaşmış hain teröristlerdir.”
Evet, öyle, öyle de, Bahçeli’ye ilâveten söylenecek daha başka sözler de yok mu?
Var.. Baştan beri PKK’nın eroin ticareti ve kara para kazanma fırsatını görmezden gelen ikiyüzlü, hain ve düşmandan düşman Batı devletlerinin bir oyunu olarak ifade edilen bu Demokratik Kürt Açılımı, yarın Türkiye’de demokratik haklılıkları en kötü bir şekilde paylaştırma fırsatına dönüştürülürse, durumu düzelteceğiz derken vehamete yol açmaz mıyız? Yani, “haydi bakalım bana gel dediniz geldim. Nerde aş iş? Ver bakalım” diye efelenmeler başlarsa, eli kanlılar bu masum halktan daha üstün tutulmuş olmazlar mı?
25 yıl, bir çeyrek asırdır. Çeyrek asır boyunca bir ülkeyi reddeden ve halkı ile boğuşandan olan hangi hain bu memleketin ekmeğini esas halkından önce yemeyi hak edebilir? Yarının ne getireceği ne belli..
Bütün mesele PKKlı açısından bir pişmanlık teslimiyeti midir?
Bütün mesele devletin yetkili organları açısından dağdan inişi her halükârda sağlama işi midir? 25 yıllık silâhlı mücadele mi, ya da ilelebet bir demokratik hakkı gelecek bütün hainlere peşkeş mi daha eftaldir? Hangisi?
Şu işe bakın ki, TC’ye iltica edenlerin sadece 5 saat boyunca üzerinde ısrar ettikleri tek kelime ne bu ülkeyi sevmek, ne sevmemeye pişman olmak, ne şu, ne bu..
Yine aynı inad, aynı kararlılık, aynı cesaret ve aynı huy ile sadece “Sayın!” inadı..
Döktükleri kanlara, yaktıkları canlara rağmen böyle bir hakkı kendilerinde bulanlara rağmen Şehidlerin hakkı içün; Demokratik Kürt Açılımı’ndan haz duymak ve Anadolu’yu iknaya çaba ve zaman harcamak kendi malûm ifadeleriyle acaba ne kadar ‘ŞIK’tır?
Demokratik Kürt Açılımı lâfzı Alaimi Sema ağızlarından bu âleme zembille inmedi ya..
Alternatif bir lâfı edilmesin..
YORUMLAR
"Simray" isimli arkadaşa katılıyorum: Yaralar sarılmaya bakılırken cürmümüz kadar da olsa tuz basmaya çalışmayalım lütfen!.. Bu analar ağlamışsa başka anaların ağlamasını istemiyorlar. - Bilmeden de olsa - kırşkırtıcı davranışlarda bulunmayalım lütfen.
NOT: Bu arada bu şehid analarını birileri kışkırtıp dürtüyor.
KATİYYETLE SİZE KATILMIYORUM.....
Bilmeden birçok konu hakkında yorum yapıyorsunuz....
Başlık ile yazı içeriğiniz çok farklı....
Prof. Türköne' yi çok hafife almışsınız.....Onun bilgilerinin yanında sizin ilminizin ne kadar olduğunu bile bilmek istemiyorum....
Gıybetten maksat ilim yaymak ise ; boşuna zahmet etmeyin....
ortamı da germeyin lütfen.....
Saygılarımla.....
İçim mi desem, bağrım mı desem, yüreğim mi desem, ne desem bilmem ki?
Sanki ateşler düşüyor lavlar akar gibi, cız edip duruyor.
Ağlıyorum bu görüntülerden.
Face book sayfamdan dahi ayrıldım, artık tv seyretmeyeceğim,
Çünkü bir kalan aklım var sağlam...
Ona sahip çıkmalıyım ki, düşman nereden, hangi yönden gelirse kendimi ve vatanımı koruyayım.
Bu nedir ya?
Depresyona giren bir sürü insan var.
Sessizdi çığlıklarımız ve herkes evinde sessizce ağlıyordu...
Şimdi, kardeş kardeşi düşürdükleri yetmiyormuş gibi,
Zalimler çiçeklerle karşılanırken,
Gaziler itilip kakılıyor...
Şehit analarını ve şehitlerimizi kimsenin bu kadar incitmeye ve acıtmaya hakkı yok...
Başbakan ve bakanlar bu son durumu yaşatmadan önce bu Türk Toplumunun psikolojisini düşünerek siyasi stratejisin dozunu ayarlaması gerekiyordu.
Artık itibarı taşırmış ve yitirmiş bir siyasetçilere ne derece güvenilir?
Durum çok vahim:((
Allah sonumuzu hayırlı etsin...
Paylaşımınıza teşekkür gönül dostu...
Sevgi ve ışıkla...
Bir olma, birlik olma, aynı gökyüzünü, aynı toprakları, aynı denizi, aynı suyu paylaşmak, millet olmak, vatan olup aynı bayrak altında yaşamak, yaşayabilmek en büyük dileğimizdir. Ama bu dilekler oluşturulmaya çalışılırken , bir taraf bayram yaparken, bir tarafa kan ağlatmak birlik ve beraberliğe düşürülen en büyük gölgedir.
Terörü meşru kılıp , bu zamana kadar dökülen kanları hiçe saymak hiç bir ülkenin yapabileceği şey değildir. Hukuk her kişiye aynı işlemeli, kan dökenlere nasıl ceza veriliyorsa öyle ceza verilebilmeldir. Yoksa bir olmaktan söz edilmesi mümkün değildir bir ülkede.
Şimdi bir kaç dakika içinde sorgulanıp serbest kalanlar ve onlara her türlü desteği yapanlar " demek bu zamana kadar yapılanlar çok doğru imiş. Biz kan dökmekte haklıymışız demeyecekler mi?
Bu sorular peş peşe gelecektir ve gelmelidir de. Umarım hiç birimizin onuru, kimliği, kişiliği gururu incinmeden bu oyunların içinden çıkmayı başarabiliriz.
Buna dair umutlarım her geçen gün biraz daha yok olmasına rağmen hala umut etmekte direniyorum aslında.
Saygılar