İslam Nimetleri
İslam Nimetleri
Mevdudi
Dünyada ve kendi küçük alemimizde, İlahi kudretin sayısız tezahürüne şahit olursunuz. Değiştirilmesi mümün olmayan kanuna göre ve aksaksız çalışan eşsiz nizama tabi olan bu muazzam kainat; onun modelini çizen, yaratan ve idare edenin ve her şeyi ihata eden ve namütenahi kuvvet, bilgi ve imkanlara sahip olan bir kudret olarak bulunduğuna başlı başına delil teşkil etmektedir. Ondaki hikmet en mütekamil olanıdır. O’na hiçbir şey itaatsizlik edemez. Bu alemde insan için -diğer şeylerde olduğu gibi- O’na itaat etmek, tabii hilkatı icabıdır. Maamafih insan onun kanuna, gece gündüz, gayri ihtiyari uymaktadır, çünkü bu kanuna karşı geldiği an ölüm ve mahva maruz kalır. Her gün riayet etmekte olduğumuz tabii kanun budur.
Maamafih Allah-u Teala, insanoğluna bahşetmiş olduğu bilgi edinme ehliyeti ve doğruyu eğriden ayırmak için düşünüp mukayese yapmak kabiliyeti meyanında, onu muayyen derecede hareket ve irade serbestisini de lütuf buyurmuştur. İnsan için hakiki imtihan bu serbesti içine mevcuttur; bilgisi, zekası, fark gözteme kudreti, irade ve hareket hürriyeti hep bu çerçeve içinde denemektedir. Cebir kullanmak, denemenin esas gayesini bozacağından, bu muhakeme ve imtihanda insan herhangi bir istikamete zorlanmamaktadır. Pek tabi ki, herhangi imtihanda suallere muayyet cevaplar yazmağa zorlansanız o imtihanın faydası olmaz. Değeriniz, ancak suallere kendi bilgi ve anlayışınıza göre cevap vermeye müsaade edilmeniz üzerine tam manasıyla anlaşılabilir. Cevabınız doğru olunca imtihanı kazanır ve müstakbel inkişafa namzet olursunuz. Eğer cevabınız yanlış ise o vakit kaybeden ve başarısızlığınız müstakbel inkişafları engelliyecektir. Dünyada insanın karşılaştığı vaziyet aynen budur. Allah-u Teala ona, İslam veya küfür yollarından birini uygun bulmak ve istediği hayat tarzını seçmekte hür kalabilmek üzere hareket ve irade serbestisi vermiştir.
Şimdi bir tarafta, kendi fıtratını ve kainatı anlamayan bir adam vardır. Hakiki sahibini tanımada ve onun vasıflarını bilmede hataya düşmekte; itaatsizlik ve isyan geçidini takip etmek suretiyle hürriyeti suistimal etmektedir. Böyle bir adam bilgi, zeka, vazife ve şuur imtihanı kaybetmiş bulunuyor. Standart bir seviyeye ulaşmayı becerememiş olup, yukarda bahsi geçenden daha fazla nasibe layık bulunmamaktadır.
Diğer tarafta, imtihandan yüz aklığı ile çıkan başka bir kimse vardır. Bilgi ve zekasını hatasız şekilde kullanarak yaratıcısını tanır ve O’na iman eder; hiç bir zorlamağa tabi olmaksızın Allah-u Teala’ya ibadet yolunu tercih eder. Hakkı batıldan tefrik hususunda hataya düşmez ve kötüğe doğru uzanabilme kudretine sahip bulunmasına rağmen, hak yolunda yürümeği tercih eder. Kendi fıtratını anlar ve tabiatın kanun ve realitelerini idrak eder. Herhangi bir tarzı benimseyebilme hürriyet ve kudretine sahip bulunmasına rağmen, Halikine itaat ve sadakatı benimser. İmtihanı kazanmıştır; çünkü zekasını ve diğer bütün kabiliyetlerini yerli yerinde kullanmıştır. Gözlerini hakikatı görmek için, kulaklarını doğruyu işitmek için, zekasını doğru fikre sahip olmak için kullanmış ve böylece seçmiş bulunduğu hak yoluna bütün kalbiyle ruhuyla bağlanmış bulunmaktadır. Doğruyu tercih eder, hakkı görür; sahibi ve halikine can-ı gönülden teslim olur; akıllıdır; hakşinastır; vazife şinastır; çünkü nuru zulmete tercih etmiştir ve hakikat ışığını görünce davete şevk ile aşk ile icabette bulunmuştur. Bu gibi tarz ve hareketlerle o, yalnızca bir hakikat arayıcısı olmayıp aynı zamanda hakikatı bilen ve O’na ibadet eden biri olduğunu ispatlamış bulunmaktadır. Hak yolunda olan böyle bir kimse için hem bu dünyada, hem de öbür dünyada muvaffakiyet mukarrerdir.
Böyle bir insan meşguliyet ve ilmin her sahasında daima doğru yolu seçecektir. Allah’ı bütün vasıflarıyla bilen kimse, hakikatın mebdei gibi müntehasını da bilir. Hiçbir vakit yoldan çıkarılamaz; çünkü ilk adımı doğru yoldan atmış olup, hayat yolculuğunun nereye varacağını bilmeketedir. Kainat sırları üzerinde duracak felsefi bir görüşe sahiptir ve tabiatın esrarını araştıracaktır. Fakat şüphe karşıklığı ve skentisizm içinde yolunu kaybeden münkir filozoflar gibi değil. Onun yolu İlahi ilhamla aydınlanmıştır. Her attığı adım onu doğru yola götürmektedir. İlim sahasında taibatın kanunlarını anlamağa; dünyadaki saklı hazineleri meydana çıkarmağa; madde ve şuurun şimdiye kadar bilinmeyen kuvvetini kontrolu altına almağa; fakat yerde ve gökte mevcut olan her şeyi beşeriyetin hayrına kullanmak için, gayret sarfedecektir. Tetkikatının her safhasında Allah-u Teala’yı idrak etmesi, fen ve san’atı kötü ve tahripkar şekilde kullanmaktan onu kurtaracaktır. Bu gibi her türlü şey üzerinde sahiplik; tabiatı alt etme vehmi; ve kendini İlahi ve hükümran kudrete sahip sayma iddiasında bulunmaz ve dünyayı alt üst etme hırsını tahrik; beşeriyeti dize getirip onlar ve her şey üzerinde -ister kandırmak suretiyle, isterse de zorla olsun- üstünlük tesis etmek hususlarını aklına asla yerleştirmez. Böyle bir isyan ve kütsahlık hareketi hiç bir vakit bir müslüman alim tarafından düşünülemez. Ancak kafir alim böyle bir hayalin pençesine düşebilir ve bu hayallere kapılmak suretiyle, tekmil beşeriyeti toptan mahv ve pişmanlığa maruz bırakır. Diğer taraftan müslüman bir alim tamamiyle başka tarzda davranacaktır. Dünyaya ve ilme vukufunun artması, Allah’a karşı olan imanını daha da arttırır. Minnettarlığının ifadesi olarak O’nun huzurunda baş eğecektir. Kendi menfaatına ve beşeriyetin mefaatına yararlı olsun diye, Halikin ona daha fazla kuvvet ve bilgi inayet buyurduğu hissine sahip bulunacaktır. Sahip olduğu hürriyet başıboş kalmıyacaktır. Ahlak prensipleri ve ilahi tebliğ onun rehberi olacaktır. Böylece ilim, onun elinde bir tahrip değil, fakat beşeriyetin refahı ve ahlakın islahı için bir vasıta olacaktır. İşte bu şekilde o, Halikine insanlar bahşetmiş olduğu nimetler için minnettarlığını ifade edecektir.
Aynı şekilde tarih, iktisat, siyaset, hukuk, fen ve sanatın diğer şubelerinde de bir müslüman hiçbir yerde bir kafirden, tetkik ve mücadele sahasında, geri kalmıyacaktır. Fakat görüş zaviyeleri ve hareket tarzlarının neticeleri bakımından birbirinden son derece ayrı olacaklardır. Bir müslüman, her bilgi şubesini doğru görüşle tetkik edecek; doğru hedefler için mücadele edecek ve doğru nitecelere varacaktır. Tarih bakımından insanoğlunun geçmişteki tecrübelerinden iyi dersler alacak ve medeniyetlerin yükseliş ve alçalış sebeplerini sıhhatli şekilde anlayacaktır. Geçmişin bütün iyilik ve kötülüklerinden faydalanmaya çalışacak ve milletleri, zeval ve mahva götüren kötülükleri bertarafta tereddüt göstermiyecektir. Siyasette tek hedefi, sulh, adalet, kardeşlik ve fazilete müstenit bir sistemin tesisi olacaktır. O sistemde ise: İnsan ile insan kardeş olacak; hiçbir şekilde istismar ve kölelik bulunmayacak; insan hakları saygı görecek ve devlet kudreti Allah’ın mukaddes emaneti olarak kabul edilip, umumun refahı için kullanılacaktır. Hukuk sahasında bir müslümanın gayreti, bilhassa zayıflarınki başta olmak üzere her türlü hakları tam manasiyle korumak ve adaleti hakkiyle temsil olacaktır. Herkesin hakkını almakta ve hiç kimseye adaletsizlik ve zulüm yapılmakta olduğunu görecektir. Kanuna itaat edecek; başkalarını da ettirecek ve o kanunun adalet, hakkaniyet dairesinde ve bitaraf tarzda yürütüldüğünü görecektir.
Ahlak bakımından, bir müslüman dahi itikat, takva, samimiyet ve hakikat aşkı ile meşbu olacaktır. Allah-u Teala’nın hediyesi lutfu bulunduğu; kullandığı kuvvetin ancak Allah-u Teala’nın lutfu olduğu; ve kendisine bahşedilmiş olan hürriyetin fark gözetmeden kullanılmıyacağı ve hürriyeti Allah Teala’nın arzusuna göre kullanmanın kendi menfaatı icabı olacağı inancı ile bu dünyada yaşamaktadır. Günün birinde sahibine döneceğini; ve bütün hayatını hesabını vereceğini aklından hiç çıkarmıyacaktır. Mes’uliyet hissi onda daima bulanacak ve asla başıboş ve mesuliyetsiz şekilde davranmıyacaktır. Bu vaziyette yaşayan bir insanın ahlakındaki mükemmeliyeti tasavvur edin. Onunkisi temiz itikat, sevgi ve fedakarlık dolu bir hayat olacaktır. Onun düşüncesi kötü fikirler ve fedakarlık dolu bir hayat olacaktır. Onun düşüncesi kötü fikirler ve sapık hırslarla kirlenmiyecektir. Kötüyü görmekten, kötüyü işitmekten, kötü iş yapmaktan sakınacaktır. Dilini tutacak ve asla yalan söylemiyecektir. Hayatını dürüst yoldan kazanacak ve zulüm yaparak, başkalarını istismar ederek temin edilen yemeğe, açlığı tercih edecektir. İnsanlara , ne renk ve ne evsafta olurlarsa olsunlar- zulüm yapılmasına, tecavüz edilmesine taraftar olmayacaktır. Kötüyü asla kabul etmeyecek; ne pahasına olursa olsun ona karşı gelecektir. İyilik, asalet misali olacak ve hayatı pahasına da olsa haklı ve doğru olan tarafı tutacaktır. En ufak bir adaletsizlikten tiksinecek; karşısına çıkacak aksiliklerin şiddetinden yılmayacak, doğruluğa sımsıkı sarılacaktır. Böyle adam hatırı sayılır bir nüfuza sahip olur. O muvaffakiyet yolundadır. Bu dünyada hiçbir şey onu engelliyemez ve yolundan çeviremez.
O, en şerefli ve en muhterem bir insan olacaktır. Hiç kimse ondan üstün olamaz. Kainatın hakimi kadiri Mutlak’tan başka hiç kimseye boyun eğmeyen, el açmayan böyle bir insanı kim hor görebilir?
O en kudretli ve en nüfuzlu olacaktır. Hiç kimse ondan daha kudretli olamaz. Çünkü o Allah’tan başkasından yardım aramamaktadır. Hangi kuvvet onu doğru yoldan ayırabilir? Hangi servet onun imanını satın alabilir? Hangi kudret onun davranışlarına cebir icra edebilir?
O en müreffeh, en zengin olacaktır. Hiç kimse ondan daha zengin, daha hür olamaz. Çünkü o züht içinde kanaatkar bir hayat sürecektir. Şehvet düşkünü veya tamahkar olmayacaktır. Doğru ve namuslu şekilde kazanacağı her şey ile mutmain kalacak ve kötü yoldan kazanılmış servet önüne yığılsa bile ona dönüp bakmayacaktır. Onda kalp rahatlığı bulunacaktır. Bundan büyük zenginlik olur mu?...
O en muhterem, en sevilen kimse olacaktır. Hiç kimse ondan daha sevgili olamaz. Çünkü o hayır ve hasenat içinde hayat sürmektedir. O herkese ve her şeye adalet gösterecek, vazifesini namus dairesinde ifa edecek ve başkalarının iyiliği için samimiyetle çalışacaktır. Halkın kalbi ona çevrilecek ve herkes onu sevecek ve hürmet edecektir.
O en ititmat edilen ve şerefli bir kimse olacaktır. Hiç kimse ondan daha çok -itimada şayan olamaz- çünkü o itimadı suistimal etmeyecek, hak yolundan ayrılmıyacaktır; sözüne sadık kalacak ve muamelatında dürüst ve çok namuslu olacaktır. Allah-u Teala’nın daima hazır ve nazır olduğuna imanı dolayısiyle, bütün işlerinde adil ve doğru olacaktır. Kelimeler, böyle bir adamın hüsnüniyet ve değerini, ifadeden aciz bulunmaktadır. Ona itimat etmeyecek kimse bulunur mu? İşte müslümanın hayat ve karakteri budur.
Bir müslümanın hakiki karakterini anlamakla, onun hakir, zelil ve yüzü yerde yaşıyamıyacağına kanaat getirmiş olacaksınız. O üstün yaşama durumundadır ve dünyada hiçbir kuvvet ondan üstün olamaz ve onu dize getiremez; çünkü İslam, hiçbir yalan ve desisenin üzerine gölge düşüremiyeceği hususları onun kalbine sokmuş bulunmaktadır.
Dünyada hürmete şayan ve şerefli hayat sürdükten sonra, vazifesini muktedir şekilde ve muvaffakiyetle ifa etmiş ve imtihandan yüz aklığı ile çıkmış olması hasebiyle ona en mutena nimetlerini sığdıracak olan Halikine kavuşacaktır. Bu dünyada başarılı hayat sürecek ve öbür dünyada ise ebedi sulh, neşe ve saadet içinde kalacaktır.
İnsanoğlunun, hiçbir işte budur! devir ve yere tabi olmayan fıtri dini olan İslam işte budur! Bu, fıtrat yoludur. Bu, insanoğlunun dinidir. Her çağda, her memlekette ve her türlü halk arasında Allah’ı seven ve Hak’ka aşık olan insanlar bu mutlak dine inanmışlar ve bu din üzere yaşamışlardır. Bu yolu ister İslam, isterse de başka isimle adlandırmış olsunlar. Onlar müslüman idiler. Ona takılmış ad ne olursa olsun; İslam’ı ifade eder ve İslam’dan başka bir şey değildir.
YORUMLAR
Allah razı olsun hanımefendi kardeşimizden.