HİKAYE’nin HİKAYESİ
Ne kadar umutlanmıştım ilk gün.
Nasıl bir çocuksu bir sevinç çiçeği açmıştı içimde.
Bilseniz, nasıl da titremişti ellerim, keserken açılış kurdelesini ‘Öykü Doğumhanesi’nin.
………şimdi biraz geriye gidelim;
Bu kent’e geldiğim günden beri, pisi pisi oturuyordum PC ‘min çerçevesinde. Bazen çıkıp şöyle bir, dolaşıp dururdum çevresinde. Sıcacık gülüşlere rast gelirdim sokaklarında. Ana caddesinin tam ortasından geçen, binlerce pınardan toplanıp ve bir çağlayandan dökülen şiir ırmağının sularından içerdim kana kana. Serinlerdim.
Duyardım, bir ‘masal-park’ varmış. Henüz bulamadım. Oysa gelirken birlikte getirmiştim çocukluğumu yanımda. Hafifçe aralık ağzım ve meraktan kocaman açılmış gözlerimle, ne masallar dinlerdim.
Bir de, ‘Yitik Mektuplar Posta hanesi’ varmış bu sanal kent’te. Hani, üzerine yazacak bir adres olmayan, sanal bir sevgiliye yazılan mektuplar. İşte tam öyle. Bir başka deyişle, kim sahiplenirse o okusun diye. Denedim ama kanıksayamadım bir türlü. Açıkcası, ürperdim her seferinde, dönüp çevreme baktım. ‘Duygu hırsızı..‘ diye bağıran var mı diye.
Heyhat… Nasıl da kıyıda köşede kalmış, nasıl da mahzun dururlar bırakıldıkları yerde o güzelim Öyküler. İstedim ki, her birini ziyaret edeyim, gönüllerini alayım. Ama ne çare, her biri bir başka mahallede. Tükendi dizlerimde derman. Sonunda karar verdim, çıkıp huzuruna Sanal Valimizin, diyeyim…”Ne olur Habib-i Valim , bu işe bir çare, bir ferman”. “Ne olur, topla şunları bir araya, yaşasınlar hepsi bir arada”.
Ama sorunlar Dağ gibi. Her şey de yöneticilerden beklenmez ya… Hele bir imece kuralım, biz de elimizi taşın altına koyalım. Beklerken yeni ‘Sanal Mahalle’mizi, bir köy neyimize yetmez. Sağ olsun, Habib-i Valim yer tahsis etti de dükkanı! açtım. Düşündüm…düşündüm, sonra birlikte düşünmeyi de düşündüm ve karar verdim.
“Ortak olsun” dedim yerimiz, yaşasın İmece’miz. Hani, evsiz-barksız olmaz ya…Eee…Tabii isimsiz de olmaz. Öyle ise, “ ORTAK ÖYKÜ İŞLİĞİ ” olsun geçici ismimiz. Astık tabelamızı ve ilan verdik tüm sakinlerine ‘Sanal Kent’imizin. Kaydına işledik Defter’imizin. Duyan geldi. “Aaah…ne güzel, ben de varım” dedi.
Öyle ya... yazarını, yazarlarını bekleyen öyküler için bayram sabahı gibiydi yeni doğan gün. Onlarca, belki yüzlerce öykü kurtulacaktı beklemekten doğum günlerini. Gün ışığına çıkacak ve onlar da ışıklarını saçacaklardı, okurlarının zihin iklimlerindeki loş labirentlerine.
…………şimdi yine günümüze dönelim;
Ne kadar da heyecanlanmıştım o gün.
Her şeyi birlikte yapacak, kuralları birlikte koyacaktık.
Demokratik bir Açılım ! olacaktı.
Sonra birlikte öyküler yazacaktık.
Cak’tık, Cek’tik.
Bir çoğunuz hatırlar, Nasreddin Hoca’ya atfedilen bir fıkra vardır;
“Adam, yolda giderken bir nal bulur. O kadar sevinir ki, neredeyse zil takıp oynayacak. Karısı şaşırır ve sorar. ‘Ne oldu efendi, bu ne heyecan’? Hoca yanıtlar. ‘Araba hanım, bir arabamız oldu’. Karısı…’Ne arabası efendi, o sadece bir nal’ der. Hoca güler. ‘Olsun, iş kaldı üç nal, bir at, bir de arabaya’….
Nasreddin Hoca ile ne benzerliğim! var bilmiyorum. Ama ben de şimdi gülüyorum o günkü halime. Zira, sağ olsunlar söz verip gelmeyenler ve bir gelip pir gidenler, şimdilerde tek bir bebek sesi dahi duyulmadı “Öykü Doğum hanesi” nde.
Şimdi, diyeceksiniz ki,
‘Hikaye bunlar, hikaye…’
Olsun. Sizin de canınız sağ olsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.