Soru-cevaplar-13 / Ecel hakkında.....
HİCRET & VUSLAT ( 10/19/2009 )
RE:ECEL HAKKINDA ....
Tarih:20 Ekim 2009 Salı 21:14:26
Azizim;
Sanırım, Niyazi Mısr-i hz lerine, bir şeriat alimi ’hikmet ilmini’ kendisine öğretmesi için talepte bulunur...O mübarekte ’bir şartla,’der...Sen de bana şeriatı öğreteceksin...!!!
Hz Musa kelimullah;ümmetini kurduğu şeriatta sabit tutamadığını,bir iman bir küfür yaşadıklarını görünce cenabı hakk’a müracaat etti.
-Eksiğim nerede,nasıl muzaffer olacağım ya Rabb...
-’İki denizin birleştiği yere, Hızır kuluma git,’ denildi.(Müfessirler,iki denizin birleştiği yer olarak kızıl denizin çatal yaptığı yerdir, dediler...Hiç alakası yoktur.O bir ’ilm-i ledün’ işaretidir...O sırrı ancak TEVHİT EHLİ’ bilir.)
Hızırla buluşulur...Uzun ve meşakkatli bir mücadelenin sonucunda,buluşma gerçekleşir amma,Hızır a.s. sen bana dayanamazsın,der....Sonunda dayanamadığı ortaya çıkar...Halbu ki Musa a.s. dayanabileceğini zannetmektedir.Muazzam ilim sahibidir,ilmin kavrayamayacağı kadar öte olduğunu sanmamaktadır.Yanılır.
Üç hikmete ancak dayanır. Onlarda da kabullenememekten dolayı kayba uğrar.
İnsan aklı (beşeri akıl) tevhit sırlarını kavrayamaz.Tevhide davet edilecek olanların kalbi Allah’ın nurlarına zaman içinde hazırlanır..Gönülleri nurlarla aydınlatılarak yeni sırları kabullenebilecek kemale ulaştırılır.Ondan sonra o özel kullar miraca davet edilir,Allahtan alınan SAFİ NUR ilimler bize adeta tercüme edilir..Yenilip yutulacak halde pişirilmiş olarak bize yansıtılır.
Böyle olmasaydı neredeyse hiç kimse ilahi mesajları algılayamayacak,inkar ederek celal perdesinin gerisinde kalacak,Hakk’ın cemalini bugün olduğu kadar göremeyeceklerdi....
Eğer zannedildiği gibi;dualar oluşmuş tecellileri değiştirmeseydi,davetin de ibadetin de bir anlamı kalmazdı..Mizandan bahsetmekte akıl dışı olurdu..Cüz irade kavramı ortadan kalkardı...
Sen şundan emin olasın ki;
Kulun her alandaki negatif ve pozitif dilekleri, ilahi düzende yürürlüğe konur,karşılığını bulur.Buna ömrün uzaması ve kısalması da dahildir.’’Söyleyene değil söyletene bak’’sözüne dikkatinizi çekmek isterim.
Ancak değişmeyen bir ecel de ayetlerle bildirilmiştir..O da her kulun bir potansiyel yaşam süresiyle doğduğudur...Bunun da ana rahmine kaldığı anda belirlendiğini,ayet ve hadislerden anlıyoruz.O süre kul nasıl bir çevrede yaşarsa yaşasın,neye inanırsa inansın,nasıl davranırsa davransın o süreden öte yaşayamayacaktır,demektir...Ama kul o sureyi kolay kolay kullanamaz..Çok azı müstesna..Öyle de oluyor...Belli yaşın üzerine çıkanların sayısından bu bellidir.
Amerika da ortalama ömrü 86 ya çıkaran Allah,Afrika’dakilere daha kısa eceli müsemma mı tayin etti,haşa.
O adildir.Amerikanın şartlarını Afrika’da gerçekleştirin bakın nasıl ömürler uzuyor...Bizim çocukluğumuzda Türkiye de yaş ortalaması 40 larda idi,bak cüz iradelerimizle geliştirmeye çalışılan ülkemizde şimdi 70 lere dayandı.
Kader sırrı en örtülü sırdır....Herkes için merak konusu olan bu sır,bir İMANÖLÇER terazi niteliğindedir.Çok çok çok nadir seçilmişler dışındakilere inanmaktan öte her yol kapalıdır...
O seçilmişlerin gönülleri de ’sırlar mezarlığıdır.’
Aşağıdaki yazıda onca ayeti sıralayan arkadaşımız,tarih boyu tartışılmış ve ümmetin ekollere ayrılmaktan başka yol bulamamış olduğu bir konuyu,belli bir görüşe angaje olmuş olarak okuyucuyu dilediği gibi yönlendirdikten,beynini de yeterince yorup pes ettirdikten sonra, kendince tatmin olduğu görüşü kesin görüş olarak bir veciz cümle gibi söyleyip,yazıya son veriyor...Bu şekilde dine layığı ile hizmet ettiğini zannediyor...Allah zannına göre sevabını verir muhakkak..
Bu görüşün tam aksini savunanlar da aynı metodu ve aynı ayetleri kullanarak,aynı kesinlikle kendi görüşlerini belirtir,yine dine en muazzam hizmeti yapmanın huzuruyla sözlerini veciz biçimde bitirirler.Cenab-ı Hakk onlara da zanlarına göre sevabını ille de verir.
Şimdi sen ve ben bunları tartışmak yerine hazmedebildiğimiz kadar ilimle yetinip, ibadete ağılık versek daha faydalı olacaktır.
Uygulamadığım,hayatıma yansıtamadığım ilim,emanettir, benim değildir.
selam ve dua ile...
Not; İlgili yazı çok uzun olması nedeniyle sona alınmıştır..
Şimdi gönderdiğiniz yazıyı bir kere daha okuyalım.
Kararı ondan sonra verelim...
---------------------------------------------
İslam Akaidi’nin üzerinde çok tartışılan temel konularından biri de "Ecel" konusudur. Bu konu aynı zamanda Akaid İlmi’nin İlmi Kelam olarak isim almasına sebep olan meselelerden de biridir. Ne var ki, konu İslam dini ile ortaya çıkmış bir konu da değildir.
"Ecel" konusu çok eski zamanlardan beri tüm düşünürlerin ilgi alanlarına girmiş ve felsefe kitaplarında ayrıntılı incelemelere tabi tutulmuştur. Müslüman kesimde de "ecel", "eceli müsemma", "eceli kaza" ve "ecelin kısalması ve uzaması" gibi başlıklarda ele alınan konu üzerinde çokça durulmuş ve bu konular üzerinde farklı görüşler, hatta ekoller oluşmuştur.
Konu hakkında görüş ileri sürenlerin en meşhurları Eş’ariye ve Mu’tezile mezhepleri olup ortaya atılan görüşler "maktulün ölümü" örneğinden yola çıkılarak izah edilmeye çalışılmıştır. İnsanın bir başkası tarafından isteyerek veya kaza ile öldürülmesi hakkındaki tartışmaların sonucunda "Ecel" kavramıyla ilgili olarak farklı bakış açıları ortaya çıkmıştır.
Meseleyi doğru olarak çözebilmek için önce Kur’an’da türevleriyle birlikte elli beş kez yer alan "ecel" sözcüğünün sözlük anlamının ve Kur’an’da hangi anlamda kullanıldığının tespit edilmesi gerekmektedir.
"الاجل Ecel, bir şeyin müddeti [süresi]" demektir." (Lisanü’l-Arab; c:1 s:55-59)
"الاجل Ecel, bir şey için belirlenmiş süredir. İnsan hayatı için belirlenmiş olan süreye de "ecel" denmiştir. "Dena ecelühü [onun eceli yaklaştı]" deyimi, ölümünün yaklaştığını ifade eder. (el-Müfredat; s:11)
"Ecel, ölümde vaktin gayesidir. "Dena ecelühü [onun eceli yaklaştı]" deyimi, ölümden ibarettir. Bunun aslı sürenin dolması, yani hayatın sona ermesidir. (Tacu’l-Arus; 14/12)
Lügatlerde yukarıdaki anlamlarla açıklanan "ecel" sözcüğü, Kur’an’da ya "belirlenmiş bir süre" anlamında ya da "bir sürenin son anı" anlamında kullanılmıştır.
"Ecel" sözcüğünün "belirlenmiş bir süre" anlamında kullanıldığı ayetler:
Kasas 27-29: O [kızların babası] dedi ki: "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın."
O [Musa], "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki ecelden [iki süreden] hangisini gerçekleştirirsem gerçekleştireyim, demek ki bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir" dedi.
Artık Musa eceli [süreyi] gerçekleştirip ailesiyle yola çıkınca, Dağ tarafından bir ateş hissetti. Ailesine: "Siz [burada] durun; ben bir ateş hissettim, belki oradan size bir haber yahut o ateşten bir parça getiririm; belki ısınırsınız" dedi.
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, bu pasajda geçen "ecel" sözcükleri, süresi sekiz yıl ve on yıl olarak belirlenmiş zaman dilimlerini ifade etmektedir.
"Ecel" sözcüğünün "bir sürenin son anı" anlamında kullanıldığı ayetler:
- Bakara suresinin 231 ve 232. ayetlerindeki "فبلغن اجلهن febelağne ecelehünne [ecellerine yetiştiklerinde]" ifadesinde; Bakara suresinin 234. ayetindeki "فاذا بلغن اجلهن fe iza belağne ecelehünne [ecellerine yetiştikleri zaman]" ifadesinde; Bakara suresinin 235. ayetindeki "حتّى يبلغ الكتاب اجله hatta yeblüğal kitâbü ecelehü [farz olan bekleme süresine, eceline ulaşmadan]" ifadesinde; Talak suresinin 2. ayetindeki "فاذا بلغن اجلهنّ fe izâ belağne ecelehünne [ecellerine ulaştıkları zaman]" ifadesinde ve Talak suresinin 4. ayetindeki "واولات الاحمال اجلهنّ ان يضعن حملهن ve ûlâtül ehmâli ecelühünne en yeda’ne hamlehünne [hamilelerin eceli yüklerini koymalarıdır / çocuğu doğurmaları veya düşürmeleridir]" ifadesinde "ecel" sözcükleri hep iddet/bekleme süresinin son günü, son saati anlamında kullanılmıştır.
Hud suresinin 3. ayetindeki "yümetti’küm metâan hasenen الى اجل مسمّى ilâ ecelin müsemmen [adı konmuş bir ecele kadar size güzel kazanım kazandırsın / sizi güzel güzel yaşatsın]" ifadesinde ve Hacc suresinin 33. ayetindeki "leküm fihâ menâfiu الى اجل مسمّى ilâ ecelin müsemmen [sizin için onlarda adı konmuş ecele kadar bir takım menfaatler var]" ifadesinde ise "ecel" sözcükleri belirlenmiş ömrün son günü anlamında kullanılmıştır.
Bakara suresinin 282. ayetindeki "iza tedayentüm bideynin الى اجل مسمّى ila ecelin müsemmen [adı konmuş bir ecele kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman]" ifadesinde, "ecel" sözcüğü borcun -senesi, ayı, günü ile- son anı anlamındadır.
Hacc suresinin 5. ayetindeki "ve nükırru fil erhami ma neşaü الى اجل مسمّى ila ecelin müsemmen [ve dilediğimiz bir adı konmuş ecele kadar rahimlerde durdururuz]" ifadesinde ise "ecel" sözcüğü doğum vakti anlamında kullanılmıştır.
التّأجيل TE’CİL
"Ecel" sözcüğünün türevlerinden olan "التّأجيل te’cil" sözcüğü, "ecel belirleme, ileriye yönelik son vaktin belirlenmesi" demektir. Bu sözcük Türkçeye "tecil" şeklinde girmiş olup bir borcun ödenmemesi durumunda ödeme gününün yeniden belirlenmesi veya henüz muhakemesi devam eden bir davanın karar verilemeyen bir duruşması sonunda bir sonraki duruşma tarihinin belirlenmesi anlamında kullanılmaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, "tecil"in kesinlikle "erteleme" anlamına gelmediğidir. "Tecil", sadece bir sürenin sonunun belirlenmesidir ve Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır:
Mürselat 11-13: Elçiler, vakitlendirildikleri zaman,
bunlar hangi gün için tecil edildiler ise!
Ayırt etme günü için...
Âli Imran 145: Ve herkes sadece Allah’ın izniyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
En’âm 128: Ve O [Allah], onların hepsini topladığı gün: "Ey cinn topluluğu! İnsten çoğunu yoldan çıkardınız" der. Ve insten onların veliyyleri: "Rabbimiz! Biz birbirimizden kazanç sağladık. Nihayet biz bizim için vakitlendirdiğin ecelimize ulaştık" derler. O [Allah]: "Ateş, sizin durağınızdır. Orada, Allah’ın dilemesi müstesna, ebedî olarak kalacaksınız" der. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, en iyi bilendir.
اجل مسمّى ECEL-İ MÜSEMMA
"Ecel [süre]" ve "müsemma [adı konulmuş, belirlenmiş]" sözcüklerinden meydana gelen bu sıfat tamlaması, "adı konmuş, belirlenmiş bir süre" anlamını ifade etmekte olup bu tamlama ile Kur’an’da "senesiyle, ayıyla, günüyle, saatiyle sürenin son anı" kastedilmektedir. Bu tamlamanın geçtiği ayetler şunlardır: Bakara/282, En’âm/2, 60, Hud/3, Ra’d/2, İbrahim/10, Nahl/61, Ta Ha/129, Hacc/3, 33, Ankebut/53, Rum/8, Lokman/29, Fatır/13, 45, Zümer/5, 42, Mümin/67, Şûra/14, Ahkaf/3, Nuh/4.
Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, insanlar ve diğer canlılar için var olan ecel, toplumlar için de söz konusudur. Yer, gök ve diğer tüm varlıkların da birer eceli vardır.İnsanlar ve diğer canlılar için var olan ecel, her toplum için de söz konusudur:
En’âm 2: O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. Sonra "ecel"i gerçekleştirmiştir. Ve adı belirlenmiş ecel onun katındadır. Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz.
Ra’d 38: ... لكلّ اجل كتاب Her ecel için bir yazı/kitap vardır.
Ayetin bildirdiğine göre, haber verilen her ecel ile ilgili Allah katında ayrı bir yazı vardır. Yani, bizler bilemesek de her ecelin bir sebebi, gerekçesi vardır. Hiçbir ecel sebepsiz ve anlamsız değildir.
Ankebut 53: Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş / adı konmuş bir ecel olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.
A’râf 34: Ve her ümmet [toplum] için bir ecel [süre] vardır. O nedenle ecelleri geldiğinde, ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.
Fatır 45: Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında [yeryüzünde] hiçbir "dabbeh"i [canlıyı] bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir.
Bu konu ile ilgili olarak ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Âl-i Imran/145, A’râf/135, 185, Yunus/11, 49, Hud/104, Hicr/5, İbrahim/10, Nahl/61, Müminun/43.
Görüldüğü gibi, nasıl bireylerin belirlenmiş bir ömrü varsa, toplumların da aynı şekilde belirlenmiş bir ömrü olduğu yukarıdaki ayetlerde açıkça belirtilmiştir. Yani, toplumlar da insanlar gibi, kendileri için belirtilmiş sürenin ne önüne geçebilirler, ne de geri kalabilirler. Yükselen ve egemenliklerine sahip olan uluslar sürelerini doldurduklarında, ya ahlâkî çöküntü sebebiyle Allah’ın cezasını hak ederek tamamen helâk edilirler ya da egemenliklerini yitirirler.
YER, GÖK, TÜM VARLIKLAR İÇİN ECEL VARDIR:
Rum 8: Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hakk ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rabblerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Ra’d/2, İsra/99, Fatır/13, Lokman/29, Zümer/5, Ahkaf/3.
Bu ayetlerde de, yer ve göklerin hakk ile yaratıldığı; bunların "adı konulan bir ecele kadar" varlıklarını sürdürecekleri; gecenin, gündüzün, Güneş’in ve Ay’ın belirlenmiş ecele doğru akıp gittiği bildirilmektedir. Demek oluyor ki evrenin de bir eceli [bitiş, yok oluş anı] vardır.
İNSANIN ECELİ VE ÖLÜMÜ:
Ölüm şekli ne olursa olsun, insan ne kadar yaşarsa yaşasın, her insan kendisi için takdir edilen "ecel"’de ölmektedir:
En’âm 60: Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra adı konmuş ecelin gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
Zümer 42: Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Ayrıca şu yetlere de bakılabilir: En’am/128, Mü’min/67, Nuh/4, Âl-i Imran/145, Münafikun/11.
Bu ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır ki, ölüm, Yüce Allah’ın herkes için farklı şekil ve zamanda belirlediği sürenin bitişinde gerçekleşmektedir. Toplumda, yaşlı insanların yaşlılık sebebiyle yatakta ölmeleri için kullanılan "eceliyle öldü" tabiri yanlış bir ifadedir. Çünkü bütün varlıklar ve insanlar "eceli ile" değil, "ecelinde", yani kendisi için Rabbimizin belirlediği sürede, o sürenin sonunda ölmektedir.
SAVAŞTAN, ÖLÜMDEN KAÇMAK NE KAZANDIRIR?
Yukarıda açıkladığımız gibi, "ecel" sözcüğü birçok ayette "belirlenmiş bir sürenin sonu" anlamında kullanılmıştır. Buna göre ömrün sonu "ecel" anlamına gelmektedir. Bu anlamda ecel, ölüm için senesiyle, ayıyla, haftasıyla, günüyle, saatiyle, saniyesiyle tayin ve takdir edilmiş olan vakittir. Bu ecelin değişmeyeceği, öne alınıp sonraya bırakılamayacağı, örneklerini verdiğimiz ayetlerde gayet açık ifadelerle belirtilmiştir. O hâlde ne kadar kaçılırsa kaçılsın veya ne kadar acele edilirse edilsin, ecelin ertelenmesi de çabuklaştırılması da söz konusu değildir. Bu durum, sadece insanlar için değil, toplumlar ve tüm evren için de geçerlidir.
Âl-i Imran 156: Ey iman etmiş kişiler! İnkâr etmiş ve yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için "Yanımızda olsaydılar ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyen kişiler gibi olmayın. -Allah’ın bunu onların kalplerinde bir yara kılması için- Ve Allah hayat verir ve öldürür. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.
Ahzab 16: De ki: "Eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız, kaçmak hiçbir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman sadece, çok azı kazandırılırsınız."
Nisa 78: Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir; son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile. Ve onlara bir iyilik erişirse "Bu, Allah’tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, "Bu, sendendir" derler. De ki: "Hepsi Allah’tandır." Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz oluyorlar?
Tövbe 51: De ki: "Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlâmızdır. Öyleyse müminler yalnızca Allah’a güvensinler."
ECEL DEĞİŞİR Mİ?
Mutezile mezhebine mensup düşünürler ecelin değişebileceğini iddia etmiş ve bu iddialarına iki delil göstermişlerdir:
Peygamberimize isnat edilen "Sadaka ömrü uzatır" rivayeti;
Katile verilen cezanın, öldürdüğü kişinin ecelini değiştirdiği sebebiyle verildiği iddiası.Bir defa, peygamberimizin sözü diye ileri sürülen bu rivayet, yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerle çelişmektedir. Oysa peygamberimizin Kur’an ayetleri ile çelişen bir söz söylemesi mümkün değildir. Ayrıca bu rivayet "Haber-i Vahid" denilen zayıf, dinî esaslarda itibar edilmemesi gereken türde bir rivayettir.
Bu sözü kim söylediyse, akıbetini düşünmeden, sadece sadakayı teşvik için söylemiş olmalıdır.Mutezilenin katilin cezalandırılması konusundaki görüşü ise yanlış bir muhakeme üzerine bina edilmiştir. Çünkü katile verilen ceza, öldürdüğü kişinin ecelini değiştirdiği için değil, işlenmesi dinen kesin olarak yasaklanmış bir fiili işlemesi sebebiyledir. Katil, öldürdüğü kişinin ecelini bilemez.
Dolayısıyla bilemediği bir süreyi de kısaltması söz konusu değildir. Katil, iradesi ile yasak olan cinayeti işlemiş ve bu konudaki ilâhî emre uymadığı için cezayı hak etmiştir. Maktul ise, Allah’ın ezelî ilmiyle bildiği bir olay sonucu, yani o fiilin olacağını bilen Allah’ın kendisi için takdir etmiş olduğu ecelde ölmüştür. Bir canlının hayatî fonksiyonlarının durması sonucunda ölümünün gerçekleşmesi zaten değişmeyen bir yasa [sünnetullah]’dır.
Rabbimizin koyduğu bir kural olduğu için, böyle bir olayın meydana geleceğini bilen Yüce Allah, maktulün ecelini de ezelde ona göre takdir etmiştir. Nitekim Ra’d suresinin 38. ayetindeki "Her ecel için bir kitap vardır" ifadesi de bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Ecel konusunda ayrıca her şeyi maddî ölçülerle izaha çalışan ve kendilerini "bilimsel" bakış sahibi olarak görenler tarafından ileri sürülen ama hâlâ bilimsel ekol olarak belirginleşememiş bir düşünce daha vardır. Allah’ın hayata müdahalesinin olmadığını benimseyen ve insanı sadece et, kemik, nem ve ısıdan ibaret kabul eden bu görüşe göre iki türlü ecel vardır:
Birincisi: "Tabiî ecel"dir ki, bu ecel canlı varlığın cismindeki ısı ve nemin yok olmasıyla gerçekleşir. Bu ölüm şeklinde ısı ve nemin yok olması, hiçbir haricî varlığın etki ve müdahalesi olmadan meydana gelir. Bu tabiî ölüm, tıpkı yavaş yavaş gazı biten bir lambanın sönmesi gibidir.
İkincisi: "İhtirami" denilen eceldir ki, bu ecel de ya hastalık, ya da haricî bir etki veya kaza sebebiyle vaktinden önce vaki olan ölümdür. Tabiî olmayan bu tür ölüm, lâmbanın gazı olduğu hâlde, haricî bir sebeple sönmesine benzetilebilir.
Bu görüş, normal şartlar altında bulunan canlıları birer gaz lâmbası gibi görmekte, haricî etkiler dışında canlıların hep aynı tepkiyi vereceklerini düşünmektedir. Newton çağının "bilim" tanımına göre ve "insan" faktörü ihmal edildiğinde haklı sayılabilecek olan bu görüş, atom altı parçacıkların davranışlarında belirsizliğin bir kural olarak saptandığı çağımızda bilimsel olmaktan bir hayli uzak bir durumdadır. Çünkü atom altı parçacıklar bir yana, bugün artık aynı şartlarda beslenen hayvanların ve bitkilerin bile farklı bünyeye ve ömre sahip oldukları, aynı etkiye eşit tepki vermedikleri tespit edilmiştir.
BAZI AYETLERİN YANLIŞ ANLAŞILMASI
Ecelin değişebileceği yönündeki iddialar sadece Mutezile mezhebine ve yukarıda geçersizliklerini ortaya koyduğumuz iddialara münhasır değildir. Kur’an’daki bazı ayetlerin yanlış anlaşılması sonucu da ecelin değiştiği iddia edilmiştir. Yanlış anlaşılan bu ayetler Âl-i Imran/145, Vakıa/60, Mümin/67, En’âm/2, Ahzab/16, Fatır/11 ve Nuh/4. ayetleri olup bu ayetler aşağıda birer birer ele alınmıştır.
Âli Imran 145: Ve herkes sadece Allah’ın izniyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
Bu ayet, içinde bulunduğu paragrafın (137-147. ayetler) diğer ayetleriyle birlikte Uhud savaşının hemen peşinden inmiştir. Bu paragrafta, münafıkların "Muhammed öldürüldü" yalanıyla kopardıkları yaygaraya karşı Müslümanların gösterdikleri gevşekliğe, peygamberin korunmasındaki kusurlara değinilerek ve ölümüne yol açacak onca kötü koşula rağmen peygamberin korunduğu, ölümüne engel olunduğu açıklanarak Uhud’da yaşananlara göndermeler yapılmıştır. Yani, bu paragraftaki mesaj şudur:
Kimse, Allah’ın izni olmadan, takdir edilen eceli gelmeden ölmez. Sakınmanın, saklanmanın, korkunun ve korkaklığın ecele faydası yoktur. Allah, dini tamamlamak için gönderdiği elçisinin ölümüne, elçi görevini tamamlamadan önce izin vermez. Dolayısıyla elçinin eceli henüz gelmemiştir ve o Allah’ın koruması altındadır. Din tamamlanmadan da elçinin ölmeyeceği herkes tarafından bilinmelidir. (Ra’d 38)
Ecelin değişebileceği yönündeki görüşler, 145. ayetteki "izin" sözcüğünden kaynaklanmış ve Allah’ın izni, belirlenmiş ecelin gerçekleşmesini veya gerçekleşmemesini sağlayan bir izin olarak yorumlanmıştır. Meselâ, Ebu Müslim, bunun "emir verme" manasında olduğunu söylemiş ve Allah’ın izin vermesini şöyle açıklamıştır: "Allah ölüm meleğine ruhları almasını emreder. Ve herkes bu emir sebebiyle ölür."
Bir başkası buradaki "izin" sözcüğüyle Allah’ın "kün [ol]" emrinin kastedildiğini ileri sürmüş ve "Herkes ancak Allah’ın öldürmesi ile ölecektir" demiştir.
"İzin" sözcüğünü "ilim" manasına alıp "Herkes ancak Allah’ın o kimselerin öleceğini bildiği zaman ölür" diyen de olmuştur.
İbn-i Abbas ise buradaki "izin" sözcüğünün "Allah’ın kaza ve kaderi" anlamına geldiğini belirterek ayetin anlamını "Herkes Allah’ın kaza ve kaderiyle ölür" şeklinde açıklamıştır.
"İzin" sözcüğü "salıvermek, kendi hâline bırakmak, kahır ve icbar ile men etmeyi bırakmak" demek olup sözcüğün 145. ayette bu hakikat anlamında kullanıldığını düşünmek için hiçbir engel yoktur. Bize göre sözcüğün bu anlamı ayeti daha iyi açıklamaktadır. Nitekim Bakara suresinin 102. ayetinde geçen "Allah’ın izni olmadan onunla hiç kimseye zarar verici değillerdi" ifadesinde de "izin" sözcüğü Hakikat anlamında kullanılmıştır.
Ayet, "izin" sözcüğünün hakikat anlamı verilerek takdir edilecek olursa anlam da şöyle olur: "Hiçbir nefis Allah’ın ölen ve öldüren arasından çekilerek onlara müsaade etmediği müddetçe ölmeyecek."
Buna göre 145. ayetin de içinde bulunduğu paragrafın mesajı şu olur: Yüce Allah peygamberini korur. Peygamberi ile gönderdiği dinin tebliğini tamamlasın diye onun önüne arkasına koruyucular koyar. Bir kişi için takdir ettiği ecel gelinceye kadar O, kişi ile ölümü arasından çekilmez, kişinin ölümüne izin vermez.
Vakıa 60: Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz önüne geçilenler değiliz.
Bu ayette geçen "Ölümü aranızda Biz takdir ettik" ifadesi, bazıları tarafından Rabbimizin bu takdiri, bu ayarlamayı her zaman değiştirebileceği şeklinde anlaşılmıştır. Bunun sebebi, ayetteki "beyneküm [aranızda]" ve "takdir" sözcüklerinin çevirilerde gerçek anlamlarıyla yer almamasıdır. Buradaki cümle kurgusu, A’râf suresinin 140. ayetindeki (... Biz bu günleri insanlar arasında dolaştırırız ...) ifadesinde de kullanılmıştır. Bu ifade tarzı, cümle içinde belirtilen konunun insanlar arasındaki takdirinin [dağılımının] Allah tarafından yapıldığını anlatmaktadır. Buna göre, Vakıa suresinin 60. ayeti Allah’ın ölümü yarattığı, bizi öldüreceği ve bize ecel tayin ettiği anlamına değil, ölümün insanlar arasındaki takdirinin Allah tarafından yapıldığı anlamına gelir. Bu takdir, Mümin suresinde açıklanan takdirdir:
Mümin 67: Sizi topraktan, sonra spermden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına erişmeniz, sonra da yaşlanmanız -ki bir kısmınız daha önce öldürülür- ve adı konmuş bir ecele ulaşmanız için, sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O’dur. Ve belki akledersiniz.
Ayetten kolayca anlaşıldığı gibi, bu takdir, insanların kimisinin üç yaşında, kimisinin kırk yaşında, kimisinin doksan yaşında karşılaştığı takdirdir. Başka bir ifade ile insanlar, ömür süreleri ve ölüm şekilleri itibariyle Rabbimizin farklı takdirleriyle karşılaşmaktadırlar. Bu farklı takdirler herkes tarafından da görülüp bilindiğinden, kimseye yabancı bir durum değildir.
En’âm 2: O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. Sonra eceli gerçekleştirmiştir. Ve adı belirlenmiş ecel O’nun katındadır. Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz.
Bu ayet ne yazık ki hemen bütün meallerde; "... Sonra eceli takdir etti. Bir de onun katında adı konmuş bir ecel vardır. ..." şeklinde ve iki ecelin var olduğu anlamını verecek tarzda çevrilmiştir. Ayeti bu çeviriye uygun olarak anlayanlar da mecburen bu iki eceli açıklamak durumunda kalmışlar ve değişik görüşler ileri sürmüşlerdir:
Birinci ecel ölüm vaktidir, Allah katında adı konmuş olan ise kıyametin kopacağı vakittir.
Birinci ecel yaratılış ile ölüm arasındaki zamandır. İkinci ecel ise ölüm ile dirilme arasındaki zamandır.
Birinci ecel uykudur, ikinci ecel ise ölümdür.
Birinci ecel herkesin kendi ömründen geçirdiği müddettir, ikinci ecel ise herkesin geriye kalan ömrüdür.
Birinci ecel tabiî ecel, ikinci ecel de tabiî olmayan kaza ve belâlarla gelen eceldir.
Görüldüğü gibi, bu açıklamaların hiçbiri konuyu öğrenme arzusu taşıyan bir kişiyi tatmin edecek açıklamalar değildir. O hâlde yapılacak iş, her zaman olduğu gibi Kur’an’a başvurmaktır. Gerçeklerin öğrenilmesi için gereken, hep yanıltıcı olmuş rivayetlere değil, her konuda yeterli olan Kur’an’a bakmaktır.
Dikkat edilirse, ayet dört cümleden oluşmakta ve her cümlede ayrı bir husus vurgulanmaktadır:
İnsanlar topraktan yaratılmıştır.
Sonra ecel gerçekleştirilmiştir.
Adı belirlenmiş olan ecel O’nun katındadır.
İnsanlar hâlâ kuşkulanmaktadır.
Konumuzu ilgilendiren vurgular, 2. ve 3. cümlelerdeki vurgulardır.
2. cümlede vurgulanan "ecelin gerçekleştirilmesi" konusu "قضى kazâ" sözcüğü ile ifade edilmiştir. Zaten "قضى kazâ" sözcüğünün hakikat anlamı, "ister sözle, ister eylemle olsun, bir meselede sona varmak, gerçekleştirmek" (el Müfredat; kdy mad., Lisanü’l Arab; c.7, s. 405, kdy mad.) demektir. Daha önce verilmiş bir kararın uygulanması, bir hükmün infazı, bir borcun ödenmesi, bir ihtiyacın giderilmesi, bir sözün tutulması, vakti gelmiş bir namazın kılınması, yapılması gereken ödevlerin yapılması gibi eylemler de hep bu sözcükle ifade edilir. Cümlelerdeki anlamın orijinal metindeki akışa uygun olarak tercümesinde aciz kalındığı hâllerde bazen sözcüğe "haber vermek, bildirmek, takdir etmek, hükmetmek, emretmek" gibi anlamlar verilse de, sözcüğün itibar edilmesi gereken esas anlamı "gerçekleştirmek"tir. Nitekim Kur’an’da kullanıldığı yerlerde bu anlama gelmektedir:
Kasas 29: "Felemma kazâ Musa [Ne zaman ki Musa eceli gerçekleştirip ailesiyle yola çıktı ...]"
Sebe’ 14: "... فلمّا قضينا Felemma kazaynâ aleyhi’l mevte [Ne zaman ki onun ölümünü gerçekleştirdik ...]"
Cum’a 10: "فاذا قضيت Fe iza kudıyetü’s salâtü [Sonra namaz gerçekleştirildiğinde ...]"
Bakara 200: "فاذا قضيتم feiza kadaytüm menasikeküm [Ve hacc ibadetlerinizi gerçekleştirdiğinizde ...]"
Eğer "kaza" sözcüğü çoğu mealdeki gibi "takdir etti" şeklinde çevrilirse, 2. cümlenin başında bulunan "ثمّ sümme [sonra]" bağlacı sebebiyle, önce yaratılışın yapıldığı, sonra ecelin takdir edildiği gibi yanlış bir anlam ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki ecel, yaratılıştan önce takdir edilmiştir ve "kaza" sözcüğünün doğru olarak çevrilmesi hâlinde ayette bildirilen şudur: "O ki, sizi çamurdan yarattı, sonra eceli gerçekleştirdi..." Buradaki "sümme [sonra]" edatı, zamanda sonralığı değil kelamda sonralığı ifade eder. (Bu ayrıntı En’am suresinin tahlilinde açıklanacaktır.) Buna göre, yaratılıştan sonra yapılan ecelin takdiri değil, gerçekleştirilmesidir. Yani, Yüce Allah ezelde senesi, ayı, haftası, günü, saati, saniyesi, salisesi ile takdir ettiği eceli, yaratılıştan sonra uygulamaya koymuş ve önceden belirlenmiş ölümler gerçekleşmeye başlamıştır. Ayetin bu anlamı başka bir ayetle de teyit edilmektedir:
Müminun 12-15: Ve hiç kuşkusuz Biz insanı, çamurdan bir sülâleden [süzülüp seçilmiş çamurdan] yarattık.
Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık.
Sonra o nutfeyi bir embriyon olarak yarattık. Sonra o embriyonu bir et parçası olarak yarattık. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak yarattık. Nihayet o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. İşte, yaratıcıların en güzeli Allah ne cömerttir.
Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz.
3. cümlede geçen "ecel-i müsemma" ile ilgili ifade de yine çevirisi yanlış yapılmış bir ifadedir. Genellikle "Bir de O’nun katında adı konmuş ecel vardır" şeklinde çevrilen ifadenin doğrusu "Adı konulmuş ecel de O’nun katındadır" şeklinde olmalıdır. Bu da ister insan eceli, ister tüm insanlığın eceli, ister doğuma, ister ölüme, ister dirilişe ait, ister dünyaya ister herhangi bir maddeye ait eceli, kısaca vadesi belirlenmiş bütün ecelleri sadece O bilir, O’nun dışında kimse bilmez demektir.
Ahzab 16: De ki: "eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız, kaçmak hiçbir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman sadece çok azı kazandırılırsınız.
Bu ayet de Türkçe meallerin hemen hepsinde hem birinci hem de ikinci kısmı yanlış çevrilmiş bir ayettir.
Ayetin birinci kısmı, genellikle "De ki: ‘Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size hiçbir yarar sağlamaz’ ..." şeklinde çevrilmiştir. Hâlbuki ayette geçen " القتل katl" sözcüğü hangi sözlüğe bakılırsa bakılsın "öldürmek" demektir, "öldürülmek" değildir.
Mastar olup mübalâğa kastedilmeden kullanılan ve ism-i fail veya ism-i mef’ul anlamlarına kullanılamayan "katl" sözcüğü, burada da ism-i fail veya ism-i mef’ul anlamına kullanılmamış, başına "en" edatı gelen "meçhul müzari" "ان يقتل en yuktele" anlamında kullanılmıştır. Aslında "Katele [öldürdü]" fiilinin mazi, muzari, emir ve nehy gibi birçok sıygası Kur’an’da hep anlamı bozulmadan "öldürdü, öldürür, öldürün, öldürmeyin" anlamlarıyla yer almıştır. Dolayısıyla "katl" sözcüğü sadece bu ayette değil, Kur’an’ın başka ayetlerinde de aynı manaya gelir. Meselâ, Bakara suresinin 217. ayetindeki "El-fitnetü eşeddü mine’l katli" ifadesi, "Fitne, adam öldürmekten daha şiddetlidir" anlamındadır. Aynı şekilde İsra suresinin 31. ayetindeki talimat da "çocuklarınızı öldürmeyin"dir. Diğer bütün ayetlerdeki "katl" sözcüğünü doğru anlamlandıran mealciler nedense konumuz olan Ahzab suresinin 16. ayetinde sözcüğe yanlış mana vermişlerdir. Sadece Ahzab suresinin 16. ayeti için yapılan bu yanlış anlamlandırmanın nedeni, bize göre arkasına düşülüp araştırılması gereken bir konudur.
Ayetin doğru meali "De ki: ‘Eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız ..." şeklinde olmalıdır. Burada ölmek ve öldürmekten maksat "savaş"tır ve ayette sefere çıkmaktan kaçınanlar muhatap alınmıştır.
Ayetin ikinci kısmı da genellikle "bir süre daha yaşatılırsınız" şeklinde yanlış olarak çevrilmekte ve gerçek anlamdan tamamen uzaklaşılmaktadır. Bize göre buradaki yanlışın kaynağı, ayette geçen "تمتّعون tümetteûne" sözcüğünün doğru anlamının tespit edilmeyişidir. Meçhul müzari "تمتّعون tümetteune" sözcüğünün "tefe’ul" babından mastarı olan "temettü" sözcüğü "kazanmak, menfaatlenmek, toplamak, mühlet vermek ve yoldaş olmak" anlamlarına gelir. Ayeti yanlış meallendirenler, bu anlamlar arasından "mühlet vermek" anlamını dikkate alarak ifadeyi "az bir süre daha yaşatılırsınız" şeklinde çevirmişlerdir.
Oysa böyle bir ifade, ecelin ezelde takdir edilmiş olduğunu ve değişmeyeceğini bildiren ayetlerle çelişmektedir. Yani, bu ayette "katl" sözcüğünün "mühlet vermek" anlamında olması mümkün değildir. Bu durumda, sözcüğün doğru anlamının bulunması için yapılacak şey, bu sözcüğün kullanıldığı ve bu ayeti tefsir edecek başka ayetlerin olup olmadığına bakmaktır. Kur’an’da, yine "savaş" ve "savaştan kaçma" konusunda olan başka ayetler de vardır ve bu ayetlerde konu daha ayrıntılı işlenmiştir:
Âl-i Imran 14, 15: Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır.
De ki: "Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rabblerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.
Âl-i Imran 196,197: Küfretmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
(Bu) çok az bir kazanımdır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o ne kötü bir yataktır!
Nisa 77: Kendilerine, "Elinizi çekin, namazı ikame edin, zekâtı verin" denenleri görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah’ın haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın kazanımı çok azdır. Ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."
Tövbe 38: Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız [çakılıp kaldınız]. Ahiretten cayıp basit hayata mı razı oldunuz? Ama ahirettekine göre, bu basit hayatın kazanımı pek azdır.
Nahl 117: (Bu), pek az bir kazanımdır.
Bu konuda, Ta Ha suresinin 131. ve Ra’d suresinin 26. ayetlerine de bakılabilir.
Görüldüğü gibi, savaş ve savaştan kaçanlarla ilgili diğer ayetlerde " متاع meta" ve "قليل kalil" sözcükleri daima beraber kullanılmıştır. Buna göre, konumuz olan ayette de "temettü" sözcüğünün anlamları içinden "kazanmak" anlamının seçilme mecburiyeti doğmakta ve ayetin ikinci kısmının anlamı da "Böyle bir durumda sadece Az’ı kazandırılırsınız" olmaktadır. Savaş ve savaştan kaçanlar konusunda örnek verdiğimiz ayetlerden anlaşılacağı gibi, buradaki "az" sözcüğü ile dünya nimetlerinin "az"ı kastedilmektedir. Zımnen "Savaşta maddî ve manevî çok büyük ve çok hayırlı kazançlar, ahiret için hayırlı nimetler varken savaştan kaçmakla ancak basit, ucuz, az, iğreti şeyleri kazandırılırsınız. Savaştan korkmayın ve kaçmayın, çok, değerli, hayırlı olanı kazanın!" denilmektedir.
Fatır 11: Ve Allah sizi bir topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. Dişi ancak O’nun bilgisi ile hamile olur ve bırakır [doğurur]. Kendisine ömür verilenin de ömründen yaşadığı ve ömründen eksilen de mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a çok kolaydır.
Bu ayetteki "وما يعمّر ve ma yuammeru ... ولا ينقص من عمره ve la yenkusu min umurihi" ifadesi de, maalesef "yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması" şeklinde yanlış olarak çevrilmektedir. Hâlbuki ayetin doğru çevirisinin "ömürlenmişin ömürlenmesi ve onun ömründen eksiltilmesi de ..." şeklinde olması gerekmektedir. Ayette tek kişinin halinden söz edilmektedir. Ömrü uzayan ve ömrü kısalan iki kişi söz konusu değildir.
Ayetin bildirdiğine göre, "ömürlenmiş"in ömründen eksilen kısım kayıt altındadır. Yani, kişilerin takdir edilmiş olan ömürlerinden yaşadıkları geceler, gündüzler, aylar, seneler düşülmekte ve bu hesap titizlikle takip edilmektedir.
Bu durum ecelin değiştiği anlamına gelmediği gibi, "ömrün kısalması" olarak da ifade edilemez. Çünkü ömür yaşanılan zaman ile kısalmamakta, harcanmak suretiyle eksilmektedir.
Nuh; 4: Günahlarınızdan sizi yarlıgasın ve sizi adı konmuş bir ecele [vadeye] kadar ertelesin. Kuşkusuz Allah’ın eceli [takdir ettiği vade] gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz...
Bu ayette geçen "ياخّركم yuahhirküm" ifadesi yanlış olarak "sizi yaşatsın" şeklinde çevrilerek ayetten "sizi öldürmesin, sizin ömrünüzü uzatsın" manası çıkarılmaktadır. Hâlbuki "yuahhirküm" ifadesi "sizi ertelesin" demektir ve burada ertelenecek konu ölüm değil, Yunus suresinin 98. ayetinin delâletiyle "rezillik azabı"dır.
Netice olarak insan Allah’ın takdir ettiği ömür kadar yaşar ve O’nun takdir ettiği "ecel [vade]"de ölür. Yaşam süresi ve ecel kesinlikle değişken değildir.
HAKKI YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.