10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1037
Okunma

Gelmek üzere kış, ne dilek dinler ne de yakarış. Soğuk rüzgâr önünde titriyor bir yaprak. Gözündeki son yaşı döküyor, hıçkırarak. Dönüp baksa görebilir miydi baharı, oysa şimdi tüm dostları sadece kızıl, sarı.
Tükenirken geleceğe dair emelleri, son bir çabayla dalına tutunuyor elleri. Bulutlar geçiyor üstünden, bulutlar, her bulut kümesiyle tükeniyor umutlar.
Yaprak bir an düşünüp kaldı, tatlı bir hayale daldı. Dalını patlattığı günü düşündü. Serin bir bahar sabahında güneşli bir gündü. Sevgiyle sarmalanmıştı ilkbahar tomurcuklarıyla, dalların kiraza gebe mutlu çocuklarıyla.
Gün gelmiş yakmıştı ayaz, gün gelmiş mutlu olmuştu biraz. Pembeleşmeye başlarken dallarda kiraz, yeşeren umutlarıyla kol kanat germişti, gagasından kuşların. Zaman ah zaman! Önünde durabilmek mümkün müdür? Olsaydı imkân tüm gücüyle dururdu önünde can alan parmakların. Kızgın güneşle birlikte, kendi kızgınlığından olacak daha da sertleşti teni. Gözü görmüyordu artık her kötülük edeni. Başka mutluluklar arıyordu yeni yeni.
İşte tükendi güneşin gücü. Zaman dönüyordu var mıydı onun suçu?
Gittikçe zayıflayan ellerinde derman kalmamıştı. Ha koptu ha kopacak. Dökülünce yere, kara toprak sinesine saracak. Her canlı gibi aslına dönüp, çürüyecek, kararacak.
Gözlerinden dökülen son damla yaşla sararan bedeni bir rüzgârın kollarında sürüklenip gitti, arkasından dediler ki; “Bir ömür daha burada bitti.”
Hüznüyle güzün yere düşen yaprak ve kara toprak kavuştular sonsuza dek. El salladı tüm dallar, acıyla gülümseyerek.
Afet Kırat