- 681 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İDRİSSA-HİSSETTİKLERİM
Ali ağabey; sarışın, bazen maviye bazen yeşile çalan gözleri, genellikle gülen yüzü ile hemen ilişki kurulabilen bir kişiliğe sahipti. İlk tanışmamızın üzerinden on dakika geçmeden bir sıcaklık yayılmıştı. O da babanın bana koyduğu ismi benimsemiş ve İdris diye seslenmeye başlamıştı. Üniversitede hocalıktan, bakanlıkta müşavirliğe, kendi kurduğu şirkete kadar birçok şeyden bahsetmiş açıkçası ne iş yaptığını tam olarak anlamamıştım. Anladığım tek şey çoğunlukla Ankara’da yaşadığı, resmi görevi nedeniyle orada da bir evi olduğunu anlatmış ve benimle ilgili sorunlarımı Ankara’da çözebileceğini ifade etmişti.
Sabahleyin beni alıp Eskişehir’deki kendi evine götürdü. İnanılmaz sıcak bir ortam, benim bugüne kadar gördüğüm en güzel evdi. Hanımı ilk başta şaşkınlıkla, biraz tedirginlikle karşılamış, beş ya da altı yaşındaki oğulları ise ilk gördüğü anda kucağıma atlamıştı. Çikolata amcanın kim olduğunu soruyordu. Ailecek Amerika’da kalmış olmaları, çok kolay olmasa da ortak dil olarak İngilizce kullanmamıza yetiyordu. Biraz vücut dili, biraz İngilizce, inanılmaz komik bir ortamın oluşmasına neden olmuştu.
Oya abla, abiye benim nereden geldiğimi sorduğunda;
“babam ikinci kez hacıya gittiğinde, Kongolu bir teyze ile kazaya uğramış, İdris’te araştırmış, babama ve sonrada bize ulaşmış. Babamda otuz yaşından sonra kavuştuğu ikinci anneden bu evladını hemen kabullenmiş, ben sizin kardeşiniz diyerek bana ulaştığında baba bir olduğuna göre, ten rengine bakmadan bende kabullendim” dedi. Bu şaka, abinin beni başkaları ile tanıştırdığında kullandığı bir anekdot olarak kaldı.
Ben burada ne arıyordum, bu insanlar yaşamımda nasıl rol alacaklardı gibi sorular kafamı karmakarışık yapmıştı. Bu eğlenceli ve sıcak ortamın içinde tam olarak tanımlayacağım tek şey güvende olmaktı. Herkes ailenin yeni bir ferdi gibi davranıyor, akrabalar ile tanıştırıyorlardı. Bir iki kelime Türkçe konuşmam çevremdekileri eğlendiriyordu.
Bir Pazar sabahı erkenden kalktım, Türkiye’de tanıştığım ve çok keyif aldığım sıcak simitlerden almak üzere sokağa çıktım. Pazar sabahı Eskişehir sokaklarında bir zenci herhalde ilginç olmalıydı; küçük çocuklar annelerinin eteklerini çekiştiriyor beni göstererek şakalaşıyorlardı. Büyükler, taksiciler, simitçiler bana bir şeyler söylüyorlar, bazen de bildikleri iki üç İngilizce cümle ile sesleniyorlardı. İngilizce sorulanlara cevap verdiğimde de sanki soruyu soran kendisi değilmiş gibi cevabını beklemeden arkalarını dönüyorlardı. Simitçi ararken, Eskişehir’e ilk geldiğimde tanıştığım mahalle muhtarına uğradım, onunla sohbet ederken koluma girdi ve evine götürdü, kahvaltı derken ben abiyi ve evdekileri unutmuştum. Belki üç belki daha fazla saat sonra eve döndüğümde, abinin karakola beni kaybettiklerini bildirmek amaçlı gittiğini öğrendim. Bu “beş dakika sonra gelirim” diyerek ayrılıp, saatlerce sonra dönmem Türkiye’de kazandığım sinir bozucu huylarımdan birisi haline dönüştü.
Bir ay içinde belki de yüzün üzerinde Türkçe kelime öğrenmiştim. Cümle kurmaya yetmese de, bazı kelimeleri yada cümleleri yerinde kullanabiliyordum. Sualice, Tutsice, Fransızca, İngilizce biraz İtalyanca, dil öğrenme kabiliyetimin birer kanıtıydı. Türkçe dil mantığıma biraz ters gelmişti ama ben öğrenmeye kararlıydım. Bu imkânı da Ali abim verdi. Ankara’ya gittiğimizde abi beni TÖMER dil okuluna kaydetti ve öğrenci izni için başvurdu. Bu bana iki sene yasal Türkiye’de kalma olanağı verecekti. Kendimi inanılmaz güvende hissediyor, ülkemden haber alamamanın dışında hiçbir sıkıntı duymuyordum.
Abi’nin Çetin Emeç Bulvarının üzerinde yalnız yaşadığı 11. katta bir dairesi vardı. Yeni evim tüm Ankara’yı görüyordu. Kıyafetlerim yenilenmiş, para sorunum çözülmüştü. Bir ay içersinde Ankara’da çözmediğim hiçbir semt kalmamıştı. Abi bir arkadaşının ofisinde ithalat yapıyordu ve beni bu işe yönlendirdi. Bir Amerikalı firmadan güvenlik mühürleri ithalatı yapıyor, ülkede çok bilinmeyen bir ürünü pazarlamaya çalışıyorduk.
Düzene giren hayatımda bundan sonra nelerle karşılaşacaktım, Kongo’da bıraktığım aileme ulaşabilecek miydim, hangi bilinmezler beni bekliyor, yaşayıp görecektim.