- 789 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZEN
ZEN
Not: Bu hikaye “Okyanusta Son Nokta” adlı öykümün devamıdır….
Bay(K)‘nın okuduğu hikaye kadın kahramanlardan birinin öteki yüzüydü, hikayesi şöyle başlıyordu
Pitane’de Sonbahar bitmek bilmiyordu. İnanılmaz irilikte bir güneş, batıya devrilirken, yumuşak bir rüzgar, camları okşamaktaydı. Terasımdaki yıldız yağmurları beni şaşırtıyordu. Hele sabaha karşı ayın bir mavi, bir yeşil çılgınlığı ortasında battığını görmek müthişti. Gecenin bu saatinde dinlenmiş, vücudum huzur içinde uyanıp kocamın düzenli nefeslerini dinliyorum. Düşler alemini uzaktan uzağa seyrediyorum. Ne kadar mutluyum anlatamam! Her dakika mutluluğumdan dolayı kendimi kutluyorum. Çünkü bütün bu saptadıklarım, mutluluktan başka bir şey kanıtlıyor olamaz. Güvenceye bağlanmış, kararlı, korkusuz, rahat bir hayat! Güven altında yaşayarak bir bakıma varlıklı kadınların zamanı gönüllerince kullanabilmelerinin tadını çıkarır gibi çıkaracaktım. Yani bilemediğim bu çevrede her şeyi sil baştan keşfedecektim. Kelimeleri, sesleri, eşyaları, insanları ve en önemlisi de duygularımı yeniden yaşayacaktım. Sabahın bu erken saatlerinde ellerinin emekleriyle ve iyi niyetleriyle evlerini çekip çeviren insanların hiç biri uyanmamışlardı. Koltuğuma gömülerek, hayatımı düşünmeye, unutulması, bahsedilmeden geçilmesi veya değiştirilmesi icap eden şeyleri ayıklamaya, yazacaklarımı derinleştirmeye, bir yandan samimilik denen şeyin istediği bütün sıkı şartları göz önünde tutarak hadiseleri zihnimde sıralamağa çalıştım. Mevsimler, insanlar, hayvanlar ve eşyalar en munis, en değişik yönleriyle benimdiler. Bu tabanı taş kaplı odamda saatimin sesini dinliyordum. Belki de benim göremediğim, hiç göremeyeceğim, el dokunduramayacağım, sesini dinleyemeyeceğim bütün saatleri düşünerek bilgisayarımın başında yazmaya başladım.Saatim birkaç dakika ileriyi gösteriyordu. Ayarlamalıydım. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi ‘İnsan saati kendine benzer icat etmişti, bunun içindir ki insan saatinin ayarını bırakmamalıydı, saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandı. Bu da gösteriyordu ki zaman ve mekan insanla mevcuttu. İşlemeyen, kırılmış, bozulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi. Şeytanında başvurduğu çarelerden biri şüphesiz ayarsız saatlerdi. Yazlığımdaki bu yerde saatlerinin ayarları tutmayan insanları düşünmeye başladım. Erkeklerin saatleri bozulabilirdi? Çünkü onlar doğuştan şanslıydılar. Bir erkek özgürdür, hiç olmazsa her tutkuyu tadabilir, her ülkeyi dolaşabilir, engelleri aşabilir, en uzak görünen mutluluklara erişebilirdi. Oysa bir kadının önünde sürekli bir sürü engel vardı. Hem hareketsiz hem gevşek olduğundan, bedeninin gevşekliği, boyun eğmek zorunda olduğu yasal bağlar, onun aleyhine işlerdi. Tıpkı bir şapkanın şeritle tutturulmuş peçesi gibi iradesi de, rüzgarın her esişinde çırpınırdı. Bir kadını daima böylece sürükleyen bir arzu, daima alıkoyan bir bağ, bir düzen vardı. İşte bende bu düzenin bozulmaması için çırpınanlardandım. Ama bilgisayarını açıp beni okuyan ve benim resmimi her gün seyreden bay (K) ya benimde anlatacaklarım var.’ Benimde hayatım sizi değiştirdiniz. Sevgili bay (K); Sizi tanımadan önce orta halli bir hayat sürüyordum. Sevmek, sevilmek ihtiyacı, doyumsuz tutkular olmadan, asla ulaşamayacağım bir mutluğu arıyordum. Korkunç serüvenlere atılmak, çok acı düş kırıklıklarına uğramak, en değerli en kutsal şeyleri feda etmek pahasına yaşamak isteyen ruhumun sönmeyen tutkularına boyun eğecek, bu korkunç akıbete değecek biri hiç yoktu zaten dünyamda, ancak bu duyguları hayal ederek veya gerçekte yaşamışım gibi size bir hikaye yazdım, hikayemi okumuş ve çok beğenmiştiniz, artık hayatıma girmiştiniz, hayalimde sizinle birlikte oluyordum ama gerçek dünyada bunu size söyleyecek ne yer nede mekan bulabiliyordum işte şimdi anlatacaklarımda bunlardan biri, gerçek mi? Hayal mi? Bende bilmiyorum? Gecenin bu saatinde saatimi ileriye doğru ayarlamam gerektiğinin tekrar farkına vardım. Ve bunun sonucunda hissettiklerimi mektup yazarak size göndermek istedim. Sizinle yaşadığım bir günün ardından arta kalanlar bunlar! Sizinle yaşadığım o günden sonra her şeyim değişmişti, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, ne çok iyi ne de çok kötü günler beni bekliyordu. Bunalıma girmiştim! Bunca kelimelerle hayatı anlatan ben artık kendime yetemiyordum! Hayatımın bu en bunalımlı döneminde, yaşadığım karmaşık olayların çözülmez görünen bir yumak oluşturduğu bir ortamdaydım. İyi ya da kötü herhangi bir karar almamı olanaksız kılan bütün irademi ipotek altında tutan tutkularımın beni sürüklediği acımasız burgaçtan çıkamayacağımı aklımın kestiği anda, ölmekle çıldırmak arasında bocalar ve bir kurtuluş yolu ararken son çare olarak size başvurmayı düşündüm. Belki bir kaçamaksız itiraf sonunda beni elimden tutup o çıkmazdan çekip tutacağınızı umarak, hayır! Bunu bekleyerek değil! Bu çok fazla iyimserlik olur, ama yüz yüze geldiğimizde hiçbir şey söylemeseniz, hiç umut vermeseniz de, bakışlarınızdan kendi kendimi yönlendirebileceğim yolun, ışığını yakalayabilirim diyerek! Bu girişimim batan bir gemiden gönderilen en son imdat çığlığı olarak kabul edeceğinizi ve böylece yardımıma koşacağınıza, ne yalan söyleyeyim bekliyorum! Bu da her şeye karşın, yaşamanın inanılmaz çekimine karşı koyamadığım anlamına geliyor. Siz ki istenerek çabuklaştırılan bir ölümün, bir intiharın ya da onlar kadar anlamlı bir ruhsal çöküşe insanın kendisini teslim edişinin belki de her zaman insan zavallılığını gösteren son çareler olduğunu söylersiniz. Beni eleştirmeye başlamadan önce sabır ve birazda anlayış ve hoşgörü bekliyorum. Dayanıksız bir beklenti bile olsa, sizinle düş ya da gerçek birlikte geçirdiğimiz, o inanılmaz güzellikte ki anların, hiç olmazsa bir gün, bir an için duyduğunuzu sandığım yakınlığın ya da çekimin anısına, sadece sizin için yazdığım bu uzun mektubu ya da sizin kullandığınız durum raporunu son satırına kadar okuyacağınıza ve bana insan onuruna yakışan bir çıkış yolu göstereceğinize güveniyorum. Okuduğum hikayelerdeki, seyrettiğim filimler deki kahramanların heyecanlı tutkulu, zaman, zaman, acılı, çoğu kez düş kırıklıklarıyla dolu deneyimlerinden çıkardığım bir inanış var içimde. Oda iki insan arasında gerçek yada düşsel her ne şekilde ve ne kadar sürmüş olursa olsun, güzelliğini, içtenliğinden ve katıksız bir sevgiden alan tensel birlikteliğin, her şeye karşın etkisini yitirmeyeceği asla unutulamayacağı idi! İşte o inançla şu satırları yanınızdaymışım gibi, beni dinliyormuşsunuz gibi okuyacağınıza ve yanınıza almak için değil, ama içine yuvarlandığım çıkmazdan çekip çıkartmak için o güzel ellerinizi bana uzatacağınızdan şu anda hiç kuşku duymuyorum. Size yazmaya karar vermeden önce çok düşündüm. Beni nasıl karşılayacağınızı tahmin edemediğim içinde yüz yüze konuşmağa cesaret edemedim. Yüz yüze geldiğimizde bunca zamandır yaşanmış olduklarına inandığım o güzel anların gerçek olmadığını anlayıveririm, ya da siz bana bunu hissettirirseniz en azından o büyü bozulur diye korktum. Vaktinizin sınırlı olduğunu bana ayıracak hiç vaktinizin olmadığını bildiğim için yazmaya başladım. Hikaye yazmaktı bu. Hikayelerimi okuyunca hiçbir şeyden çekinmeden her şeyi olduğu gibi yazmamı istediniz. Bunun derin bir çıkmaza daha doğrusu batağa saplanmış neredeyse bütün umutlarını yitirmiş benim gibi birisi için hiç de kolay olmayacağını yazdıklarımı bölüm, bölüm okudukça takdir edeceksiniz. Sizi yazmak için yola çıktım. Zaten siz de bana yaz dedikten sonra benim başka türlü davranmam, vazgeçmem mümkün değildi. Size başvurmayı düşündüğümde ilgilenmeyeceğinizi çok işinizin olması nedeniyle, yanınızdan ayrılalı daha doğrusu birkaç dakika bile dolmadan beni unutmuş olacağınızı düşündüm! Belki yaratılış olarak fazla iddiacı atılgan biriyimdir, ama aramızdaki yakınlığın farklı bir boyutu, apayrı bir özelliği olduğunu rahatça söyleyebilirim. Bunu sizde yadsımazsınız! Konuştuğumuzda sesinizde hissettiğim heyecan tınısından bunu anlamamış olsaydım yazmaya cesaret edemez, bir kere daha umutsuzluğa kapılmazdım. İster inanın, ister inanmayın’ Siz benim çok özelimsiniz’. Bu sözcükleri asla şimdiye kadar kimseye söylemedim, bir daha da hiçbir kimseye söylemeyeceğim. Hoş içinde bulunduğum durumda bu kadar şey yaşadıktan sonra, bunu açıklamam, duygularımı ortaya koymam, doğru, olur mu? Yakışık alır mı? Bilmiyorum! Bir çeşit riyakarlık olarak değerlendirseniz bile doğrusu şu ki sizin yanınızda olduğum o güzel günlerde, siz yüreğimde, beynimde, gönlümde hatta varlığımın her zerresinde bir masal hükümdarı, yada bir tanrı gibi taht kurmuştunuz. Bu hala böyle! Sözlerimin içtenliğine inanın. Bu gün bu size belki önemli görünmeyebilir, yani siz nasıl kabul ederseniz öyle! Ama lütfen insan elinde olmayan nedenlerle çok kez ne kadar isterse istesin, bütün insanlardan hatta en değer verdiği insanlardan bile kaçar, kendini bile gizlemek zorunda kalabilir, siz bunu da anlarsınız. Ben öyle kaderci bir insan değilim! Kendime, hayatıma yön veren daha doğrusu çığırından çıkaran kimi olayların beni sürüklemesine karşı çıkacak gücü bu güne kadar bulamadıysam ya da sadece sonuçsuz bir tekrarla yetindiysem bunun mutlaka bir açıklaması vardır. Belki genetik, belki düpedüz biyolojik ve fizyolojik ki bu faktör bence çok önemli, ya da toplumsal diyebileceğimiz nedenler! İnsan iradesinin önüne açılmaz duvarlar halinde çıkabiliyor. Bütün bunlar bir yana size minnettarım! İnanın! İtiraz etmeyin! Sırrımızı saklayacağınızı biliyorum! İnsanı rahatlatmasını nasıl da bilirsiniz! Kaç kez gözlemledim! Öyle ya da böyle sizden bir şey saklamanın anlamsız dahası olanaksız olduğunun bilincindeyim. Göz göze gelince içimi okurdunuz. Sizle konuşmamaya, o yüzden de size gelmeye çekindim. Ama bir yandan da size o ilk hikayeyi yazarken kendimi gizlemeyi düşünmedim hiç. Faydasız bir çaba olurdu bu ve gizlenmeye çalışmak, ateş üstünde subapı olamayan bir kazanın er geç patlamasına benzerdi! Yaşadıklarımız yaşanmalımıydı? Bu kez de yaşanmış olandan kaçma olanağı var mıydı? Bu bir kaçıştı hiç kuşkusuz, bir kaçıştan başka anlamı yoktu bu yolculuğun. Ama nasıl bir kaçış! Hiçbir şey düzenli değildi. Anılar henüz çok tazeydi, güçlüydü, gelişigüzel çözülmüş bir ip yumağını yeniden sarar gibi olayların dağıldıkları yerden yavaş, yavaş yeni ve küçük bit yumağın üstüne saracaktım. Günler, aylar, yıllar boyunca bundan kurtulamazdım. Bundan kaçamazdım, yoksa her şeye yeni baştan başlayabilsem, her şeyi yeni bir yönle görebilsem, geçen her olayı yeni bir mantıkla eleştirebilsem, o zaman bugüne değin kuruntularımın ne kadar boş şeyler olduğunu anlayacaktım, elbet hafifleyecektim. Yaşama sevincini yeniden bulacaktım. Bu böyleydi. Büyüyü yapan gizemi bulunca bütün büyüler bozulabilirdi. Ama acaba istiyor muydum büyünün bozulmasını? Gerçekleri bütün çıplaklığıyla, bütün aydınlığıyla görmekten mi korkuyordum? Oysa istediğim dostluklardan ötede yüce bir sevgiydi! Her şey böyle bir sevgiyle güzel olabilirdi. Her şey böyle bir yaklaşım içinde anlamlı olabilirdi.? Şimdiye kadar hiç aramamıştım amma o yüce sevgiyi verebilecek erkek var mıydı? Bu güne kadar tüm duyduklarımda okuduklarımda, izlediklerimde, erkekler şehvetin o en derinine inen anında, her şeyi yapay içtenliğin çukuruna gömerlerdi, o dokunuş, o sürtünüş, o belli vurgularla yükselip alçalan gidiş gelişleri erkekler tüm kadınlara uygularlardı oysa kadınlar yapılanları istemez gibi görünseler de hiç unutmazlardı! Bende dahil tüm kadınların istediği seven sevgisini her şeyin üstünde tutan bir erkeğin sokuluşundaki o tanrısal güzellikti. Onları çok güzel düşleyebilirdiniz! Yaklaşınca onlar panik halinde olurlar! Yaklaşırsınız! O eşsiz mutluluğa bir an kaldığını sanırsınız! Düş kırıklığına uğramamak korkusuyla gerçekte var olmayan son umudu kendi elinizle yıkarsınız! Hepsindeki aynıdır! İşi bitince bırakırlar. Belki beni bırakma bile dememişsinizdir! Bütün güzelliği gizli oluşundan ileri geldiğindendir. Bir gün bırakı verilecek, huzurlu bir yakınlığa dönüştürülmesi istenebilecek o heyecanın olanaksızlıklar karşısında sönüvereceğini mi düşünmektendir, bilinmez! Gerçek neredeydi? Yasak olmasında mıydı? Evli olsalardı gece gündüz birlikte olsalardı aynı arayış, aynı sıcaklığı bulabilecekler miydi? Her şey belli düzene kalıba sokulabilir, her türlü istek, her türlü tutku belli koşullar içinde doyurulabilirdi. Kurallara bağlanabilir, kurumlaştırılabilirdi. Sevgi öylemiydi ya? Sevginin sevgi olması bütün bu koşullamamaların dışında kalabilmesinde değimliydi? Önemli olan iki insanın iç içe yaşamayı bilmesi, birbirlerine yaslanabilmesi, birbirlerine yaslanarak ayakta durmayı becerebilmesiydi! Başka türlü olamazdı! Olmamalıydı! Çaresini bulamadığım bu dertlerimi tek şeyle gidermeye başladım. Yaşamanın en büyük avuntusu, en büyük dayanağı böyle anlarda müzikti! Belki somut öneriler getirmeyen, her dinleyene, her anlatana göre, her duyuma, her konuma göre değişik heyecanlar verebilen, soyutluğu ölçüsünde, çarpıcı ve yöneltici nitelikleri bulunan bir titreşim içerdiği için her zaman dinlediğim müziği bütün öteki sanat dallarından çok sever ve üstün bulurdum. Çünkü istediği gibi yorumlamakta özgürdür insan. Bu özgürlük hiçbir zaman kötülüğü, çirkinliği, mutsuzluğu getirmezdi. Rüyamda sizinle yaşadıklarım anlatılmaz bir boşluk yaratmıştı içimde. Ayaklarımın altına bir uçurum açmıştınız! Bu uçurumun ortasında dudaklarımı öpmek istediğinizi düşünerek kendimi bırakmış, dudaklarımı aralamış, gözlerimi yummuş hatta daha ileri giderek, başımı filimler deki gibi hafifçe geriye doğru atmıştım ama bana duygusuzdu bu dudaklar demiştiniz. Oysa neler feda edilerek uzatılmıştı bu dudaklar! Buna karşın siz sanki duyduğunuz zevkten kendinizden geçmiş gibi davranmıştınız. Tepkilerinizi özenle hesaplamaya çalıştığınız belliydi! İkimizde nasıl olduğunu bilmeden bu hale geldiğimizin şaşkınlığını yaşıyorduk ben sizin yanınızda olabilirdim amma aslında boşlukta bir nokta gibiydim! Hayatınız boyunca her türlü kadınla karşılaşmıştınız kuşkusuz! Hepsiyle de böyle kaçamaklar yaptığınız beliydi! Çok güzel olanlarıyla! Kıskançlıkları kızıştıran oynaklarıyla, zekalarını bir silah gibi kullanan alaycılarıyla, erkeklerle oynaşmayı zevk verici bir tür yakınlık haline getirmişlerle! Sizde biliyordunuz ki ben bunlardan hiç biri değildim. Oysa ben; yaptıklarım karşısında hissettiğim çaresizliği ve aşağılanmamayı hissettirmeyenlerle birlikte olmak isterdim. Kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinizin gerçekleşmesini bekler gibi nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirmek isteği ile davranıyordunuz! Ben ise sizi memnun edebilmek için bedenimi size bırakmıştım, düşlerinizdeki kadın olmayı zaten istemezdim, ben bendim, benim bedenimi bu halimle sevmeliydiniz, sizi çok seven ruhumda yalan ve ihanetle bir araya gelişimizi henüz kabul etmemişti. Müthiş bir ağırlık içindeydi, kadınlık içgüdüsünün verdiği bu ağırlığı hiçbir şey hafifletemezdi! Oysa yanınızda bedenim gibi ruhumun da hafiflemesini ne kadar çok isterdim. O zevkin getirdiği karanlığı biliyordum! O karanlık kusursuz düşünceler görüntüsü idi. O karanlık sonsuz! Sınırsızdı. O karanlık her birimizin içinde taşıdığı sonsuz edepsizliklerle dolu idi. İstediğin karanlıksa kapatıver gözlerini yeter! Yanınızda gözlerimi kapadım. Resmimi çektiniz. Bilgisayarınızdaki haz anım diye görüntülediğiniz bu resmime her gece baktığınızı biliyorum! Gerçek dünyada o karanlığı istemediğimi ne kadar söylersem söyleyeyim artık bende her gece düşler aleminde gözlerimi kapıyorum! Gözlerimi açtığımda da kendimi size mektup yazarken buluyorum! Bunun ne kadar süreceği senin elinde! Size yazacağım bir sonraki mektubumda görüşmek üzere. Sevgilerimle.
Nezihe ALTUĞ
18.09.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.