Cihantep
Kaldırımın kenarına yola yakın bir yere oturmuşlardı. Uçak rötar yapmıştı. Zamanı geçirmek için ikiside birer sigara yaktılar ve mp3 dinlemeye başladılar birlikte. Losing My Religon
İkiside suskundu. Yaşanan o güzel 3 günü düşünüyor ve gitmek zorunda oldukları için içten içe hayıflanıyorlardı. Hiç bir yerde bu kadar BİZ olmamışlardı. Hiç bir yer bu kadar BİZİM olmamıştı diye duygularını paylaşıyorlardı.
Hiç bir yer bu kadar güzel gelmemişti. Üçü de birbirini gerçekten çok sevmişti. Ardından gelen şarkı daha da etkileyiciydi. Soldier Of Fortune
Neredeyse vazgeçeceklerdi zamanı yaklaşan uçağa binmekten. Gitarın her notaya basışında birer nefes alınan sigaraya rağmen kederliydiler. Yaşanan o üç gün hiç akıllarından çıkmayacaktı. Onlar fethetmişlerdi, fethedilmişlerdi.
Zaman ne kadar uzun ve aynı zaman da ne kadar kısa gelmişti. Üçü de zamana yenik düşeceklerini biliyorlardı. Aralarındaki kilometrelere rağmen yüreklerini bir etmişlerdi. Tek bir yürek atışında yaşanan o muhteşem üç günün sonunda, buruk bir hüzün, ayrılığın verdiği acı, sanki içlerinden bir el yüreklerini sıkıyordu.
Daha az önce sarılmışlardı. Gözlerindeki ıslaklık yanaklarına değmemişti. Hiç biri bunu kendine yediremiyordu. Yüreklerini vermişler birbirlerine kim nereye gidiyor, kim kalıyor dert etmiyorlardı. Sadece ayrılığın dayanılmaz sancısını yaşıyorlardı. Haydi git diyordu gözleri, yoksa gitme kal diyeceğim der gibi bakıyorlardı hepsi birbirine. Karmaşık duyguların yaşandığı, sarılmış bedenlerin ayrılmak istemediği, kelimelerin unutulduğu o anda saklanmışlardı.
Biraz adın geriye gidecek olursak yudumladıkları çayın tadı olmuşlardı damaklarında. Yedikleri acı idi. O kadar karışmışlardı ki, nerede ne zaman ne olduklarını bile unutmuşlardı. Aldıkları nefes, verdikleri yürek, sevgileri, sarılışları, oturdukları o masanın etrafında geçen zamana karşı koymak ister gibi her şeyi yavaş yapıyorlardı. Bakışları bile kaçamaktı. Üçü de birbirine bakamıyordu. Kalp çarpıntısı hızında aralarındaki eksiğin acısını içlerinde taa ciğerlerinde bir yerlerde hissediyorlardı. Bir eksikleri vardı. Gelememişti oralara. Çok istediği halde yanlarında fiziksel olarak bulunamamıştı. Ancak hep yüreklerinde saklamışlardı onu da. Her daim yudumlamışlardı ismini.
Daha bu sabah uyandıkları bu son günde bile sanki hep bir arada kalacaklarmış gibi hissetmemişler miydi? Kahvaltılarını içtikleri çayın her yudumunda yüreklerine sığdırmışlardı.
Dün geceleri ise olağan üstü güzellikte değil miydi? Kadehlerini tokuşturmak için yapmadıkları numara kalmamıştı. Baş başa kalabilmek adına, biraz daha tadına varabilmek adına o sözlerin, o bakışların, o yüreklerin her pıt pıt edişini sadece ve sadece kendileri duyabilmek içindi her yapılan. Bir arada kalıp BİZ diyebilmek içindi. Uzaktan gelen namelerde, alınan her nefese eşlik eden rakının yudumlarındaydı onlar. Her notada, her lokmada, her nefesteydiler.
Geceye kavuşmadan gün göl kenarındaki mangal partisinde içtikleri biraların köpükleriydi onlar. Yudum yudum güneştiler gün batımında. Yudum yudum sevgiydiler her göz kırpışında. Bir sultan-ı yegah makamında aşktılar onlar. Hepsi bir arada aynı beşi bir yerde gibiydiler. Bir sultanın boynunda asılıydılar.
Adımlarıydı birbirlerinin basılan yer ayak izi. İlk gecesinde yaşanan yıldızlardı gökyüzündeki aşkları. Bir dilekti bin yıldızda. Bir kahkaha sessizliğindeydi her var oluşları.
O sabah görmüşlerdi, o sabah bir araya gelmişlerdi. BİZ diye diye bakmışlar büyük bir içtenlikle sarılmışlardı hoş geldin derken.
Bir ayna yansımasıydı yaşanılan aslında. Her an içlerinde olup görmedikleri halde, uzun zamana yayılan birlikteliklerdi şekil alan. Şimdi havaalanının kapısında ilk kez dokunduklarında birbirlerine, nefeslerinin karıştığı o ilk anda, ellerinin birleştiği o ilk dokunuşta bile onlar hep bir aradaymış gibiydiler.
Şimdi oturmuşlar kaldırımın kenarına, yaşadıkları bu üç günün hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu, bir tekrarını bir daha ne zaman yapabiliriz soru işareti ile soluyorlardı.
Nefes nefeseydiler. Kalpleri duracakmış gibi çarpıyor, ayrılığın gelip çattığı bu saate kahrederek ciğerlerini ölüme bir adım daha yaklaştırıyorlardı aldıkları her nikotin dolu nefeste.
Bu kadar yaşanmış yıllara rağmen, hiç bu kadar güzel üç gün yaşamamıştı. Hiç bu kadar benim dememişti. Her adım attığı yerde hep atılmış adımlara basmamıştı. Hayatını geçirdiği bunca yılın yaşanmışlıklarının olduğu o şehirden her ayrılışında, ne zaman geri döneceğim soru işareti hep kafasında olmuştu. İlk defa yaşadığı üç günlük bir başka şehri hiç bu kadar tanıdık, hiç bu kadar yaşanmış, hiç bu kadar çok sevilmiş ve hiç bu kadar çok sevmemişti.
Ve o kaldırımın kenarında otururken aklından geçen tek cümleye odaklanmıştı.
Yanlış zamanda yanlış yerde yaşamışım. Zaman yanlış mekan yanlış. Ben hep burada olmuşum…
Ben beni orada bıraktım ve döndüm. Yüreğimi, ruhumu, aşklarımı, hüzünlerimi, dertlerimi sevinçlerimi ruhumu bırakıp bir başka dünyaya gittim.
Şimdi yaşadığım hep burada olduğum o şehre haykırmak istiyorum.
BİZ SENİ SEVİYORUZ…
BİZ ORADA VARDIK…
BİZ SENİ SENDE YAŞADIK…
BİZ ZATEN HEP BİZ OLDUK…
BİZ OLARAK BİZ DE SAKLANDIK…