Kırılmalardan Kurulan Düşler!
Eskiden insanları severdim, acıma duygumu hissederdim yüreğimde .. Sonra zaman geçtikçe sinirlenmeye başladım çoğuna ve çoğundan uzaklaşmaya çalıştım,bir süre sonrada onlardan uzaklaşmamın komik olduğunu düşünmeye.. fakat bu düşüncelerimin yerini kişileri kucaklama dürtüsü almadı, aksine onları kullanmaya karar verdim. Anlayamazdım çoğu zaman onları ve hep anlamaya çalışır bunun için göz yaşı dökerdim. Hayatı farklı bir biçimde yaşamaya başlayınca farklı biri olmak zorunda kaldığımı gözlemlediğim anda üzüntülerin ve çekmek zorunda olduğumu sandığım sıkıntıların yersiz ve anlamsız olduğu kanısına vardım. Zamanla da ölümün gerçekliğini düşündüm ama asla ölmekten korkmadım, ölümün beni sonlandırıyor olduğunu düşündüğüm halde bunun olmasından mutlu oldum. Çünkü düşündümki zaman diye adlandırdığımız garip olgunun hissedilmez yanını gerçek kılan şey, geride bıraktıklarımın zihnimde kalan yansımalarıydı. Sevginin içindeyken yılmaya başladığım anlarda hep yaşam boyutunun derinliklerinde umut ışığının var olduğunu söyledim kendime ... Oysa zaman bana geleceği düşlemenin o an için bir çıkış yolu olduğu gerçeğini fısıldıyordu. Belki ben gelecekte karşılaştığım şeyleri geçmişte asla düşlemiş değildim ama bu olanları yaşıyorken içimde hazzın duvarlarına tırmanıyordum. Nede olsa arzu kapılarını çalarken hayal deryasının sonsuzluğunda var olabiliyordum. Aslında yine bir yanılgıdan ibaretti olanlar fakat gerçeklerin gerçek olması kimsenin işine gelmiyordu . Önüne konulan şeylerden utanmıyordu insanlar ... Belki haykırmak istiyordum çoğu zaman gerçekleri yüzlerine ama bir değersiz yığın diyip geçiyordum. İnsanlar masallara inanmazlar, insanlar masallara inanmak isterler.. İşte bu yuzden haysiyetin ibaresinin yokluğu yüzlerine yansıyordu. Sinir bozucuydu ve çekilmezdi ama bunları düşünmeden gayet hızlı geçiyordu zaman ve bu zamanın geçip gitmesinin bir önemi yoktu haz deryalarında.. Kimse sokaklarda yürürken tutup kolundan olacakları söyleyemiyordu, insanlar bir bilinmeze yürüyordu daima ve bilinmez yaşama sebebi oluyordu, zihniyle hareket ediyordu insan belki bu yuzdende bir kumandası yoktu.. Yaratılışına borçluydu kurgusunu , kimi yağmur damlasıydı yola düşen, kimiyse bir rüzgardı eserken ıslık öttüren... Herkesin zorunlu olduğu bir yolu vardı ve herkes atını kendi sürüyordu. Tüm bunlardan sonra insanlara nasıl yaklaşmam gerektiğini düşünmeye başladım, bu başlangıcın bir sonu asla olmayacaktıda bildiğim halde gerçekleriyle yüzleşmeye karar verdim yaşamımın. Hayallerin gerçeksizliğini nasıl yorumlamak gerekirse öyle yorumlamalıydım hayatı.. Ama hayallerin varlığından şikayetçi olmamalıydım. Hem ne de olsa bizlere şimdiyi sunan hayal denizindeki küçük yelkenlimizdi ve yelkenlere üfleyişimizdeki amaç yoktan var etmek değil, varlığı yok etmemekti. İnsanın toplumsallığından sıyrılıp bireyselliğine dönüş hikayesinden önce insan bir sosyal varlıktı ve toplum olmadan yaşayamazdı.. Peki zaman treninde rastladığımız insanlar hiç tanımadığımız, onlar bizim yaşamımızdalarmıydı? Hergün göz göze geldiğim sokak insanları olmadan yaşayamazmıydım? Buna bir cevap bulmak zor olsada yaşamak kavramı insanla bütünleşikti.. Bir yazısında Kafka şöyle diyordu: ’Gökyüzü kargalarla bir şey ifade etmez, çünkü gökyüzü kargaların yokluğu demektir.’ Ama hayat insan olmadan hayat demek değildi, hayatı var edendi insan, gökyüzünü var edense kargalar değildi, Ölümün ötesinde olmamasına rağmen.. Güneşli bir günün dağ esintisinde kargasız gökyüzünü izliyorken düşünceleri itesim geldi zihnimden... Kargasız gökyüzü öyle güzeldiki, hem gökyüzünde gördüğüm şey bir maviye çalan beyazlık değildi, beyaza çalan bir mavilikti..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.