ÇOCUKLUĞUMUZ GEÇTİ BURALARDAN GÖREN OLDU MU?
Biz bu mahallede kurulan cümlelerin satır aralarında büyüdük. Yamalı asfaltlar bizim sınırlarımızı gösterirdi. Boyası dökülmüş evlerin bahçe duvarlarının önünde sevişirdik. Parmak hesabına gerek duymadan kafadan yapardık hesaplamaları. Mektuplarımızı postaneden değil, kiremidi kırık duvarların içinden alırdık hava kararınca. Gören olmasın diye yorgan altından okurduk; hoş karanlıkta nasıl okunursa… Pek anlamazdık zaten yazılanları iki kelimenin yoklamasını alırdık sadece: ‘Seni Seviyorum’…
— Burada…
İnci gibi yazılmış yazılara gıptayla bakarken, bizim yazdığımız mektuplar modern çivi yazısını oluşturuyordu. Bizi çirkin yazılarımızdan tanırdı kızlar… İlk öpücüğü de mektuptan atmıştı. Sabaha kadar uyumadık tabi, koynumuzda mektup; sanki o var gibi… Sıralarda uyuya kaldık ertesi gün. Hoca dikilirdi tepemize yazılı-sözlü yapardı. Alırdık yine zayıfı. Oysa biz mektuba çalışmıştık dün. Her kelimenin anlamını bulmuştuk kırmızı kaplı sözlüğümüzden ve birer kez cümle içinde kullanmıştık onları. Yine çalışmadığımız yerlerden çıkmıştı sınavlarımız…
Sokaklarımızda çocuk sesleri dolaşırken, işportacılar bastırırdı seslerini… Hele birde dondurmacı geldiyse, sıraya geçilir çıt çıkmazdı… Külahtan değil, kollarımızdan başlardık yalamaya… Gölge bir yer bulana kadar erirdi dondurmamız… Baktık eriyor, karınca yuvalarına koşardık; onlarda serinlesin diye…
Sonra büyüttüler bizi bok varmış gibi… Tek başımıza gider-gelir olduk okullardan. Ahmet’i, Mehmet’i, Ayşe’yi beklemez olduk. Çünkü artık koca adamdık. Büyüdükçe yalnız kaldık… Bizi büyütmek için çantalarımızın içine konan meyve-sebzeler konulmaz oldu. Belimize konulan silahlarla dolaşır olmuştuk. Oysa kaleme ihtiyacımız vardı bizim… Birde kalemtıraşa… Köreldikçe kalemimizi açacaktık, çünkü yazmaya yeni başlamıştık. Silah çekene kalem çekiyorduk çekmesine ama kaybediyorduk. Kaybede kaybede kazanmayı öğrendik sonra. Tahammülsüzlüklerimiz baş gösterdi, tanıdık onları…
Orijinaliyle kaydedilmesini istemediğimiz hayatlarımız oldu bizim. Açtık kollarımızı çakıldık yere mıh gibi. Kargalar korksun diye değil, cesaretimizi, kararlılığımızı bilsinler istedik. Dün gece kullandığımız cümleleri bugün için kullanmadık. Çünkü farkındaydık dünün bugünden farklı olduğunu... Seslendiklerimize aynı ses tonuyla yaklaşmadık; onlar değiştikleri için. Tuttuğumuz elleri bırakmak istemedik; keza üşüyordu ellerimiz... Omzumuza atılmış bir hırkada ısıtırdı ya neyse... Vakit yok.
Masallarla uyumaya alışmıştık eskiden, şimdi silah sesi duymadan gözümüze uyku girmiyor. Anka kuşu konacak diye uyuya kaldığımız günler olurdu pencere pervazında... Şimdilerde yatağımız pencereden uzak, birazda karanlıkta kalıyor her an şarapnel parçası gelecek diye... Yağmur taneleri çıtır çıtır ses çıkartırdı her pencereye vurduğunda, şimdi yağmurda yağmaz oldu; ses çıkartanlar ise saçma taneleri… Şimdilerde telefon melodisi olmuş silah sesleri… Sanki gerçekleri yetmiyormuş gibi, sanallarından da korkar olduk…
Çocukluğumuz geçti buralardan gören oldu mu?
Biraz ürkek, biraz kırılgan…
Taner YAPKU
15 Ekim 2009 Perşembe
YORUMLAR
EVET HAYAT YAŞAM VE GETİRİLERİ..HERKES GÜZEL ORTAMLARDA BÜYÜMEK ,OYNAMAK YAŞAMAK İSTER ..AMA BİLİNMESİ GEREKEN BİRŞEY VARKI ..BUNLARI YAŞAMANIZ GEREKİYORDU..HERKESİN BİR ALIN YAZISI VAR ..İNSANLAR ACILARLA OLGUNLAŞIR...ACIDA OLSA ,ZORDA OLSA HAYATI SEVİNÇLERİ OLDUĞU KADAR ACILARINI PAYLAŞMAYI BİLMEK GEREK ELBET...SAYGIM DAİM..