- 1744 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Saksıdaki Kumru
Ağustos ayının henüz ilk haftasıydı sanırım.Üç yanı beton yığınıyla çevrili evimin balkonunda çamaşır asıyor, güneşin karşı pencereye vurmasını ve oradan yansıyan ışığın ısısıyla akşam üzeri ıslak çamaşırları kurutmasını beklemek üzere, biraz da işimin bir an önce bitmesi için telaşla mandalladığım çamaşırları asıyordum ipe.Güneşi böylesine hasretle bekleyen bir evin hangi odasında saksı içinde çiçek yetiştirilebilirdi ki ? Yeşili severken, o toprağın, suyu kana kana içmesini izlemek ve çatlatıp toprağı bir filizin doğumunu izlemek, arada sohbet etmek damarlı yapraklardan yeşil kanın akışıyla…Hele minicik tomurcukların sancısıyla mutlu olabilmek…Ben de içerde olmuyorsa dışarıda olur diyerek birkaç saksı çiçeği akşam güneşine teslim ederek balkon penceresinin mermerine koymuştum. Cılız da olsa pembe sardunya olanca neşesiyle güneşe bakınıyordu. Hemen yanında henüz yeşilliğini koruyan ortanca saksısı.
Çamaşırları asmayı sürdürürken bir an gözüm ortancaya ilişti.Toprağının üzerinde birkaç kuru sap. O an öylece bakarken saksıya içime dolan huzur ve mutluluktu. “Yeni misafirlerimiz olacak anlaşılan.” diye mırıldandım kendi kendime. Her balkona çıkışımda ilk gözümün aradığı yapım aşamasındaki o küçük yuva oluyordu. Her gün biraz daha kuru dalla yükselen bir yuva. Ortancaya mırıldandım arada bir,” Misafirlerimize kucak aç oldu mu güzel kızım ? İyi davranalım onlara.” Hep kızım diye konuşuyorum zira onlarla. Bir anne kadar sabırlılar üzerlerine yağan yağmura, kara, toza… Köklerinden sımsıkı sarılıp toprağa dallarında yavrularına sahip çıkışları…
Kısa bir süre sonra ilk misafirimiz ortanca saksısında yerini almıştı. Anne kumru nasıl da gururla oturmuş, kımıldamadan duruyordu yuvasında. “Hoş geldin kızım. Sakın korkma benden ! Sana, yavrularına dokunmayacağım. Nasıl ki yeni bir hayat için çaba sarfediyorsan sen, en az ben de bu hayatın ucundan tutmak için senin kadar sabırsızlanıyorum.” Demiştim.
Ben, her gün çamaşırları asmaya devam ettim.O, hep yavrularını ısıtmaya. Ben, her gün çocuklarım için yemek pişirmeye devam ettim, baba kumru yiyecek taşımaya. Arada merak edip yarım metre gibi bir mesafeden anne kumruyla sohbet ettim. Küçücük kafasından geçenleri düşündüm durdum. Endişeyle gözlerimin içine bakıyor ama yine de kıpırdamıyordu.
Günler geçiyor, baba kumru sık sık gelip saksının kenarına konuyor, izlendiğini fark ettiğinde karşı binanın çatısından bizi izliyordu. Ortanca oldukça susamış, boynunu bükmeye başlamıştı. Bu durumda toprağına su dökemezdim. Biliyordum ki kumru yumurtalarını alıp ortanca saksısını terk ederdi. Çiçeğimin, o hayat dolu yapraklarının soluşunu, bir hayatın doğuşunu izlerken bir hayatın bitişini izlemek de olmazdı. Bir can için başka bir canın ölümünü izleyemezdim. Ürkütmeden sulamalıydım çiçeğimi. Kumru kızımı korkutmadan, kaçırmadan çiçeği hayata döndürmeliydim. Sevgi ihmale gelmezdi biliyordum.
Küçük bir kapla saksının tabağına yavaşça suyu döktüm. Bekleyecek ve görecektim. Olmazsa başka çözüm mü yoktu sanki. Bir kumaş parçasının ya da bir iplik parçasının bir ucunu su dolu kaba diğer ucunu yavaşça saksının toprağına bırakacak yine de su içirecektim çiçeğime.
Ertesi gün ortancanın eski neşesine döndüğünü gördüğümde diğer çözüm yollarına gerek kalmayışına ve canlanmış oluşuna sevinerek bir süre daha konuştum kumruyla.
Günler günleri kovaladı.Zaten tez geçiyor ya bizim için.
Bir sabah baktığımda anne kumrunun saksıda olmadığını ve yuvada iki yumurtanın olduğunu gördüğümde hem bir endişe hem de sevinç kapladı içimi. Gitmiş miydi ? “Hayır, hayır gitmemiştir. O anne olacak daha…” Diye düşündüm. Aklım saksıda akşam olmuştu.Tekrar baktığımda ise gözünü sevdiğim annelik duygusu yerli yerindeydi.
Bir süre daha ben ortancamı tabağından suladım. Anne kumru kıpırdamadan beni izledi. Ben onun gözüne baktım, konuştum, o beni dinledi.
O sabah yine çamaşır faslıyla uğraşırken gözüm alışkanlıktan olsa gerek saksıya gittiğinde o müthiş manzarayla karşılaştım. İki tüysüz bebek birbirine sokulmuş titriyor. Aman Allah’ım ! Bu ne güzel hayat manzarası. Nasıl da korunmaya muhtaçlar. Nasıl da annelerinin sıcaklığında saklanmaya…
O gece eşime, “ Müjde canım, dede oldun. “ dediğimde bakışını unutamam.
Ağustos ayının son haftasıydı. İyice palazlanan kumrucuklar ayakları üstünde durmayı öğrenmişler, artık saksının kenarından dünyayı gözlemliyorlardı. Anneleri çamaşır ipine konuyor onlara başlarına gelebilecek tehlikeleri anlatıyor, uçmaları için taktikler veriyordu. Kesin öyle olmalıydı ki benim çamaşır asışlarım, ipin hareket etmesi dahi onu etkilemiyor, artık korkmuyordu benden.
Kendimi bu küçük misafirlerin yolculuk anına hazırlıyordum yavaş yavaş. Her gelen bir gün gitmiyor muydu ?
Öyle de oldu birkaç gün sonra. Sabah kalktığımda ortanca saksısının içinde sadece birkaç kuru sap kalmıştı yuvadan arta kalan. Masmavi göklere kucak açmıştı ergen kumrular. Hem mutluluk hem hüzün kapladı içimi. Ortanca da üzgündü belli ki. Onu sevindirmeliydi şimdi. Saksıyı alıp banyoya götürdüm ve toprağını tazeleyip yapraklarını yıkadım. “Teşekkür ederim güzel kızım…”
Şimdi sadece sonbaharda yeşilini korumaya çalışan çiçeğimin saksısını ve beni arada bir çamaşır ipine konup ziyaret eden bir çift kumru görüyorum. Bilmiyorum bunlar belki ev sahipliğimden memnun kalan baba ve anne kumrudur.Belki de dünyaya gözlerine açışlarına şahit olduğum iki kardeş kumru. Onlar vefayı biliyorsa şayet bilmediğimiz bir şey var.
17.9.09
Özlem Pala
YORUMLAR
Aman Allahım, burada yazılanlar benim yaşadığım olayların aynısı... Bütün bu anlattıklarınıza ben şahit oldum ve buna şahit olmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu anlatamam kimseye...
Balkonumuzdaki boş saksıya yuva kuran, iki yumurtası olan bir kumrumuz vardı bizim de, onların günden güne nasıl büyüdüklerini, annelerinin onları nasıl kolladığına şahit oldum günlerce...
Annem yumurtalara sakın dokunma, eğer anne kumru yumurtada farklı bir koku olduğunu fark ederse yuvayı ve yavrularını terk eder, derdi. Ancak bu söylediği gerçek miydi yoksa ben yumurtayı ellemeyeyim diye mi söylerdi bilmiyorum...
En güzeli de en son anne kumrunun yavrularını teker teker omuzlarına alarak onlara uçmayı öğretmesiydi...
Çok güzel bir yazıydı, kaleminize sağlık...
Yine güzel bir söz ile bu güzel yazınızı bağlamak isterim " Hayvanları tanııdıkça, insanlığımdan utandım" diye.
Evet biz insnaların hayvanlardan alacağı o kadar büyük dersler var ki, keşke birazını alsun kendi hayatımıza uygulayabizek.
En azından " ekmek atana taş atmamak" gibi, En azından vefa ve sevgi gibi.
Güzel bir yazı idi. Sorgulatan ve kendimize getiren.
Sevgiler yüreğinize