- 2230 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yüce dağın çobanı
YÜCE DAĞIN ÇOBANI
Bir varmış bir yokmuş.Çok çok uzak ülkelerin birinde yüce mi yüce bir dağ varmış.Bu dağda çoban Bahri derler biri yaşarmış.Bahri’nin yüz keçisi varmış.Her sabah bu keçileri dağa çıkarır otlatırmış.Keçiler kekik yedikleri için sütleri çiçek gibi kokarmış.Bir içen bir daha içmek istermiş.Bahri keçi gibi çevikmiş.Keçilerle birlikte sarp kayalara tırmanır,gün boyu oradan oraya koşar dururmuş.Bahri keçilerin sütünü satar kazandığı parayla kışlık erzak alırmış.Köylüler bu sütlerden yoğurt,peynir falan yaparlarmış.Aslında bu alelade bir süt değilmiş.Bu sütü bir içen hastalık nedir bilmez,hastalar içse hemen şifaya kavuşurmuş.
Köylüler kendi aralarında konuşurlarken,Rüstem emmi:
_Biliyor musunuz Bahri’nin keçilerinin sütü sihirliymiş.Bir içen hasta olmuyormuş.Hasta adam içse hoplayıp kalkıyormuş.Demiş.
Ahmet Dayı:
_ He ya!vallahi ben gözümnen gördüydüm.Bıdının Anşa var ya onun hasta bir oğlu vardı.Oğlancağız aha şuradan şuraya gahıp da yörüyemiydi.Bahri’nin keçilerinin sütünü aldılar,getürdüler,içürdüler.Ölecek diye bekledikleri oğlan oracıkta canlanıverdü.
Bu hararetli konuşmaları duyan diğerleri hemencecik onlara katılmışlar.Her biri Bahri’nin keçilerinin sütü ile ilgili bir hikaye anlatıyormuş.Oradan geçmekte olan bir yolcu konuşulanlara kulak kabartmış.
Onlar böyle konuşa dursun,ülkenin padişahı çok dertliymiş.Çünkü dünyalar güzeli kızı çok hastaymış.Tellallarla dört bir yana haber salmış.Kızını iyileştirene yüz torba altın verileceğini vaat ediyormuş.Sarayın önünde kilometrelerce kuyruk oluşuyor,Hepsi de padişahın kızını iyileştirecek şifalı formülü kendisinin bulduğunu söylüyormuş.Fakat hiç biri onu iyileştirmediği gibi kızcağızın durumu gün geçtikçe daha da kötüye gidiyormuş.
Günler böyle su gibi akıp giderken bir gün,yorgunluktan kan ter içinde kalmış bir yolcu saraya yaklaşmış.Upuzun kuyruğu görünce cesareti kırılmış.Sıra bana gelene kadar ya kızcağız ölür ya da ben yorgunluktan yığılır kalırım diyormuş.O sırada saraya yiyecek taşıyan atlı bir araba görünmüş.Yolcu kimseye fark ettirmeden arabanın arkasındaki çuvalların arasına kendisini atıvermiş.Bulduğu bir örtüyü de kafasına çekip gizlenmiş.
Araba açılan kapıdan girince sarayın demir kapısı güm diye kapanmış.Yorgun kalabalık bu gürültüyle biraz kıpırdanmış,sonra eski sabırlı bekleyişine dönmüş.
Erzakları boşaltmaya başlamışlar.Sarayın mutfağından sorumlu kahya çuvalların arasında gizlenmeye çalışan adamı görünce hemen onu yakalamış.Yaka paça padişahın karşısına çıkarmışlar.Kahya:
Padişahım erzaklar arasına saklanmış bu hırsızı yakaladık,ne ceza emredersiniz?demiş.
Padişah yumuşak kalpliymiş.Kahyaya:
_Önce bir dinleyeyim,cezayı sonra düşünürüm.dedikten sonra adama dönerek:
_Ey yolcu,söyle bakalım,çuvalların arasında ne yapıyordun?demiş
Adam:
_Ey heybetli padişahım,izin verirseniz önce hikayemi anlatayım,sonra cezamı çekmeye razıyım,sizin önünüzde boynum kıldan incedir.demiş.
Padişah adamın söze girişinden onun adi bir suçlu olmadığını anlamış.Muhafızlara onun ellerini çözmelerini emretmiş.Sonra oturması için misafirlerinin ağırlandığı koltuğu işaret etmiş.Muhafızlar gittikten sonra açlıktan ve yorgunluktan konuşmakta zorlanan yolcuya yiyecek ve içecek getirtmiş.Adamcağız birkaç lokma yiyip biraz su içince kendisine gelmiş.Köylülerden duyduklarını bir bir anlatmış.Padişah:
_Peki bu köy nerededir?diye sormuş.Yolcu:
_Dört günlük mesafededir.Yüce dağın gölgesindedir demiş.Padişah adama güvenmiş.Emrine on at ve yirmi muhafız vererek onu şifalı sütü alması için yüce dağa göndermiş.Az gitmişler,uz gitmişler,sekiz gece sekiz gündüz gitmişler.Sonunda yüce dağa ulaşmışlar.Köylüler şatafatlı bir şekilde köylerine gelen yabancıyı meraklı bakışlarla süzüyorlarmış.Kafile iyice yaklaşana kadar durup beklemişler.En öndeki atın üstünde oturan yolcu:
_Ey köy ahalisi,biz birini arıyoruz.Onun bulunduğu yeri tarif edene bir kese altın vereceğiz demiş.Bahri çoban nerededir?
Dokuz on yaşlarında bir çocuk ileri atılarak:
_Ben onun nerede olduğunu biliyorum diye bağırmış.
Çocuk önde kafile arkada ilerlemeye başlamışlar.Tarlalar geçmişler.Taşlı engebeli yollar,deli akan ırmaklar geçmişler.Çocuk:
_Aha burası!demiş.Yolcu çocuğun gösterdiği yerde artık yol olmadığını görünce kafileye seslenmiş:
_Buradan öte yol yok!atlarınızdan inin.Yola yaya devam etmek zorundayız.
Kafile onun dediğini yapmış.Atları bağlayıp yürümeye başlamışlar.Çocuk keçi gibi sıçrıyor,tavşan gibi hopluyormuş.Yüce dağa tırmanmaya başlamışlar.Yolcu gözden kaybolan çocuğa seslenmiş:
_Hey çocuk!Az yavaş ol,biz senin kadar hızlı olamayız demiş.Çocuk bembeyaz dişlerini göstererek gülümsemiş ve onların kendisine yetişmelerini beklemiş.Etraf mis gibi kekik kokuyormuş.Tırmanmışlar,tırmanmışlar.Belki de bir saat boyunca bu tırmanış devam etmiş.Herkesin yorgunluktan bacaklarının dermanı kesilmiş.Dilleri damakları kurumuş.Betleri benizleri sararmış.Çocuk ise hala yorgunluk emaresi göstermiyormuş.İlk yola çıktıkları andaki gibi capcanlıymış.
Dağın en tepesine çıktıklarında güneş batmak üzereymiş.Güneş altın bir top gibi alçalmaktaymış.Yolcular tepeye vardıklarında çok şaşırmışlar.Çünkü bu yüce dağın en yüksek yerinde kocaman bir göl varmış.Keçi sesleri geliyormuş yakından.Boyunlarındaki çıngıraklar şıngır şıngır ses çıkarıyormuş.Rüzgarın melodisi bu seslere karışıyormuş.Adamlar bütün bu güzellikler karşısında dilleri tutulmuş gibi hareketsiz duruyorlarmış.Çocuğun çınlayan sesi bu sessizliği bozmuş:
_ Bahri çoban,Bahri çoban!
Bir ses karşılık vermiş:
_Kimdir o?
_Benim ben, Kekikli köyünden Adem!
_Vay küçük Adem sen miydin?
Ses giderek yaklaşıyormuş.Kafiledekiler nefeslerini tutmuşlar bekliyorlarmış.Sinek vızıldasa duyulurmuş.Aradan birkaç dakika geçmiş.Birkaç saat kadar uzunmuş bu dakikalar.
Yüce dağın yüceliğine yaraşır bir adam belirivermiş karşılarında.Upuzun boylu,kapkara kaşlı gözlü,kara bıyıklı biri duruyormuş karşılarında.Sırtında kepeneği elinde değneğiyle Yüce dağın çobanı…Yolcu ilk şaşkınlığı geçince geliş sebeplerini anlatmaya başlamış:
_Heybetli padişahımızın kızı Gülbeniz hatun amansız bir hastalığa yakalandı.Çaresi sendedir diye taşlı dikenli yollar,deli akan çaylar geçtik nihayet bu yüce dağa ve onun çobanına ulaştık.Aman medet!demiş.
Bahri çoban:
_Hoş geldiniz,Safalar getirdiniz.Yalnız sabahı beklemek gerek.Çünkü sultanı iyileştirecek süt,sabahleyin ilk uyanan keçinin taze sütüdür.Bu sütü alıp götürürseniz saraya ulaşana kadar bozulur zaten.Yani tek yapabileceğiniz Padişahın kızını buraya getirip bu dağa çıkarmanızdır.Ancak o takdirde ilk uyanan keçinin ilk sağılan taze sütünü ona içirebilirsiniz deyince onca uzak yoldan gelen bu insanlar ona kızmaya başlamışlar.Yolcu:
_Ne yani bunca yolu boşuna mı geldik?Atlarımızın ayakları dikenler ve taşlar yüzünden yara bere içinde kaldı.Sen bizimle alay mı ediyorsun be adam!diye bağırdı.Çoban Bahri gayet sakin bir biçimde cevap vermiş:
_Haşa hiç öyle şey olur mu,sizlerle dalga geçmek ne haddime.Ben doğruyu söylüyorum.Bu alelade bir süt değildir.Sultanın iyileşmesini istiyorsanız dediğimi yapmalısınız demiş.
Kafile moralleri bozulmuş bir halde geri dönmüş.Bin bir zorlukla geldikleri yolları güç bela geçip saraya ulaştıklarında sekiz gün daha geçmiş.Padişah onları sevinçle karşılamış.Yolcu utana sıkıla:
_Padişahım Allah ve kafiledekiler şahidimdir,Çok ağır şartlarda yolculuk ederek yüce dağa vardık.Çoban Bahri’yi bulduk.Fakat sütü getiremedik.Çoban,sütü götürürseniz bozulur dedi,sultanı dağa götürmemiz gerektiğini söyledi deyince padişah kükremiş:
_Olamaz!Beceriksizler !dedikten sonra sakinleşmek için odasına çekilmiş.Padişahın hanımı kızının başında sessizce gözyaşı döküyormuş.Padişah biraz düşünüp sakinleşince yolcuyu çağırttırmış.Zavallı adam mahcup,boynu eğik padişahın huzuruna getirilmiş.Padişah ona dönerek:
_Tez hazırlık yapılsın,kızım kuş tüyü yataklarla donatılmış bir tahtırevana bindirilsin.Çobanın dediği gibi Yüce dağa çıkarılsın demiş.Bu defa kafilenin başında padişah yer alıyormuş.
Sultanın annesi, süt annesi ,dadısı,hizmetçisi,lalası da geliyormuş.Sarsılmasın diye kızcağızın her tarafını yumuşak yastıklarla desteklemişler,kundak gibi sarıp sarmalamışlar.Altına yedi kat döşek sermişler,üstüne yedi kat yorgan örtmüşler.Beş atın önden beş atın da arkadan taşıdığı kocaman bir tahtırevana bindirmişler.Esen yel değmesin diye cibinlikle korumuşlar.Kızcağız gözleri kapalı,baygın gibi yatıyormuş.Olanlardan bihabermiş.
Dereler tepeler aşılmış.Taşlı tozlu yollar geçilmiş.Nihayet Yüce dağ görünmüş.Padişah önde kafile arkada dağın eteğine gelmişler.Köylüler bu defa daha da şaşkınmışlar.Çünkü bu kez gelen şanlı şetaretli,yedi alemde şöhretli bir padişahmış.Onun böyle takım takla vatıyla,üstelik saray erkanıyla cümbür cemaat gelişi tuhaflarına gitmiş.Fakat padişah bu dağın başında o köylülerden farksızmış.
Yolcu Adem’i arıyormuş.Çünkü o hem akıllı,hem de çevik bir çocukmuş. Köylüler onun evini tarif etmişler.Çocuk gözlerini ovalayarak kapıya çıkmış.Karşısında koskoca padişahı görünce biraz ürkmüş ama saf bir kalbi olduğu için çabuk toparlanmış.Padişah:
_Adem sen misin?diye sormuş.Adem:
_Evet efendim.diye cevap vermiş.Padişahın yanında bulunanlar:
_Evet haşmetli padişahım diyeceksin diye onu uyarmak istemişler.fakat padişah eliyle onlara susun anlamında bir işaret yapınca susup önlerine bakmışlar.Padişah Adem’e dönerek:
_Haydi bakalım Adem bize yolu göster demiş.Çocuk sekerek,hoplayarak önlerine düşüp onları yüce dağın çobanına götürmüş.Çoban gülümseyerek onları karşılamış.Padişah:
_Bak çoban Bahri,ben ki şanı dillerde dolaşan yedi cihana nam salmış bir ulu padişahım.Sen ise ıssız dağ başında bir keçi çobanı.Dünyaları aradım derdime derman bulamadım.Gözümün nuru biricik yavrum çaresiz bir hastalığa yakalandı.Onu ancak sen iyileştirebilirmişsin.Yandım,ocağına düştüm,aman medet!derken gözlerinden süzülen yaşlar bembeyaz sakalına akıyormuş.Çoban:
_Sen ulu bir padişah,ben bir çobanım.Derdi veren Allah,dermanı veren de yine O.Kimse Allah dilemeden bir şey yapamaz.Seni bu dağ başına getiren Allah bana da sütüyle şifa dağıtan keçileri verdi.Senin sarayın altın yaldızlarla kaplı.Benim dağımın tepesi yıldızlarla.Senin ipekli kaftanın var benim keçeden yapılma kepeneğim.Sen kuş tüyü yastıkta diken üstünde gibisin.Ben dikenler arasında gülistanda gibiyim.Yeşil otu bembeyaz süte çeviren Allah inşallah kızını da anasından doğduğu günkü gibi sapasağlam yapar.demiş ve onları evinde ağırlamış.Taze peynir,tereyağı ve ev ekmeğinden mükellef bir ziyafet sunmuş.Padişah ve beraberindekiler iştahla ikram edilen yiyecekleri yemişler,içmişler.Deliksiz bir uyku çektikten sonra güneşin ilk ışıklarıyla gözlerini açmışlar.Bir horoz sabahı müjdelerken Çoban Bahri keçilerin ağılına gitmiş ve ilk uyanan keçinin sütünü sağıp padişaha getirmiş.Padişah sevinçle sütü kızına içirmiş.Fakat kızcağız yine uyanmıyormuş.Padişah üzgün ağlamaklı,çoban Bahri’ye dönerek:
_Sana inanmakla hata etmişim.Hani kızım iyileşecekti.Bak gözünü bile açmıyor demiş.Bu ümitsiz haykırışa karşılık olarak çoban Bahri şu cevabı vermiş:
_Sabırlı ol padişahım.Daha altı günümüz var.Bu sütün etkisi ancak yedinci günün sonunda belli olur demiş.Padişah bir kere daha güvensizlik yaptığının farkına varmış ve susmuş.
Aradan altı gün daha geçmiş.Her sabah ilk uyanan keçinin taze sütü padişahın kızına içiriliyormuş.Altıncı günün sonunda kızcağız gözlerini açmış ve gülümsemiş.Padişah sevincinden ağlıyormuş bu sefer.Kız ayağa kalmış,yürüyormuş.Padişah vaat ettiği mükafatı vermek için çoban Bahri’yi aramaya başlamış.Fakat o son sütü sağıp padişaha verdikten sonra keçileri alıp dağa çıkmış bile.Padişah beraberindekileri alarak dağa tırmanmaya başlamış.Fakat incilerle elmaslarla süslü kaftanı dikenlere takılıp yırtılmış.Padişah:
_Artık sana ihtiyacım yok diyerek kaftanını dağdan aşağıya savuruvermiş.Rüzgarda paraşüt gibi açılan kaftan arkadan gelen muhafızın kafasına örtülmüş.Kafiledekiler buna kahkahalarla gülmeye başlamışlar.Sessizliğin ortasında gülme sesleri çınlıyormuş.Padişah kendisini yirmi yaşında hissediyormuş.Dağın tepesine vardıklarında Çoban Bahri’ye seslenmiş.Yanık bir kaval sesi cevap vermiş.Az ilerde gölün kenarında bağdaş kurmuş oturuyormuş.Keçiler etrafına toplanmışlar gölden su içiyorlarmış.Padişah ağır ağır çobana yaklaşmış.Çekinerek:
_Bahri,vaat ettiğim mükafatı vermeye geldim demiş.Bahri çok uzaklardaymış gibi dalgın sormuş:
_Ne mükafatı?
_Hani kızımı iyileştirene yüz kese altın vereceğime dair söz vermiştim ya işte herkes şahittir.Şimdi bu sözümü tutuyorum demiş ve atlara yüklenmiş keseleri çobanın önüne döktürmüş.Bahri:
_Padişahım,senin kızını Allah iyileştirdi.Hem ben bu dağ başında altını ne yapayım.Sen var git o altınları fakire fukaraya dağıt.Ben bu kekik kokulu dağlarda hürüm.Senin altınlarını alırsam onların tutsağı olurum.Keçilerimle mutluyum.Dünyanın en zengini benim.Temiz hava,temiz su,yıldızlı gökyüzü benim demiş.
Padişah ne diyeceğini şaşırmış.Bu gözü gönlü tok adam ona çok büyük bir ders vermiş.Padişahın kızı herkesten habersiz dağa tırmanmış,bu olanları saklandığı yerden izliyormuş.Birden ortaya çıkmış ve:
_Babacığım!diyerek sevinçle babasına koşmuş.Padişah çobanın iyiliğini sarayını dahi verse ödeyemeyeceğini biliyormuş.Kızcağız kendisini iyileştiren bu yakışıklı çobana görür görmez vurulmuş.Çoban Bahri zaten onu ilk gördüğü günden beri sevdalanmışmış.Padişah bir kızına bir de çobana bakmış ve o anda kararını açıklamış:
_Madem bu iyiliğini parayla pulla ödeyemem,o zaman kızımla evlenmeye ne dersin delikanlı.Bu zamanda senin gibi dürüst ve gözü pek birini nereden bulayım demiş.Çoban Bahri ve Padişahın kızı Gülbeniz el ele tutuşmuşlar.
Kırk gün kırk gece düğün yapılmış.Onlar ermiş muradına biz de çıkalım kerevetine.
Gülhan Çeliktaş