- 963 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVMEKTEN VAZGEÇMEDİ YÜREĞİM
Madame De Scudery:
“İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar.”
Sabah kalktığımda burnumu mis gibi ekmek kokusu sardı. Yarı uykulu yarı uyanık pencereye yöneldim. Annem ekmek hazırlıyor diğer yandan ablam hazırlanan ekmeği ateşte pişiriyordu. Yüzünü yıkayıp doğruca yanlarına gittim.
Doğunun bir köyünde iki odalı bir evde yaşıyorduk. Babam çiftçi idi. Bağla bahçe ile uğraşıp geçimimizi öyle temin ediyordu.
Ablamı okutamayışı, yüreğine oturmuş çok pişmandı.Aynı hatayı bir daha işlememek için beni okutmaya kararlıydı.
Bu nedenle sabahlara kadar ders çalışıyordum büyük bir azimle. Babamın yüzünü kara çıkartmayacaktım. Doğuda pek çok kız okutulmuyordu. Her kız çocuğunun içinde okumak bir ukde olarak kalıyordu. Babam erken farkına varmıştı. Her kız çocuğu okutulmalı, eli ekmek tutmalı diyordu.
Bahar gelmişti. Her yerde erik, şeftali, armut, çiçekleri açmıştı mis gibi kokular saçıyorlardı. Renk, renk umutlar yeşeriyordu dallarında. Benim içim yaşam sevinci doluydu. Umutlarım vardı okuyacaktım. Babamın ve benim en büyük hayalimi gerçekleştirecektim. Öğretmen olup; insanlara okumanın ne büyük bir nimet olduğunu aşılamak istiyordum. Çok güzel hayallerdi bunlar.
Annemlere biraz yardım ettikten sonra ders çalışmaya başladım.
Yoğun bir tempo içinde geldi çattı sınav zamanı. Üniversiteye giriş pek kolay değildi. Herkes nasıl da hazırlanıyordu. Benim pek şansım yoktu. Ama okulda hem çok çalışkan, hem de azimli bir öğrenciydim.
Babam benimle birlikte geldi sınava. Benden heyecanlıydı. Sürekli ‘’kızım kalem aldın mı, silgi aldın mı? Sınav giriş belgeni unutma’’diye uyarılarda bulunuyordu.
Sorular beni baya terletmişti. Sınavı kazanmalıydım; çünkü bunun başka çıkar yolu yoktu. Babamın ümitlerini ve kendi ümitlerimi yabana atamazdım.
Derken zaman göz açıp kapayana kadar çabuk geçti. Sınav sonuçlarının açıklanacağı gün geldi, çattı.
Ankara sınıf öğretmenliğini kazanmıştım. Bu çok güzel bir olaydı benim için. Babamın gözlerindeki o mutlu ışıltıyı anlatmak imkansız bir şeydi. İlk defa babamı böyle görüyordum.
Bilir misiniz o ışığı. İşte bu dedim. Bu ışığı görmek içindi tüm çabalarım, emeklerim. Artık okuyup öğretmen olacaktım. Işık saçacaktım dört bir yanıma. Çocuklarım olacaktı. Yüreklerine sevgi, gözlerine ışık, dillerine okumayı öğretecektim. Neler, neler verecektim. Kız çocuklarının okutulması için tüm gücümle savaşacaktım.
Okul koşturmalar başlamıştı hayatımda. Bende büyük bir azimle derslerime sarıldım.
Soğuk bir Ankara sabahı… Günlerden cumartesi Elif’in kuzeni gelecekti. Beraber zaman geçirelim diye karar vermiştik. Dışarıda hafiften kar serpiştiriyordu. Simsiyah bulutlar, keskin bir soğuk vardı. Her tarafı kömür kokusu biraz da yüreğimi hasret kokusu sarmıştı. Elif’le hazırlanıp dışarı çıktık hemen. Bizi bir cafe de bekleyeceklerdi. Koştur, koştur gittik cafe ye gelmişlerdi. Biz bir telaşla içeri girdik. Dışarısı buz kesiyordu. İçeri sıcacıktı. Masada bekleyen gence gözlerim takıldı birden.
Nedenini bilmediğim garip heyecan duydum. Elimi merhaba demek için uzattığımda,
‘’Merhaba benim adım Reyhan, dedim’’
O da ‘’benim adım Suat’’derken sesi titremişti heyecandan. Sanki geldi yüreğime sıcacık bir serçe konmuştu.
Gözleri, ah o gözleri dedim içten içe, çok hoş sohbet, şakacı tavırları, ama onun yanında o ciddiyeti çok etkilemişti beni. Çocukluğumdan beri üniformalı askerler hep dikkatimi çekmiştir. Yüreğime kor düştü sanki…
Biraz çıktık karda kartopu oynadık. Çok eğlendik.
Elif’le yurda döndüğümde, Elif bana bir çimdik attı koluma.’Nasıl dedi’’
Ben anladım ama hafif anlamaz bir tavırla ”ne diyorsun anlamıyorum ”dedim.
Oysa anlamıştım. Kuzeni Suat’ı soruyordu.
‘’Anlamazlıktan gelme işte, dedi’’
Bende sanki pembe bulutların üzerindeyim. Hafif utangaç bir tavırla, ”çok hoştu” dedim. Kızardığımı fark ettim. Elif boynuma sarılarak yanaklarıma bir öpücük kondurdu.
Ranzama uzandım hayallere dalacaktım ki. Sınavlarım aklıma geldi. Çok çalışmam gerekti. “Hayalin sırası değil dedim” kendi kendime.
Sonra vazgeçip kendime bir kıyak geçtim. “Bugün o muhteşem insanın mavi gözlerini düşleyerek uyumak istiyorum” dedim.
“Yarın sorumluluğumun başında olacağım” diye söz verdim kendi kendime.
Sınav dönemi; kapanmıştım ders kitaplarıma. Sınavlarımı hep başarıyla veriyordum. Ama bir türlü Suat aklımdan çıkmıyordu.
Bir gün Elif bana,
‘’Sana bir şey diyeceğim ama ne olursun kızma’’dedi.
‘’Suat seni çok beğenmiş, etkilenmiş tekrar görüşmek istiyormuş’’dedi
Benim kalbim fırlayacak gibi oldu yerinden.
Cumartesi günü beni görmeye geleceğini söylemiş. Eğer ki kabul edersem. Benim nasıl duygular içerisinde olduğumu Elif’e bir türlü söyleyemedim. Kaldı öylece içimde.
Cumartesi günü sabah büyük bir heyecanla kalktım. Saçlarımı nasıl yapacağımı şaşırmıştım. Bir topladım, bir dağıttım en sonunda, “bırak dağınık kalsın” dedim. En doğal halim buydu. Kırmızı montumu, kırmızı beremi takıp, birazda dudağımı renklendireyim dedim. Hafif kırmızıya boyadım. Bir telaş, bir telaş… Eteklerimde kuşlar dans ediyor misali koşarak gittim. Elif gelmedi benimle. Canım arkadaşım o kadar ısrar ettim ama benim işlerim var, ders çalışmam lazım beni rahat bırak deli kız deyip beni başından atmıştı.
Gittiğimde Suat gelmiş beni bekliyordu. Bu sefer sivildi, mavi bir kazak giymiş gözlerine nasıl da uyum sağlamıştı.
Çok heyecanlıydım yüreğim pır, pır ediyordu. Kalbim tavana değecek diye korktum bir an. O da benden hoşlanmış. Of Allah’ım, nasıl bir duygu bu. Ayaklarım yerden kesiliyor gibi oluyordum. Soğuk havada saleplerimizi içerken her şeyi konuşmuştuk Suat’la. O anlattı ben dinledim, ben anlattım o dinledi. Dışarıda hafiften bir yağmur yağıyordu. Birlikte yürümeye karar verdik.
‘’Tuh Şemsiyemi almayı unutmuşum’’ dedim.
Ama içimden sinsice gülerek’’iyi ki almamışım’’diye geçirdim
Suat’la el ele yağmurun altında yürümeye başladık. Çok ince ruhlu biriydi. O gün onun bir hünerini daha öğrenmiştim. Suat şiir yazıyormuş ne kadar güzel bu. Şiirler okudu bana o gün kendi yazdığı,
Ellerim ellerinde,
Gözlerim gözlerindeyse.
Omzuna yaslanıp
Batan güne beraber el sallamak
Doğan güne
Seninle uyanmak istiyorum.
Hoş geldin demeliyim gözlerine
Yüreğini ellerime alıp
Seni karşıma çıkarttığı için
Şükranlarımı sunmalıyım Allah’a
Baharın gelişini seninle karşılamak
Yağmurun yağışını seninle izlemek
Ben her rengi seninle görmek
Her tadı seninle
Tatmak istiyorum…
Ben şiiri dinledikten sonra daha da arttı hayranlığım. Sevgi yürekli Suat’a aşık oluyordum galiba. Okul bitene kadar görüştüm Suat’la. Birbirimize çok bağlandık.
Onsuz günlerim cehennem azabı gibi gelmeye başlamıştı. O nu çok seviyordum o da beni. Okulumun bitmesin bekliyordu evlenmemiz için. Okulumda çok başarılıydım. Babamın ve benim tüm çabalarımı boşa çıkarmayacaktım. Babamın yüzünü yere eğmeyecektim kendi kendime sözüm vardı.
Okulum bitmişti. Suat, beni istetecekti ailemden. Suat’ı hiç böyle görmemiştim. Yıkılmış bir virane gibi geldi yanıma. Birden onu öyle görünce kalbim duracaktı bir şey oldu diye düşündüm. Ailesine durumu açıklamış. Ailesi beni istemiyordu. “O kız bize yaramaz” deyip kestirip peşin hüküm vermişlerdi benim için. Suat çok savaştı ailesiyle. Ailesi, Suat ne dese karşı çıkıyorlardı. Her gece yalvarıyordum Allah’a. Onu bana kavuştursun diye.
Başvurularımı yapmış atamamı bekliyordum. Derken Suat’a doğu görevi çıkmıştı.
Yanıma gelip de doğu görevinin çıktığını söyleyince boynuna sarılıp ağladım. Ondan ayrılmak istemiyordum. Başına kötü bir şey gelmesinden korkuyordum. Ona bir şey olursa yaşayamazdım.
Şırnak’a çıkmıştı doğu görevi. Geceler boyu ağladım, yalvardım Allah’a. Suat’ımı Allah korusun diye. Ben ondan başkasını sevemezdim ki. O nu her şeyiyle seviyordum. Onunla gözlerimi açmıştım ben hayata sevgiye. Aşkı onda görmüştüm. İlk onun gözlerinin içine bakıp, ilk onun ellerini tutmuştum.
Suat’ın gitme günü gelip çatmıştı. Onu gözyaşlarımla uğurladım göreve. Bende doğuya istiyordum ilk atamamı. Bunun birçok nedeni vardı. Orada kız çocuklarının okutulması için savaşım verecektim. Işık tutmak istiyordum.
Doğuda bir köye atamam çıkmıştı. Çok heyecanlıydım. Çiçeği burnunda öğretmen olarak göreve başlamıştım.
Suat bir türlü aklımdan çıkmıyordu. O nu sevmekten vazgeçmemiştim. Vazgeçmeyecektim ne ondan ne de sevgimden. Her gün görüşemezsek de elimizden geldiğince görüşmeye çalışıyorduk. O nu çok özlüyordum. O özlem dolu günlerde gökyüzüne bakıyordum. Masmavi gökyüzü bana onun gözlerinin yansıması gibi geliyordu. Sonsuz maviliğin altında”Bu hayat nasıl geçerdi onsuz?” diye düşünüyordum.
Her kız çocuğunun ailesi ile konuşmaya başladım kapı, kapı dolaşıyordum. Kimini ikna ediyorum kimini ise ikna edemiyordum. Ama vazgeçmeyecektim bu savaştan. Kız çocuklarına, ailelerine ışık olmaya devam edecektim. Başarılı olmuyor da değildim. Birazcıkta olsun kız çocuklarını göndermeyen babalar;
Birkaç gün geçse de tek, tek dökülüyorlardı. Emeğimin karşılığını alıyordum. Çok mutluydum hem de çok. “Ah, birde Suat’a kavuşsam” diye düşündüm.
Suat, kaç defa konuşmuştu ailesiyle benim için. Ailesi yine her zamanki gibi karşı çıkıyorlardı. Kendi hayatlarının içine beni istemiyorlardı. Güya ben onlara uygun gelin değilmişim.
Savaşımlarımda yorgun düşüyordum ama Suat’ın özlemine hiç dayanamıyordum.
Yüreğim kor gibi yanıyordu onun özleminden.
Bir akşam eve gelip hemen uzandım. Çok yorulmuştum. Suat’la kaç günden beri görüşemiyordum. Çok huzursuzdum. Gökyüzündeki yıldızları seyrederken uykuya dalmışım. Telefonum çalmasıyla irkildim. Arayan Suat’ın aynı birlikteki arkadaşı Kadir;
Sesi çok kötü geliyordu;
‘’Reyhan, burada bir çatışma oldu Suat’la birkaç asker yaralandı’’ dedi. Sanki o an yüreğimi, gözlerimi, kaybettim yarım bir insan gibi olmuştum. Gözümden yaşlar seller sular gibi akıp gidiyordu.
İşin aslını sonradan öğrendim. Suat, yaralı olarak kurtulmuş ama bir bacağını kaybetmişti. Diğer iki askerimizi şehit vermiştik.
Ya Rabbim bu nasıl bir acıydı. Suat’ın yanına nasıl ulaştığımı bile hatırlamıyorum. Hastaneye gittiğim de gözlerim kan çanak olmuştu. Her yerim titriyordu. Gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Ailesi de gelmişti.
Direk Suat’ın boynuna sarıldım. Gözyaşlarımız birbirine karıştı. Birbirimize sarılı kaldık öylece. Onu ne çok, ne çok özlemişim. Ondan başkasını görmüyordum ki. Tek isteğim bir an önce Suat’ın iyileşmesiydi. Bana çok görev düşüyordu. Bu günden sonra Suat’ın yanında hep olacaktım. Suat’ın kendini toparlaması için elimden ne geliyorsa yapacaktım.
Bahçeye hava almaya çıktığım da gökyüzüne bakarak gözyaşlarımı sessiz, sessiz akıttım. Allah’ıma teşekkür ettim. Onu bana tekrar bağışladığı için. O benim gazimdi artık. Ben bu duygular içerisindeyken; yanımda Suat’ın annesi ve babası belirdi. Perişanlardı boynuma sarılıp ağladılar, “ne olur bizi affet kızım” dediler. Ortada affedilecek, değişende bir şey yoktu; Suat benim hala en büyük aşkım ve de benim ondan vazgeçmem imkansızdı.
Oysa onlar benim Suat’ı yüzüstü bırakacağımı düşünmüşlerdi.
Ten neydi ki, sadece ruhun elbisesi, gün gelince eskiyecek ve emanet olan bu elbise sahibine bir şekilde verilecekti.
Ben Suat’ın elbisesine bakmadım, o elbisenin altındaki ruhuna bir mıknatıs gibi çekilmiş ve AŞIK olmuştum.
VE SEVMEKTEN VAZGEÇMEDİ YÜREĞİM.
Ayşe Akdoğan/Mersin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.