- 5425 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MELÂLİ ANLAMAYAN NESİL ve AHMET HAŞİM
“Melâli anlamayan nesle aşina değiliz!”
Ahmet Haşim
Kanaatimce, şairi sanatkâr yapan başlıca üç özellik vardır: Yetenek, birikim ve mizaç. İstidât konusu, olmazsa olmazlardandır; hatta bazı şairlere bu yeteneklerinden dolayı, şair-i maderzâd (doğuştan şair) bile denmiştir. Birikim, geleneği tanımakla, okumak ve araştırmakla elde edilebilir; yalnız bu maddelerden en önemlisi mizaçtır. Bu özellik, sanatkârı diğer şairlerden ayıran, duruşunu ve sanata bakışını belirleyen ve onun, nevi şahsına münhasır bir fıtrata sahip oluşunu gösteren en önemli vasıftır.
Üniversitedeki hocalarımdan biri Ahmet Haşim’i anlatırken- bu söz ona mı ait bilmiyorum- “ Türk edebiyatını, Haşim’den önce ve sonra olmak üzere ikiye ayırmak lazım.”demişti. Lisedeki edebiyat hocam- hâlâ yaşıyor mu bilmiyorum- Haşim’i bize yanlış tanıtmıştı. Anlattıklarıyla, Haşim’i çirkin mi çirkin, hatta bir ucube gibi düşünmemize sebep olmuştu. O zamanlar Haşim’i, çirkinliğinden dolayı, sadece geceleri dışarı çıkan-teşbihte hata olmaz- bir yarasa gibi düşünürdüm. Üniversite öğrenimim içinde Haşim’le ilgili bilgilerimin çoğunun yanlış olduğunu gördüm. O zamana kadar bende, Haşim’in melâlini anlamayan nesildenmişim.
Haşim, 1885(?) yılında Bağdat’ta doğdu.Babası, bir çok yerde mutasarrıflık yapmış olan Arif Hikmet Bey, pek çok âlim yetiştirmiş Âlûsî ailesindendir. Haşim, 1894–95 yıllarında İstanbul’a gelir ve ilk önce Numûne-i Terâkki mektebine, bir yıl sonra da Galatasaray Lisesi’ne kaydolur. Burada, edebiyat öğretmenlerinin yardımlarını gören Haşim, ilk şiirini Servet-i Fünun şairlerinin tesirinde, Mecmua-yı Edebiye’de, “Hayâl-i Aşkım” ismiyle neşreder.
Onun sanatını, dört devreye ayırmak mümkündür:Servet-i Fünûn tesirinde olduğu dönem, Fecr-i Âti dönemi, Birinci Dünya savaşından 1921’e kadar olan dönem( bu yıllar arasında, Haşim’in kalemi hemen hemen susmuştur- son olarak da, 1921’den ölümüne kadar, en güzel şiirlerini yazdığı dönem.
Gelelim, Haşim’in mizacının oluşmasındaki başlıca amillere. Annesine duyduğu sevgi çok büyüktür ve küçük yaşta annesini kaybetmesi, Haşim’in sanatında ortaya çıkan karamsarlık ve hüznün en büyük sebeplerindendir. Haşim’in, şiirlerinin çoğunda devamlı olarak güneşin batış anından bahsetmesi, herhalde akşam üzerleri, Dicle kenarında annesiyle yaptığı gezintilerin tesiriyledir. Annesine sevgisi o kadar büyüktür ki, tabir caizse, evlenebilmek için ona benzer bir kadın aramış, bulamamış ya da sevdiği insanı bir daha kaybetme korkusundan olacak, ancak ölümünden 4 gün önce evlenebilmiştir.
Onun mütemadiyen geçmişe dair özlem duyması ve şiirlerinde çoğunlukla melâlden bahsetmesi, annesini küçük yaşta kaybetmesiyle ilgilidir. Geçmişe dönüşün imkânsızlığını bilen şair, “Şafak” adlı şiirinde şöyle der:
“Dönmek mi?Ne mümkün geriye dönmek,
Düştüyse gönüller bu melâle.
Bir eldir ufuklardan uzanmış,
Zulmet bizi çekmekte visâle.”
Haşim’in geçmişe dair özlemi ve annesiyle birlikte yaşadığı yıllara karşı iştiyâkı sonradan o kadar büyür ki, bir hayâl âlemi yaratmaya kadar gider. Burada beklenense, yine annesidir. Birçok şiirinde annesini, nûrdan ve ziyâdan bir ruha ve güzel bir hayâle benzetir; gelmesi için ona seslenir:
“Gel, yalnızım ey beklenen hüsn-i muhayyel!” (Şeb-i Nisan Şiirinden)
Aynı şiirin, ilerleyen bölümlerinde, kendisini anlayan tek kişinin de annesi olduğunu söyler:
“ Ey rûh-ı heves, rûh-ı ziyâ, rûh-ı mehâsin;
Gelsen ve bu hicrânı, bu âlâmı bitirsen,
Sen anlayacaksın beni ey rûh-ı ziyâ, sen.”
Sanatkârları birbirinden ayıran kıstaslardan biri de, mizaçlarıdır. Haşim’in dünyaya bakış açısını karamsar kılan ve onda marazi bir ruh hali oluşmasına sebep olan ikinci faktör ise çirkinlik kompleksidir. Yeri gelmişken söylemekte yarar görüyorum; kendini çirkin hisseden- belki de Haşim’den etkilenen- şairlerimizden biri de, Cahit Sıtkı’dır. Haşim aslında çirkin değildir; ama kendisini bir türlü beğenmiyordur. Bu özelliğini, “Başım” adlı şiirinde şöyle dile getirir:
“Ürkerim kendi hayâlâtımdan:
Sanki kandır şakağımdan akıyor...
Bir kızıl çehrede âteş gözler,
Bana gûyâ ki içimden bakıyor!”
Ve şiirin ilerleyen bölümlerinde, bedenini suçsuz görür ama başı hâlâ çirkindir:
“Bu cehennemde yetişmiş kafaya
Kanlı bir lokmadır ancak mihenim,
Âh, yâ Rabbi nasıl birleşti
Bu çetin başla suçsuz bedenim?”
Haşim’i büyük şair yapan bu mizacın en önemli faktörü, hayâle dayalı ama bu dünyadan kopuk olmayan anlatımıdır. “Mukaddime” şiirindeki şu iki mısra, sanırım Haşim’in sanat anlayışını bütünüyle ortaya koyar:
“Seyr eyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında.”
İlk dönem şiirlerinde, Servet-i Fünûn sanatçılarının, “Her şey şiirin konusu olabilir.” fikrinden etkilenen Haşim, şiirlerinde hayâllerinden vazgeçmemiş ama “Kadın Nedir?,Çiçek Nedir?; Gurûb; Kış, Bahar, Bayrak” gibi çok farklı konularda şiirler yazmıştır.
Daha sonra, annesine dair yazdıkları ve Göl saatlerini anlattığı şiirlerle özgün bir üslup oluşturmaya başlamış ve genelde Divan şiirindeki mazmunlardan hareketle onları bozmadan orijinal bir söyleme ulaşmıştır. Yakın dostu olan, Abdülhak Şinasi Hisar’a göre, Haşim’in şiirinde anlattığı ve şiirini yazacağı saatler belliydi. Güneşin batış anında eşyanın, özellikle de su kenarındaki tabiat ve canlılara dair oluşan görüntüler, Haşim’i cezbeden manzaralardır.
Haşim’in şiirlerinde anlatmayı sevdiği zaman, “ akşam, gece, gece yarısı, seher ve güneşin batış anıdır.” Gündüzü ve ziyâyı pek sevmez. “Havuz” şiirinde, sevgilinin bile gündüzleri gelmeyeceğine inanır:
“Cânân gülüyor eski yerinde,
Cânân ki gündüzleri gelmez
Akşamları görünür havz üzerinde.”
Gündüzleri sevmeyişinin nedeni, bu saatlerin hayâl kurmaya elverişli olmamasındandır. O, eşyanın ve tabiatın, güneşin batış anında büründüğü renkleri anlatırken, “ tunç, âteş, kan, mercan, kızıl, yakut, erguvan, altın, alev, sarı, güneş... vb.” kelimelerle, yanmak, kanamak ve sararmak gibi fiilleri kullanmıştır. Onun şiirlerinde insanı cezbeden bir hayâl zenginliği vardır. Teşbihteki başarısıysa çok fazladır. “Mehtapta Leylekler” ve “Batan Ayın Kenarına Satırlar” şiirindeki şu anlatımlara bakın:
“Havada bir gölü tanzîr eder semâ bu gece
Onun böcekleri gûyâ nücûmdur yek-ser...
Neden bu âb-ı semâvîde avlananlar yok?”
“Âh o kuşlar ki şimdi, bî-hareket,
Suların âteşinde sallanıyor...”
Haşim için gece, aradığı sükûtu bulduğu yerdir. “ Zulmet” şiirinde, karanlığı, “ Büyük, derin ve soğuk bir deniz olarak” düşünür. Şiirlerinde, su ve suya bağlı çağrışımları çokça kullanır. Haşim, yaşadığı bu hayattan memnun değildir, diyebiliriz. Melâlinin ve hüznünün kaynağında bu vardır. Çocukluğuna dair duyduğu özlem ve mutsuzluğu, onu başka bir dünyanın arayışına götürmüştür. “Yollar” şiiriyle “O Belde”ye uzanmayı arzulayan şair, yalnızlığın derin acısını duyar:
“ Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?”
Hayâlindeki beldeye ulaşamamanın sıkıntısını ruhûnda hisseden şair için “Yollar” da hüzün doludur:
“Yollar
Âh, kimsesiz giden yollar,
Yolların ey sükût-i hüzn-i eseri!”
Kendiyle iç hesaplaşma içinde olan şair, “ melâli anlamayan nesle aşina değildir.” O, durmadan hayâlindeki ülkeyi arar; ümitsizliğe düşer ve o yerin varlığı hakkında şüpheleri vardır:
“O belde
Hangi kıta-i muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcût
Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?
Bilmem...”
Bu arayışın sonu, şair için hüsrândır. İştiyâk duyduğu bu isteğin gerçekleşmeyeceğini anlar ve şiirin sonunda gerçeğe teslim olur:
“Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu neyf ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz.”
Şairin aradığı beldeyi bulamaması melâlini artırmıştır denilebilir. Güneş her akşam batar ve sonra yeniden doğar. Gün geçtikçe Haşim’in mutsuzluğu artar ve bazen dayanılamayacak bir hâl alır. “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirinde şair, her dem akşamı-yani karanlığı- ve göllerde kamış olmayı arzular:
“Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!”
“Merdiven” şiiri için, sembolizmi kullandığı ve sanatının doruğuna çıktığı şiirdir, denebilir. Güneşin batışıyla, ölümü; güneş rengi yapraklarla, zamanın geçişini anlatan bu şiirinde, gizli bir hüzün vardır. Mutlâk sona doğru giderken, teslimiyetten ve güneşin batışını izlemekten başka yapılacak bir şey yoktur:
“Bu bir lisân-ı hafidir ki rûha dolmakta,
Kızıl havaları seyr et ki akşam olmakta...”
Haşim, bazen de bu mukadder sonu beklemek yerine, bir an önce ölmeyi ister. “Ölmek” şiirinde, kendisini bir uçurumun kenarında hisseder, “ Oradan düşüp, ölmek istiyorum” der, kendisini uçurumdan aşağıya atacak cesareti yoktur; ama uçurumun kendisine seslendiğini duyar:
“Bir derin sesle “haydi!” der uçurum.”
Şairi bu rûh haline sevk eden, annesini kaybettikten sonra içine düştüğü yalnızlık psikolojisidir. “Şeb-i Nisan” şiirinde, ölümü arzuladığı an da, yalnızlığını hatırlaması ve arkasından ağlayacak kimsenin olmayışı, şairin mısralarına şöyle yansır:
“Durgun suya baktım ve dedim:Âh ölebilsem,
Mâdem ki yok ağlayacak mevtime kimsem.”
Haşim’in şiirdeki başarısı, şiirlerini teknik ve ses yönünden iyi kurması yanında söyleyiş ve üslubunda yatar. O, mutsuzluğunu, ağlamaklı ve feryâd eden bir şekilde değil, hüzne dayalı bir psikoloji içinde anlatmıştır.
Şimdi, başa dönecek olursak, “ melâli anlamayan nesle” şairin neden tanıdık olmadığını anlayabilirsiniz. Haşim’i sosyal konulu şiir yazmamakla ve onu Türk olmamakla suçlayanlar haksızdır. Çanakkale savaşında, hiç tereddüt etmeden cepheye koşan Haşim, Türklüğünü ispat etmiştir. Haşim’i bilmeden eleştirenler, ona ve şiirine haksızlık eder. Kendi iç dünyasını, özgün bir üslupla anlatma becerisini göstermiş olan şair, kendi yalnızlığını ve hayallerini anlattığı şiirlerle, adeta bizim yalnızlığımıza tercüman olmuştur. Haşim’in şiirlerinin günümüzde bu kadar sevilmesinin bir nedeni de budur.
Şiirde aslolan, dolaylı anlatımdır. Haşim, düşündüklerini ve hayâllerini doğrudan anlatmayı sevmezdi. Onun, toplum, kültür ve diğer konulardaki fikirlerini, yazdığı deneme ve düzyazılarda bulabilirsiniz.
Haşim, eğlenceye düşkün ve kültüründen kopuk olan nesle “aşina” değildir. Bu neslin onu anlayabilmesi için kendini sorgulaması ve yeniden keşfetmesi lazımdır.
1933’te hayata gözlerini yuman şairi, rahmetle anıyor ve sizlere, onu anlamanız için, “O Belde” şiirindeki şu mısraları dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum:
“Sana yalnız bir ince taze kadın,
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir mana.”
MEHMET NURİ PARMAKSIZ
YORUMLAR
“Sana yalnız bir ince taze kadın,
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir mana.”
Değerli şairi rahmetle anarken bu mısraları da gönül haneme ekliyorum
Sizi can yürekten tebrik ederim sayfanızda unutulmayan bir şairi konuk ettip yaşattığnız için
selam ve saygılarımla
Yüreğinize sağlık baştan sona