...Kaybettiklerimin Ağırlıklarına Eşitleyemiyorum Gözyaşlarımı !
Dünya elimde olsaydı, eğer ben yönetiyor olsaydım,
Kanayan her yaramda, parçalanan her bütünlüğümde dünyayı tek bir hareketle durdurup beni fark etmenizi beklerdim.
Benim varlığımı hissederdiniz o zaman..
Size “Bu dünyanın içinde bende varım, o yalancı parçalardan biri de benim!” derdim.
Açılan yaralarım kabuklaşmaya başlarken, parçalanan bütünlüğüm kırık bir aynaya yansıyan gökkuşağı haline gelirdi.
Biterdim, belki yok olurdum!
Bir kez tatmış olsam bile o duyguyu, ben sizin için ‘var’ olurdum.
Beni ancak bu şekilde fark ederdiniz.
Sonra dünyayı tekrar döndürürdüm.
Ve sizler beni yeniden unutup sıradanlaştırırdınız.
Yine umursamazdınız acılarımı, kalbimin sızısını…
Ağlayan gözlerimi fark etmenizi beklemiyorum, edemezsiniz zaten.
Kimsenin haberi yok, kurudu gözyaşlarım!
İstediğim sadece benim varlığımı kabul etmeniz ve beni de aranıza almanız.
Farkıma varmanız.
Karanlığı işte bu yüzden seviyorum.
Onun karartısının içindeki o şefkatli duyguyu damarlarımda hissediyorum.
Akan kanım hızlanıyor, kalbim boğazıma yerleşiyor.
Yutkunamıyorum o an! Çünkü kalbim çok hızlı atıyor.
Sonra uzaktan gelen fakat kalbimin odacıklarına çarparak yankılanan bir ses işitiyorum.
Bu ses, yüreğimden gelen yalnızlığımın uğultusu, bana yaklaşıyor gittikçe!
Bir yoldaşım varken birden ikiye katlanıyor ve ben onu da çok seviyorum.
Yalnızlık, sadece bu..
Nasıl bir şey anlatamıyorum.
‘Yalnızlık’ ancak bu kadar yalnız anlatılabilir.
Kim demiş yalnızlık sevilmez diye!
Ben seviyorum işte, hem de hoyratça…
Siz beni fark edemediniz.
Beni bende bıraktınız.
Acımı bu yorgun bedenime yıktınız.
Gözyaşlarımı görmediniz, gözlerime saklattınız.
Feryat eden, yardım dileyen dilimi ise en acımasız sözlerinizle kestiniz.
Beni yok saydınız.
Konuşamıyorum artık!
Söylenecek bütün sözleri karanlığımdaki tek yoldaşıma saklıyorum.
Siz 19 senedir beni anlayamadınız.
Ben mi size hafif geldim yoksa ağır gelen ben miydim?
Beni neden hazmedemediniz? ...
Küçücük yüreğim vardı ve ben sizden hiçbir şey istememiştim.
Ama, beni kabullenmediniz.
Artık, varlığımın farkına varmanız için dünyayı yönetmek ve acıyan yaralarımı sarmak için dünyayı durdurmak istemiyorum.
Çünkü karanlığımda yalnızlığımla avunuyorum, size gerek duymuyorum artık…
Yaptıklarım size yalnız gelse bile ilgilenmiyorum sizlerle.
Sizi sevmediğim anlamına gelmiyor bu.
Sizi seviyorum fakat sizin bana yaptığınız yanlışlar benim yaptıklarımın ebeveyni, yani yanlışlarım sizin yanlışlarınızın yavrusu.
Beni yargılamaya kalkmayın, sakın!
Çünkü buna hakkınız yok…
Bundan sonra düşünürseniz, eğer hatalarınızı telafi etmek isterseniz çok geç olacak.
Ben sevdiğimi sizin gibi yarı yolda bırakmam.
Onu görmemezlikten gelmem.
Fark edememezlik gibi bir yanılgıya düşmem.
19 senedir kendi yalnızlığımda başkalarıyla bir şeyleri paylaşmaya çalıştım.
Ama, olmadı işte.
Kaybettim ben!
Her kaybeden, kaybettiklerinin ağırlığınca ağlar.
Ve ben, hiç susmadan her fırsatta ağlasam da kaybettiklerimin ağırlıklarına eşitleyemiyorum gözyaşlarımı…
Çünkü, sizi kaybetmeden önce kendimi kaybettim.
Şimdi ise, geriye kalan acılarımla, mutsuzluğumla yaşıyorum.
Yapayalnız, güneş almayan, ay ışığının aydınlattığı o huzur dolu mekânda…
Kaybetmeye alıştım ben!
YORUMLAR
Gönüllü yalnızlıklar vardır... özgürce o yalnızlığın tüm renkleri kuşanılır...bir adada herkesten ve herşeyden soyutlanmak gibi yaşamak... kendi iç denizinde kulaçlar atıp, sahilinde güneşlemek...ama yalnızlık bu şekilde zaman zaman içine girilen özgürce bir yönelişden doğmayıp; yaşamın öngörülmeyen bir çukurunda ya da uçurumunda; uçsuz bucaksız bir yalnızlığın insanın her hücresini sel suları gibi istila etmesi ise...işte tam da burada dram vardır...usuma tagetyaların gölgeleri düşer..çaresizlik kol gezmektedir...ve ben bir şekide ..yazında böylesi bir yalnızlığın resmini gördüm...yanılıyor muyum !? hoşçakalın....