Ormanın Şarkısı
2006 yılının kışa denk gelen bir ayında en yakın arkadaşımla köye gidip ormanda avlanmaya karar vermiştik. Bende tüfek olmadığı için bir akrabamdan tedarik ettim. Yeterince de fişek almıştım yanıma. Arkadaşım Halil de yanına mavzerini almıştı. Arabaya atladık ve yola koyulduk. Ona elindeki kocaman silahı ne yapacağını sordum. Karşımıza ayı çıkarsa kırmanın etkili olmayacağını söyledi. Mavzer ise ayının postunu delip geçermiş. Üstelik ormanda domuzlar varmış ki domuz derim sana. Adamı yakaladı mı parça parça edermiş. Niyetimizin avlanmaktan çok orman gibi insan eli değmemiş doğa güzelliğini görmek olduğunu biliyordum. Ormandaki yabanıl hayatın içinde bulunmak ve belleğimizde kendimize bile itiraf etmediğimiz macera yaşama isteğiydi bizi avlanmaya iten. Ben arabayı sürüyor köye yaklaştıkça kimsenin bulunmadığı, yerleşim yerinin olmadığı tepelere çıkan dar ve zorlu yollardan dikkatle geçiyordum. Toprak yol eğri büğrü ve çukurla kaplıydı. Hemen kenarında biz tepeye tırmandıkça büyüyen bir uçurum oluşuyordu. Etraftaki ağaçlar kaderine terk edilmiş bir şekilde gönlünce uzamışlardı, kayalar asırlardan beri oldukları yerde durdukları için yosun tutmuşlardı. Arada bir uzakta dört beş evin oluşturduğu bir yerleşim yeriyle karşılaşıyor ve insanların böyle medeniyetten uzak bir yerde nasıl yaşadıklarına hayret ediyorduk. Evlerin çatıları, ağaçların tepeleri ve güneşin uzanamadığı yerler karla kaplıydı. Yine de kışın ortasında açan güneş insanın içini ısıtacak kadar neşe doluydu. Ormanın başlangıcına kurulmuş Kayalar köyüne vardığımızda gökyüzünde bulutlar belirmeye başlamıştı. Hava birden değişmiş yağmurlu bir hal almıştı. Arabadan inip orman yoluna doğru yürümeye başladık. Kayalar köyünün ormana giden yolu arabaların geçişine izin vermeyecek kadar doğaya aitti. Uzun süre yürüdük, eğimli bu yolda yürüdükçe yukarı çıktık ve soluk almakta güçlük çekmeye başladık. Biz yürüdükçe bulutların rengi kararıyor gün alaca karanlığa kesiyordu. En sonunda ormana vardığımızda tüm âlem kasvetli bir rüyadaki gibi gri bir renge bürünmüştü. Orman ise el değmemiş tüm unsurlarıyla bir büyü gibi önümüzde duruyordu. Baktığımızda gözümüze ilişen her şeyden etkileniyorduk. Ağaçların altındaki yaprakların örttüğü yerlerden bir başkası yürümemişti, ayağımı bastığım toprak bir insan yürüyüşüne yabancıydı. Etrafta garip ötüşleriyle kuşlar, ağaçların ardından kısa bir anlığına gözüken tilkiler, kayalara gizlenmiş kaplumbağalar ve bin bir çeşit böcek insanın olmadığı doğanın oluşturduğu ahenkle rollerini oynuyorlardı. Kaplumbağalar ben onlara yaklaşınca aldırmaz bakışlarla kabuğuna hafiften siniyor sonra öylece kıpırtısız duruyorlardı. Kabukları yaşlarını ele verecek derecede eski, yıpranmıştı. Ormanın içlerine doğru yürüdükçe içimdeki anlatılmaz huzuru arkadaşımın yüzünde de gördüm. Elimizdeki silahlardan bir an utandık. Ormanın sakinlerinden herhangi bir hayvanı öldürmek bizim için zor olacaktı. Sonra ağaçların arasından bir çehrenin bizi gözetlediğini fark ettik. Uzaktaki bu şey neydi ki? Uzak olduğu için ağacın gövdesinin arkasına saklanmış bize dikkatle bakan şeyin ne tür bir varlık olduğunu çıkaramıyorduk. Ancak onun bakışlarında bu âleme ait olmayan korkunç bir dikkat seziyordum ben. Ayı olmasın, dedi arkadaşım. Mavzerini daha bir sıkı kavradı. Ben de elimdeki tüfeğin emniyetini açtım içimde kabaran bir coşkunlukla. Ağacın arkasındaki şeye yaklaştıkça onun aklımızın çözemediği bir yaratık olduğunu düşünüyordum ki çok fazla yaklaşmış olduğumuza karar veren şey büyük bir çeviklikle kaçmaya başladı. Bu yaratık öylesine hızlıydı ki sadece onun gri tenine dikkat edebilmiştim. Sen de gördün mü, dedi arkadaşım. Ben ise delice yaratığın peşinden koşmaya başlamıştım. Bir süre koştuktan sonra soluk soluğa kaldık, kuşların çığlıklar attığı ürkütücü ormanın ortasında arkadaşımla sırt sırta vererek etrafı kolaçan etmeye başlamıştık. Havadaki tehdit edici rüzgârın fısıltıları kulağımıza kadar geldi. Öyle hissediyorduk ki biri bizi hala gözetliyordu. Derken ikindinin gölgesi kadar uzun çalıların arasından bir adam çıkıverdi. Bildiğin köylü. Adamın fakir suratında ormanda alakasız bir şekilde bizimle karşılaşmış olmanın şaşkınlığı yoktu.
‘sen de kimsin?’ demişti arkadaşım. Köylü fare gözleriyle bize bakarak ‘buradan uzaklaşın yiğitler, orman size göre değildir’ dedi. Sonra ardından bağırdı.
‘ ne sanırsınız siz ormanı, şehirliler!’
Sinirlenen arkadaşım davrandı ‘Bana bak..!’ yapma Halil dedim, onu sakinleştirdim.
Neden sonra köylünün sırtındaki pompalıyı fark ettim. Kırk yaşlarındaydı ancak duruşunda gençlere özgü bir kendine güven seziliyordu.
‘burada periler vardır. Cinler vardır. Sahiplidir bu orman. İnsanoğluna acımazlar. Şimdiden tezi yok geri dönün.’
Köylünün sözlerini ciddiye almak istemedim ancak orman öylesine sessiz ve faklı bir âlemin canlılarına açık gibi duruyordu ki her şeye inanabilirdim. Derken ormanın derinliklerinden koyu bir çığlık yükseldi. Öyle bir çığlıktı ki bu ne insana ait ne de bir hayvana. Köylü aniden ağaçların arasından kayboldu.
‘ geri dönelim mi acaba?’ diye sordum Halil’e.
‘ birkaç keklik vurmadan geri dönersek ayaklarımız bizden şikâyetçi olur kadir’ dedi Halil. Sık ağaçların bittiğini tahmin ettiğimiz ormanın kuzeyine ilerledik. Gerçekten de ilerledikçe ağaçlar seyrekleşiyor, kuşların rahatça görülebileceği bir düzlüğe varıyorduk. Az ilerde etrafı kayalarla çevrili bir dere gördük. Dereden su sakin bir hışırtıyla akıyor, eğimli yatağı izin verdiği kadarıyla serpilip coşuyordu. Dereye yaklaşmaya nedense çekindim. Çok susamıştık, ürkek hayvanlar gibi etrafımıza baka baka dereden su içtik. Az ilerimizdeki kayanın üzerinde sırtı bize dönük beyazlar giymiş kara saçlı kız biz gelmeden önce de orada mıydı? Korkuyla geriye sıçradım, Halil elindeki mavzeri bir kütük taşıyormuşçasına zorlanarak tutuyordu.
Arkası dönük, bir kayanın üzerinde oturduğu için yüzünü göremediğimiz aklara bürünmüş kız ayaklarını derenin içinde gezdiriyor elleriyle kayaya yaslanıp öylece duruyordu. Sonra bilmediğimiz bir dilde bir şarkı söylemeye başladı. Şarkının sözlerini anlamıyorduk ama yıllardır dinlediğimiz bir parçanın sözleri kadar tanıdık geliyordu bize. Onun şarkısıyla orman ve belki de tüm âlem harekete geçti. Neden fark edememiştim kayaların arasından çıkan yılanları, böcekleri, ağaçların arasından fışkıran kuşları, dereden fırlayan kurbağaları… Büyülenmiş gibiydik, hareket edemiyorduk. Az sonra şarkı söyleyen kız kalktı ve bize doğru ilerledi. Kızın yüzü öylesine güzeldi ki onun hayatımızı sona erdirecek bir peri olduğunu anlıyor ama bize yaklaşan güzelliği karşısında kaderimize seve seve katlanıyorduk. Sanki yıllardır içimizde aç bir nokta vardı, bu peri o unutulmuş, ihmal edilmiş noktaya temas edecek ve bir büyük boşluğu dolduracaktı. Halil’in elinden gürültüyle silahı düştü. Göz ucuyla Halil’in zaten yanımıza gelmekte olan periye doğru yaklaştığını gördüm. İçimde büyük bir kıskançlık belirdi. Tüfeğimle onu yaralayıp periye doğru ben koşmalıydım. Arkamızda kurtların hırıltısını işittik. Ve bir de tüm büyüyü bozan can sıkıcı fişek sesi yankılandı tüm ormanda. Perinin o etkileyici görüntüsü un ufak olup rüzgârla birlikte dağılıverdi.
Ateş eden kişi bizi geri gitmemiz gerektiği konusunda uyaran köylüydü.
‘ çıkalım bu lanetlenmiş ormandan hemen’ dedi Halil.
Köylü güldü. ‘perinin şarkısını dinlediniz. Artık hiçbir zaman buradan çıkamayacaksınız’ bir müddet bakıştık. Köylü ne demek istiyordu.
‘ çıkarız hem de bal gibi çıkarız. Hadi gel Halil ben yolu biliyorum’ dedim hırsla. Köylü hala gülüyordu. Ama gülüşünde acıklı bir taraf vardı. Yazık ettiniz der gibi.
‘ peki ya sen’ dedi Halil.
‘ ben yıllardır buradayım’ köylüye inanasım gelmiyordu ama az önce perinin şarkısını dinlerken bir daha ormandan çıkamayacağımı anlamıştım.
‘ çok eskiden ben de onun şarkısını dinledim ve o bana kötü bir şey yapacakken kendime geldim, kurtuldum. Sizde olduğu gibi beni kurtaran da olmadı ben kendim kurtuldum. Kurtulmak iyi değildir, çıkamayacağını bile bile ormanda dolaşırsın, elinde avlanmak için getirdiğin silahınla sonsuz bir ömür yaşarsın. Fişeğinde bitmez ha, at dur. Rüya gibi. Belki de rüyadır bütün bunlar. O yüzden sizi kurtarayım mı diye kendimle mücadele ettim. İzledim sizi uzaktan. Peri sizi mahvedecekti. Kıyamadım, genç yiğitlersiniz. Gerçi burada gençliğin pek önemi yok ama..’
‘ Şuradan gidince ormanın sonu değil midir?’ diye sordum umutsuzca.
‘ Hahaha! Ormanın sonu yoktur yiğidim. Bundan sonra ne fişeğinin ne de ormanın sonu olmayacak. Alışırsın, aklın kabul eder merak etme. Periyi görürsün her zaman, şarkısına başlayacakken atarsın bir fişek kaçar o. Ama aklına, gittikçe bitmeyen ve kendini hep tekrar eden ormandan periyle bütünleşince kurtulacağın geldiğinde şarkısını dinleyesin gelir, gelir de o kazanır o zaman.’
* * *
Avcı dereden su içebilmek için silahını arkadaşına emanet etti. Diğer avcı iki tüfek birden tutmayı beceremedi, kendi silahını düşürdü. Serin bir rüzgâr esiyor ağaçların yapraklarını hışırdatıyordu. Su içen avcı yüzünü yıkadı, başını kaldırdığında derenin karşısındaki kayalıkta beyazlar giyinmiş bir kızın oturduğunu gördü. Kız ayaklarını dereye sokmuş suda gezdiriyordu. Öylesine güzeldi ki..
Ormanda kimsenin bilmediği bir dilde çok hoş bir şarkı duyuldu. Ormanın tüm sakinleri bu şarkıya eşlik edercesine kıpırdanmaya, saklandıkları yerden çıkmaya başladılar. Uzakta avcıları izleyen Halil ‘ bir fişek atayım mı dedi’
‘ kalsın’ dedim. ‘ kalsın’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.