- 1965 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÖZGÜRLÜĞÜN ZİLAN VAKTİ AVUÇLARDA SAKLIDIR...!
Ay düşer geceye,bilinmezlikle dolu bir bilmecedir gece...Melez şafakların utangaç yüzüdür.Öte yüzü ışık, öte yüzü biz olan yanımızdır.
Biz ışığa devrilen gecelerden geliriz...Tan doğanda,ışığı hep biz avuçlarımızda saklarız...Düşümüz de hep yıldız yağmurunun hazanlarıdır ve biz ışığa aşığız.
Avuçladığımız, doya doya içtiğimiz,baktıkça utandığımız ve her döngüsünde kendimiz olduğumuz gerçekliğimizdir O.Ve O içimizdedir.Bizde umudun içinde.
Bazen baharı selamlayan gelinciğin nazlı kirpiğinde takılıdır.Bazen bir uçurum sessizliğinde,bazen de sim kapıların ışıldayan tokmağında asılıdır.
Belki zaman tünelinde kaybolan geçmişimizdir.Belki de mekanı biz olan benliğimiz...
Ama her zaman yüzümüzü döndüğümüz Kybele’dir ışık...
Biz ışığa aşığız.Mani’nin bahçesi kadar tutkunuzdur O’na.Onda yaşar, onda ölür, onda ararız umudu.Umut bir ateş parçası içimizde,bir kurulu volkan,ışığın huzmelerinde arınan gerçektir umut...
Ve bu yürek atışında,bir geleceğin kıyısına oturmuş tarihin seyrindeyim.
Ay düşmüş gecede yıldızlara uzandım. Zülüflerine dokundukça ağladım.Bir haziran yüreğimle Fırat’a aktım ve tarih benim seyrimdeydi...
FIRAT.
Taşkın öfkende
kabarır yüreğim
Süzülen perçeminde,
Kınalı yataklarında döllenir
umudum.
Döllenen umudumla Fırat’taydım. Kıyılarına değen çapalara, toprağa düşen tohumlara dokundum. İştar’ı gördüm, kara başlı çocukları, şiir dilli anaları...İştar’ı tılsımlı toprağın şafağında gördüm, utandım. Deniz gülüşleriyle dokundu bana. Tanrıça kadar sıcak, tanrıça kadar yakındım ona... Sonra umuduma dokundu,kutsanmış toprağını avuçlarımda sakladı. Ve ben suskundum.
Yıldızlar gezinirken gecede ben tarihin ötesindeydim.Tarih kıvrılıp giderken mekana zamandaki izlerini aradım ve nazlı geleceğimle ben Diclem’e akıyordum.Dicle onbinyıllık yalnızlığımdı.
Hangi mekan döngüsünde akansın
DİCLEM
Hangi bilinmez kıyılarda.
Aktıkça mekan olur yüreğim,
Ve sen mekanıma dolarsın...
Seni bir zaman yokluğunda damıttım,
Tarih yok olmuş mekandır
DİCLEM...
Tarih uçsuz medeniyetin kıyısında
DİCLEM’dir...
Dümensiz bir mekanda Diclem’deydim. Dicle nazlı, Dicle geleceğin umudunu serper kayalara... Star’ın kırpışan bakışlarında kıvrılırdı Dicle... Kıyısına takılır gözlerim. Kıyısı bize koşan ötemizdir. Ve biz ötesinde inzivadayız...Sessiz kulelerde soylu...Bir sunak taşına serilir yüreğimiz bir haziran sonu.Umudumuz ateşte tavlanır ve biz sunaklara adanmışlardanız...
Peçeli gözleri ile Zerdüşt’ü sunakta gördüm.Geceyi yalayan ışığında gülümsüyordu bana...
zifiri bir gecede yıldızlara uzandı.Bir tutam yıldızı sunaklarda adadı.Kızıllığında kutsayıp avuçlarıma uzattı.Ürktüm...Bir avuç ateşle çığlıklayan meşaleydim...Ve Ahriman gölgemde çökmüştü.
Bir avuç toprak, bir avuç ateş ile tarihin seyrindeydim.Mehtaplı bir gecenin evrilen haziranında içkindim...Yalnızlığım,sessiz isyanlarımda haykırıyordu artık.Artık suskundum.Bir alabora sonrası Munzur’a aktım.Ali boğazından Kutu deresine dolandım,
coşkundum, kabaran binyıllık kuraklığımla Deriya Sim’deydim...
Ağıtlı bir anayı kıl çadırında gördüm...Lorili ezgilerinde beşiğine dokundum, duruldum.
Umudum, isyanım, geleceğimdi ellerinde yoğrulan...Burnundaki hızmaya, ayağındaki halhala vuruldum,utandım...Uzanıp yanaklarına dokundum.Islak kirpiklerinden gözyaşını topladım.Gözyaşını yüreğime akıttım.İçtim...İçtikçe susadım. İçtikçe doydum,içtikçe boğuldum.Soluksuz bir nefesin kıyısına vurdum, bitkindim...
Gezdiğim bir tarih kıyısı belki kirpiğe takılmış bir düştü...Uyandım ve düşümde gözyaşlarını içtim...Avuçlarıma baktım, gelecek çizgilerine karışmış kıvrımlarında toprağın nemini gördüm.Alev rengi parmaklara dokundum,sarı-sıcak mekanların yalaz korlarıydı ışıyan.Zamanı ise bir 30 Haziran şafağı...Bir tanrıça soyluluğu ve bir GÜNEŞ suskunluğu...
Her şey suskun dillerin çalınmış beşiklerin ve ağlamaklı bebelerin çığlığında başladı.Belki esmerleşen bir gülüşte,belki de umut ortaklığında.Her şey alaca bir geyiğin seken yürüyüşünde başladı.Ama her şey bir 30 Haziran’da başladı.
Biz onu geleceğin seherlerinde içmiştik.Çünkü o biz olan gerçekliğimizdir.Ve biz tarih kıyısına demir atmış umut gibiydik...Mağrur ama cesur...Ağıtlarımız analarımıza miras kalmıştı,deşilmiş karınlarımız ise körpe gelinlerimize...Çocuklarımıza ise hep yalın ayak,
korkulu ninniler kalmıştı ve biz hep suskun, biz hep virandık...Kapı kapı dilenip umut dileyen,efendisinden merhamet umandık.Biz nüfussuz bir şehir gibi dilsizdik.Biz,biz olmayan başkasıydık.Bin yılların hazinesinde fakirdik...Bilinmezlik koylarına demir attığımız korkularımızdı.Dedelerin, ninelerin, şeyhlerin ve mirlerin muskalayıp sakladıkları,
derinlerimize gömdükleri umudumuzdu.Ve umut içimizde aranmalıydı yitirilen yerde...
Belki bir pınar başında, belki zapt edilmiş göklerde,belki sim kapıların eşiğinde.Kim bilir belki bir tanrıça sunağında...
Bir ışık gerekiyordu geceye...İştar gibi,Venüs, İsis, Zilan gibi bir yıldız gerekiyordu geceye...Patlayan bombalar, yalpalayan mermiler gibi.Zerdüşt gibi bir alev yakmalıydı korkuyu.Tıpkı yedi günlük kelebeğin heyecanlı koşuşturmasında ateşte kutsanmalıydı.
Ve tanımalıydı ışığı... Işıyan gerçekliğini içmeliydi belki...Belki de yıldızlara uzanıp Zühal’e tırmanmalıydı,göğün son katında Zühal’in avuçlarından içmeliydi sonsuzluğu...Ve bilgeliğin sınırında ölümsüzleşmeliydi.Belki de ağulu bir sözün kıyısında GÜNEŞ’e dokunmalıydı...Kim bilir belki de bir 30 Haziran günü.Her hücresinde bir asır,her bakışında bin umut,her dokunuşunda sonsuz gelecek ile kendini yaratmaktı...Tanrıçalaşmaktı.
Ve bir 30 Haziran günü güneşin kızıllığında arınıyordu Zilan...Ateş oluyordu, toprak, soluduğumuz hava,içtiğimiz su...Dicle’sinde öfkemiz, Fırat’ında sevdamızdı.Zilan,gerçek olan zamanın tek mekansal tanığı.Onbin yıllık esaretin zapt edilmiş zaferiydi.Ve Zilan; hücre hücre, petek petek ve damla damla biriken ve ilmik ilmik dokunan geleceğimizdi.
Çünkü Zilan umuttu,çünkü Zilan içimizdeki tanrıçaydı.
Ve bir 30 Haziran devrilirken geceye tunç el’in eridiği bir alev girdabında kana bulanmış, al perçemli zülüflerine dokundum,deniz gözlerine, kınalı avuçlarına...Minik avuçlarından toprağın nemli kokusu geliyordu.Hasadı yapılmamış bir tanrıça kıyısı, suskun...Saçlarından süzülen kızıllık durulanıp yüreğime akmıştı. İksiri bozulmamış göz yaşı kadar duru...Yüreğinin tam ortasında sıkı sıkıya tuttuğu,sunaklarında adanmış ateşi gördüm,eridim...Ve... Ve soluksuz dudaklarından bitimsiz havasıyla umudu soludum, dirildim...Sonra...Eğilip gözlerine baktım, deniz gözlerin alevinde güneşi gördüm...!
Ve sözünü güneşe adadım ;
Tanrıçalar dile gelse ve sorsalar dileğimi
Onlara derim ki;
Bana
Bir avuç toprak,
Bir avuç su,
Bir avuç ateş ve
Bir
içimlik soluk verin...
’Neden bir avuç’ diye sorarlarsa eğer
onlara derim
ÖZGÜRLÜĞÜN ZİLAN VAKTİ
AVUÇLARDA SAKLIDIR...!
YORUMLAR
Yazarı bilinmeyen bir öykü ne kadar güzel özetlemiş Umut,Barış,Sevgi ve vefa kavramlarını...
Mumların Öyküsü!..
“”Dört tane mum usul usul yanıyordu...
Ortalık o kadar sessizdiki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz...
Birinci mum dediki:
''Ben BARIŞ'ım.!
Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor.Sanırım yakında söneceğim.''
Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.
İkinci mum:
''Ben VEFA'yım.!
Ne yazıkki artık vazgeçilmez değilim.Onun için,bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.''
Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü...
Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dediki:
''Ben SEVGİ'yim !
Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu,değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular.''
Vefa'da daha fazla beklemeden sönüp gitti...
Ansızın..!
Odaya bir çocuk girdi ve üç mumunda yanmadığını gördü.
''Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu?'' dedi.
Ve ardından ağlamaya başladı...
O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı:
''Korkma, ben yandığım sürece öteki mumlarıda yeniden yakabiliriz, ben UMUT'um!''
Çocuk parlayan gözleriyle UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı...
Umut ışığı yaşamımızdan eksik olmamalı.Barış sevgi ve Vefanın yaşaması için...
Kutluyorum...Saygılar...
Tanrıçalar dile gelse
Ve sorsalar dileğimi
Onlara derim ki:
Bana
Bir avuç toprak,
Bir avuç su,
Bir avuç ateş ve
Bir
içimlik soluk verin...
''Neden bir avuç'' diye sorarlarsa eğer
onlara derim
ÖZGÜRLÜĞÜN ZİLAN VAKTİ
AVUÇLARDA SAKLIDIR...!
özgürlüğümüz avuçlarımızda..
hem az..hem kendi avucumuzda..
içeriz bazende..icemeden dökeriz..
sizin yazılarınızı okumayı seviyorum..
tarih ve sevda okudum buğunde..
kaleminize kuvvet...