- 907 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Issız Duygular
Sevgili dostum;
Demek ıssızlık seni korkutur ha! Niye peki?
Issızlık tehlikeli gibi gözükse de aslında kalabalıklar içerisinde daha çok tehlike yok mudur? Hem gizemler hep sessiz ve hep ıssızdır.
Genelde ıssız sokaklara girerim şehirde dolaşırken; yürüyerek bir yere giderken hep ara sokaklardan geçmeyi tercih ederim. Köhne evler, anıları altına almış yıkık duvarlar... Ama öyle de olsa uzun zamandır dokunulmamıştır. Anılar akar her bir tarafından. Hayal gücün zenginse geçmiş zamana yolculuklar yapar, geçmişte oralarda yaşayan insanlarla bütünleşirsin.
Bir defasında da yaylaya gitmiştim. Kimsecikler kalmamıştı. Bir sonbahardı, sanırım kasım... Orada da ıssız sokaklara attım kendimi. Evler terk edilmişti, yapraklar da dallarından kopmak için öyle aceleci bir telaş içindeydiler ki. Daha önce İstanbul’a giderken Bolu civarında gördüğüm renklerin dansını yaylada da görmenin eşsiz mutluluğunu yaşadım. Açık sarı olan dutun renkleri hemen yanı başındaki erik ağacının kiremit rengine karışıyordu. Bir başka ağacın adeta kırmızıya taş çıkartan rengi bir başka ağacın kahverengisine koşuyordu. Dikkat ederek renkleri saymaya kalkışmıştım. O kadar çok renk saydım ki... Hepsi de sıcak renklerdi, hepsi de sonbahardı...
Yürüdüğüm sokağın sonunada bir cami vardı. O da yalnızlık, terkedilmişlik içerisinde çırpınıyordu. Onunla, camiyle bütünleşmek istedim. Hayret, musluğundan hâlâ su akıyordu. Kimbilir belki de çok azınlıkta olan yayla halkından camiye gelen oluyordu. Yoksa caminin kapısı açık bırakılır mıydı hiç?
Caminin içerisi dışarıdan daha da sessizdi. Ama daha bir huzur doluydu. İlahi bir koruma vardı ıssızlığa karşı ve yalnız olmadığınızı anlıyordunuz. İçeride sizi karşılayan tek ses duvardaki saatin tik taklarıydı. Bir saatten o kadar güçlü tik takların çıktığını ilk kez orada gördüm.
Namaza durup da secdeye vardığımda, dışarıdaki renk dalgasının beni burada da kuşattığını fark ettim. Ellerimin altındaki eskimeye başlamış kök boyalı dokumadaki renklerle dışarıdaki renkler akraba olmalıydılar. Belki de kendi aralarında görev bölümü yapmışlardı. Dışarıdakiler dışarıyı boyarken içeridekiler de içeriyi boyuyor olmalıydılar.
Renklerin arasında bir renk oldum işte ben de orada. Sıcak renkleri bozdum belki de üzerimdeki onlara zıt renklerdeki giysilerimle; ama emindim, yüreğimdeki renkler de o renklerle aynıydı. Duvardan dökülen tik taklarsa hiç bu kadar güzel gelmemişti o güne kadar bana. Tik taklar gittikçe yerini bir enstrümana bırakıyordu. Pencerenin ağaç pervazında vınlayan bir rüzgâr da bu enstrümana karışıyordu. Sanki birileri bir yerlerden Vivaldi’nin Dört Mevsim Konçertosu’nu çalıyordu.
Issızlıklardan korkarsın ha!
Söylesene bana içerinde bazen çok güçlü ıssızlıklara düşmez misin? Ve en çok o zaman yazılara koşmaz, şiirlerine tutunmaz mısın? Hem dikkat etmedin mi şiirlerinin içerisindeki ıssız duygulara, yalnızlıklara.
Kalabalıklar iyi değildir canım, bizim doğamıza ters düşer. Kendimizi bulmak için ıssızlıklara sığınmaktan başka ne yapabiliriz ki?
Maalesef ıssızlığın gizemini bozan ve orasını ürkütücü hale getiren tek etken de insandır. Yapmamız gereken en önemli önlem sanırım kötü insanların bile gidemeyeceği kadar ıssız yerleri bulmaktır. Daha da korkuyorsan yanına eşini yada sevgili alırsın olur biter. Hem öyle ortamlarda, ıssızlığın koynunda sarı yapraklara karışarak sevgilinin boynunda dolaşmak, hızlanan nefeslerinizle temponuzu arttırmak… Ve biraz daha renk olmak, biraz daha enstrümana karışmak…
Issızlık güzeldir sevgili dostum.