- 487 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BU NASIL İŞTİR !..?
BİLEN VARSA SÖYLESİN !..
BU NASIL İŞTİR ?
Dr. Sadık Özen
8 Ekim günü öğle sonlarıydı. Arabamla evime dönerken TRT FM’i dinlemekteydim. Saat 15.00 haberleri verilmeye başladı. Bir anda şaşırıp kaldım. Adeta nutkum tutuldu. Çünkü devletin radyosundan duyduklarım inanılacak gibi değildi.
Acaba yanlış mı duydum diyerek, spikerin söylediklerini daha dikkatli dinlemeye başladım. Tüm vücudum adeta kulak kesilmişti. Haberi ayrıntılarıyla takip ettim. Evet, doğru duymuştum; spiker, ”IMF’yi protesto edenlerin tamamının, takipsizlik kararı verilerek serbest bırakıldığını” ve yaşanan vahşet niteliğindeki olayların yargıya intikal ettirilmediğini söylemişti.
Haberin doğruluğu halinde şaşırtıcı ve şaşırtıcı olduğu kadar da düşündürücü bir durum var ortada. Demek ki, 6 ve 7 Ekim günleri, neredeyse gün boyu, televizyon ekranlarından büyük bir sıkıntı içinde; acı, üzüntü, endişe ve korkuyla izlediğimiz menfur olaylarda hiçbir suç unsuru görülmemiş oluyor.
Pekiyi, televizyon ekranlarından büyük bir tedirginlik içinde izlediğimiz, polis kameralarından yansıyan, protesto eyleminden çok bir vahşeti andıran; yakma, yıkma, parçalama ve saldırı niteliğindeki onca görüntüler neydi? Eylemlere 200 kadar kişinin katıldığına dair bilgiler de doğrusu bana biraz ters geldi. Verilen bu rakamı gördüklerimle bir türlü bağdaştıramadım.
Bir önceki gün İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’ nün yaptıkları açıklamalara göre; olaylara katılan 96 şüpheliden - ki bu rakam sonradan 103 olarak açıklandı – 41’i kadın, 22’si çocuktu. 46 Adet patlamaya hazır Molotof Kokteyli 29 sapan ve 150 çelik bilye ele geçirilmiş, 4 DHKPC üyesi de yakalanmıştı. Gözaltına alınanlar arasında daha önce suç işlenmiş bazı kişilerin de olduğu medya haberlerinde yer aldı.
Açıklananlara göre; 7 polis aracı, 6 konsolosluk binası, 5 işyeri saldırıya uğramış, 11 bankanın da camları kırılmıştı. Bu arada birkaç polisimiz ve vatandaşımız da yaralanmıştı. Bunlardan daha önemlisi ise, bir vatandaşımızın maruz kaldığı psikolojik travma nedeniyle korku şokuna girerek yaşamını yitirmesiydi. Çevresinde dürüst ve namuslu bir insan olarak tanınan, devletine vergisini veren bu vatandaşımızın, böyle yasa dışı bir eylem sonucu ölümü büyük bir acıdır. Onu hastaneye taşıyacak ambulansa geçit vermeyen zorbaları bütün varlığımla kınıyorum.
Televizyon ekranlarından izlenenler, yapılan açıklamalardan daha farklı ve daha büyük boyutlarda görünüyordu. Belki takılan maskelerden ötürü, hiçbir çocuk görüntüsü dikkat çekmemişti. Yani Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da yaşanan olaylardaki polislere sapan atan, sonra da mahalle aralarındaki sokaklara kaçan çoluk-çocuk görüntüsü benzeri bir durum göze çarpmadı.
Büyük bir hırsla, büyük bir güçle, büyük bir cesaretle ve korkusuzca, adeta intikam alırcasına; kırılmaz camların, mağaza vitrinlerinin ve polis araçlarının sorumsuzca tekmelendiğini, kaldırımlardaki parke taşlarının sökülüp atıldığını, kocaman çiçek saksılarının camlara fırlatıldığını ve ATM cihazlarının tahrip edilerek yollarda sürüklendiğini izledik.
Vali ve Emniyet Müdürü’nün beyanlarından ve bazı medya organlarındaki haberlerden ayrı olarak konuyla ilgili resmi bir açıklamaya rastlamadım. Sadece gözlemlere dayalı bir görüşle gerçekçi bir değerlendirme yapmanın zor olduğunu biliyorum. Ancak, “Görünen köy kılavuz istemez” atasözümüzden hareketle, ülkemiz açısından son derecede önemli olan bir konuda düşüncelerimi toplumla paylaşmak istiyorum.
TRT FM’de dinlediğim haberden bir gün sonra, bir internet sitesinde; tutuklanan 103 kişiden 2’sinin tutuklandığı, 26’sının soruşturmasının devam ettiği, geri kalanların da savcılığın talimatıyla serbest bırakıldığı haberini okudum. Bu tür haberlere inanmak istemediğimi söylemeliyim. Zira ekranlardan izlediğimiz vahşet manzarasının, sadece 2 kişi tarafından, hatta soruşturmaları devam eden 26 kişinin tamamının tutuklanması halinde bile bu sayıdaki kişilerce yaratılmış olabileceğini mümkün göremiyorum. Ve bu konuda büyük bir şaşkınlık içindeyim.
Haklarında somut bir suçlama yapılamayan yüzlerce cumhuriyetçi ve ulusalcı üst düzey görev almış insan gece yarıları gözaltına alınıp, aylarca, sorgusuz sualsiz cezaevlerinde yatırılırken; göz göre terör suçu işleyenlere karşı bu derecede kayıtsız kalınması ve hoşgörülü davranılması acaba neyle izah edilebilir? Bir bilen varsa bunu bana anlatsın.
Bu vahim olaylardan sonra, akıllara durgunluk veren bu cılız sonuca varılmasında, acaba AB kriterleri veya insan hak ve özgürlük kavramları bahane kabul edilmiş olabilir mi, ya da bu işte emperyalistlerin bir önerisi veya baskısı olabilir mi diye düşünüyorum ve yaptığım bu sorgulama beni son derecede rahatsız ediyor. Çünkü bu olaylar, bireysel hak ve özgürlüklerin gereği olan “Protesto Eylemi” gibi son derecede demokratik ve ulvi bir kavramla asla izah edilemez. Çünkü bu yaşananlar düpedüz bir terör eylemidir.
Bazı sendikalar ve sivil toplum örgütleri tarafından IMF’yi protesto amacıyla başlatılan eylemler, kışkırtıcı ve bölücülerin aramaya girmesiyle amacından saptırılmış ve tam bir terör eylemine dönüştürülmüştür.
6 ve 7 Ekim günleri; ülkemizde, meşhur 6-7 Eylül Olayları’na benzer bir durum yaşanmıştır. Ben asla tasvip etmediğim o meşum olayların canlı tanıklarındanım. Bu itibarla iki olay arasında gerçekçi bir kıyaslama yapabiliyorum. 6-7 Eylül günlerinde gördüğüm dehşet verici ve bir o kadar da çirkin manzara hala gözlerimin önündedir. Her ikisi de aynı şer odaklarının ve onların ileri sürdükleri kışkırtıcıların işidir.
Medyası, siyasetçisi ve yöneticisi ile bu gerçeğin görülememiş olmasını düşünemiyorum. Özellikle medyanın, konunun gündeme aktarılmasında çifte standartlı bir uygulama içinde olduğu görülmektedir. Aradan 54 yıl geçmesine rağmen, 6-7 Eylül Olayları yeni baştan gündeme taşınmış ve sıcak bir gündem maddesi haline getirilerek uzun süre kullanılmıştır.
Benzer şeylerin yaşandığı 6-7 Ekim Olayları için ise aynı duyarlılık gösterilmemiş, ilgili haberler büyük bir tutarsızlık ve sorumsuzlukla, biraz da kışkırtılarak kamuya yansıtılmıştır. Vatandaşların iki teröristi linç etme girişimi ile polislerin tazyikli su sıkması ve biber gazı kullanılması konularında son derecede abartılı bir tutum izlenmiş, suçlular adeta mağdur gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Bilinçsizce yapılan bu tür şeyler, adeta teröre pirim sağlayacak bir niteliktedir. Kasıtlı olarak yapılıyor olması ise felakettir.
Yaşanan bu türde olayların tartışılması, halkımızın içine düştüğü gerginlik ortamını daha da germektedir. Hoşgörü ve uzlaşma duyguları kaybedilmek üzeredir. Karşılıklı sevgi ve saygı düzeni günden güne azalmakta, duygusuz, saygısız ve sevgisiz bir toplum oluşmaktadır. İnsanların birbirlerine tahammülü zorlaşmakta, kendi ilke, inanış ve çıkarlarını başkalarına zorla kabul ettirme ve onlar üzerinde egemen olma gibi ilkel duygular yoğunluk kazanmaktadır.
Toplumsal refleks gösterimi toplumlar için son derecede önemli ve gereklidir. Ancak bununla ilgili eylemler, hiçbir zaman, orantısız güç kullanımı ve linç etme girişimlerine neden olmamalıdır. Bu çeşit eylemlerin önlenmesinde; güvenlik güçlerinin olduğu kadar, medyanın ve ülkedeki tüm demokratik kuruluşların önemli görev ve sorumlulukları vardır. Bu kuruluşlar, öncelikle, kendilerini, gerçekleri görebilecek bir düzeye çıkarabilmek için çaba göstermeli ve eğitime tabi tutmalıdır. “Tavşana kaç, tazıya tut” siyaseti ve yöntemi ile bir yere varılması mümkün değildir.
İleri sürdüğüm görüş ve eleştirilerimin, IMF’yi tasvip ettiğim şeklinde algılanmasını ve olayları kendimi beğenmişlikle değerlendirdiğimin sanılmasını istemem. Tam aksine, IMF, Dünya Bankası, AB gibi bütün emperyalist güçlerin karşısındayım ve bunlara karşı protesto eylemlerinde bulunulmasını haklı buluyor ve onaylıyorum.
Sadece sahip olduğum duygu ve düşüncelerimi açıklamak ve toplumla paylaşmak istiyorum, hepsi o kadar. Bunu yaparken; kendimi, her şeyin en iyisini ben bilirim tarzında bir saçmalığa kaptırmam asla söz konusu olamaz. Her zaman için karşı görüşlere açık ve saygılıyım.
Amacım, protesto eylemleriyle terör eylemlerini birbirine karıştırmamak gerektiğini anlatmaya çalışmak. Zira bunlar birbirinden tamamen farklı şeyler. Bir şeye karşı protesto eyleminde bulunmak, o şeyin yarattığı sakınca ve olumsuzluklara karşı çıkmaktır. Bunun yolu ise, vurup-kırmak, yakıp-yıkmak, tahrip etmek, vatandaşları zarara sokmak, meşru kazançlarını engellemek ve onları huzursuz etmek değildir.
Protesto eylemlerinin; oturma eylemi, açlık grevi, trafiği engelleme, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapma, şehirlerarası yollarda yaya olarak yürüme, yollara barikat kurma, lastik yakma, pankart açma, bildiri dağıtma, alkışlarla aleyhte tezahürat gibi birçok çeşidi vardır. Ancak bunlar yasal çerçeve içinde ve yasaların öngördüğü koşullarda, ciddiyet ve ağırbaşlılıkla yapıldıklarında etkili olurlar. Cumhuriyet Mitingleri bu söylenenlere güzel örnek teşkil ederler. Bu mitinglerde sayıları milyonları bulan insanlar, meydanları doldurarak düşünce ve tavırlarını ortaya koymuşlar ve bu eylemler sırasında tek bir vatandaşımızın burnu bile kanamamıştır.
Hiçbir protesto eylemi, yasaların sınırlarını aşmamalı, bireylerin hak ve özgürlüklerini elinden almamalı, onları maddi zarara uğratmamalı ve milli servete zarar vermemelidir. Yani bu eylemlerin bir ölçüsü ve yasal sınırı olmalıdır.
Ülkemizin güç koşullara altında olduğu, emperyalist güçler tarafından sömürüldüğü, ABD ve AB’nin dayatmalarının yoğunluk kazandığı, iç ve dış siyasetimizin bu güçler tarafından yönlendirilmeye çalışıldığı, vatandaşlarımız arasında etnik köken ve inanç ayırımlarının körüklendiği ve ülkemizin bölünmeye çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz. Bu ahval ve şerait içinde dahi vazifemiz; vatanımızın müdafaası, ulusal bağımsızlık ve egemenliğimize sahip çıkılması, ulusal birlik ve beraberliğimizin korunmasıdır. Bunun yolu ise; sahip olunması gereken vatandaşlık bilinciyle hareket edilmesi ve demokratik teamüller içinde kalınarak mücadele verilmesidir.
Ülkemizin huzuru ve geleceği için; kamusal alanda çalışan sivil veya resmi tüm görevlileri, güvenliğimizi sağlayan polis veya askerlerimizi; siyasete alet etmek, kamplara ayırmak, küçük düşürmek, aşağılamak ve bu yolla, onları köşeye sıkıştırarak sindirmek gibi girişim ve eylemlerden vazgeçilmelidir. Güvenlik güçlerimize saldıran, taş atan, kurşun sıkan bölücü ve hainlere karşı milli birlik ve beraberlik içinde hareket edilmelidir.
Polis ve askerimizin görevlerini yasalara uygun şekilde yerine getirmelerine yardımcı olmak ve onlara saygı duymak zorundayız. Bunu yapmak bizim vatandaşlık borcumuzdur. Karşılaştığımız olumsuzluklara karşı; demokratik teamüller içinde kalarak, yasalarımıza saygılı, insan hak ve özgürlüklerine zarar vermeyen protesto eylemlerinde bulunmak ve bu yolla sesimizi duyurmak ise en doğal hakkımızdır.
www.fikirplatformu.net
YORUMLAR
Tamamı ile haklısınız bu konuda.Bu tür olaylar sadece ülkemizde değil tüm sömürülen ülkelerde oluyor.Sakin ve soğukkanlı olarak yapılacaklar yapılmalı.İnsan haklarını ihlal eden sömürgeci ülkeler bizim yaptıklarımızı bahane ederek daha vahim suçlamalara neden oluyorlar.Bu nedenle asıl suçluyu ya da suçluları bulmak lazım aslında.Güzel bir yazıydı okuduğum.Duyarlı yüreğinizi kutluyorum.Saygılar.
''Hiçbir protesto eylemi, yasaların sınırlarını aşmamalı, bireylerin hak ve özgürlüklerini elinden almamalı, onları maddi zarara uğratmamalı ve milli servete zarar vermemelidir. Yani bu eylemlerin bir ölçüsü ve yasal sınırı olmalıdır.
Ülkemizin güç koşullara altında olduğu, emperyalist güçler tarafından sömürüldüğü, ABD ve AB’nin dayatmalarının yoğunluk kazandığı, iç ve dış siyasetimizin bu güçler tarafından yönlendirilmeye çalışıldığı, vatandaşlarımız arasında etnik köken ve inanç ayırımlarının körüklendiği ve ülkemizin bölünmeye çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz. Bu ahval ve şerait içinde dahi vazifemiz; vatanımızın müdafaası, ulusal bağımsızlık ve egemenliğimize sahip çıkılması, ulusal birlik ve beraberliğimizin korunmasıdır. Bunun yolu ise; sahip olunması gereken vatandaşlık bilinciyle hareket edilmesi ve demokratik teamüller içinde kalınarak mücadele verilmesidir.
Ülkemizin huzuru ve geleceği için; kamusal alanda çalışan sivil veya resmi tüm görevlileri, güvenliğimizi sağlayan polis veya askerlerimizi; siyasete alet etmek, kamplara ayırmak, küçük düşürmek, aşağılamak ve bu yolla, onları köşeye sıkıştırarak sindirmek gibi girişim ve eylemlerden vazgeçilmelidir. Güvenlik güçlerimize saldıran, taş atan, kurşun sıkan bölücü ve hainlere karşı milli birlik ve beraberlik içinde hareket edilmelidir.
Polis ve askerimizin görevlerini yasalara uygun şekilde yerine getirmelerine yardımcı olmak ve onlara saygı duymak zorundayız. Bunu yapmak bizim vatandaşlık borcumuzdur. Karşılaştığımız olumsuzluklara karşı; demokratik teamüller içinde kalarak, yasalarımıza saygılı, insan hak ve özgürlüklerine zarar vermeyen protesto eylemlerinde bulunmak ve bu yolla sesimizi duyurmak ise en doğal hakkımızdır. ''
neneh. tarafından 10/11/2009 12:12:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ülkemizin güç koşullara altında olduğu, emperyalist güçler tarafından sömürüldüğü, ABD ve AB’nin dayatmalarının yoğunluk kazandığı, iç ve dış siyasetimizin bu güçler tarafından yönlendirilmeye çalışıldığı, vatandaşlarımız arasında etnik köken ve inanç ayırımlarının körüklendiği ve ülkemizin bölünmeye çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz.
Hayatım boyunca böyle dönemlerden geçtik,
Bu dönemden de geçeriz.
Gün gelir bu dünyadan göçer gideriz.
Size tamamen katılıyorum.
Yasa uygulayıcıları şitdetle kınıyorum.
Medyanın tutumunu da ayıplıyorum.