- 1071 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
SEVMEK KORKUSU
Karşısında oturan kadına baktı. Sessizce kahvesini yudumlarken, sabırla, konuya girmesini beklediğini bildiği kadına. Tanışalı 10 seneden fazla olmuştu. Hastası olarak kapıdan girdiği ilk gün “ hoş kadın “ diye geçirmişti içinden. Hoş’tu ve inanılmaz bir öz güven görüntüsü vardı. İnanmamıştı bu görüntüye. “ o zaman burada işi ne? “ diye düşünmüştü. Hatta bu sahte görüntüye kızıp acımasızca saldırmıştı kadının üstüne, daha ilk seansta. Meşhur, itiraf, koltuğuna oturtmuş, gözlerini kapatmasını ve ölmek üzere olduğunu düşünmesini istemişti. Kadın söylediklerini aynen yaparken de “ ölüm anında yanında kimin olmasını isterdin?” Diye sormuştu.
Kadın :
Annem ve babamla vedalaşırdım. Sonra çocuklarımı çağırırdım yanıma. İleri ki zamanlarda söylemeyi planladığım her şeyi söyler, öper, dışarı gönderirdim.
O :
Yani ölürken yanında kimsenin olmamasını mı isterdin? Demişti, şaşırarak.
Hayır, demişti kadın. Kimseyi istemezdim.
Elini tutmasını istediğin, o anı paylaşmak isteyeceğin biri?
Hayır.
Ailen, arkadaşların, çocukların arasında nasıl bir yalnızlıktır bu?
Kapalı kirpiklerinin altından yaşlar süzülürken; yanıtsız kalmıştı kadın.
İşte o zaman, kadının, neden o odada olduğunu anlamıştı adam.
Sonraki günlerde, kendisinin çok keyif aldığı, sohbetleri olduğunu hatırlıyordu. Kadının zekasına hayran kaldığını, olaylara nasıl mantıkla yaklaştığını. Yanılmıyorsam 40 lı yaşlarının başındaydı o zamanlar diye düşündü. Öyle olmalıydı çünkü yaşları yakındı birbirlerine. Belki bu yüzden kısa zamanda hasta-doktor ilişkisinden dostluğa geçivermişlerdi.
İlişkilerinin dostluğa dönüşmesinde en etkili neden yaşadıkları bir olaydı aslında.
Seansa geleceği günlerden birinde telefon açmıştı kadın.
“ Beni beklemeyin, gelmeyeceğim, bırakıyorum “ demişti.
Öylesine şaşırmıştı ki telefonun başında, neden? Diye soramamış “peki” diyip kapatmıştı telefonu.
Sonraki günlerde kafasını sürekli meşgul etmişti, neden? Sorusu. Doktorluk hayatında, ilk defa, bir hastası bırakıyordu kendisini. Mesleki açıdan bunu kendisine yedirememiş ve kadını arayarak vakti varsa bir kahve içerek bu konuyu görüşmek istediğini söylemişti.
Neden? Diye sormuştu kadına lafı dolandırmadan.
Hayatımda en sevmediğim insan tipi kişisel zafiyeti olan insanlardır. Ve sizinle geçirdiğim her seanstan sonra kendimi zayıflamış hissediyorum. Çünkü konuşurken, bilinçaltıma ittiğim, görmezden gelmeyi tercih ettiğim ve beni güçsüz kılacağına inandığım için yok saymayı seçtiğim her şey ortaya çıkıyor. Bu da beni kızdırıyor. Kendime kızıyorum. İşte seansları bırakmamın sebebi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra, sohbetlerini ne kadar özlediğini fark edip, bir mesaj göndermişti:
“ demlenmiş çayımız var “
“ geliyorum. “
O günden itibaren dost olmuşlardı. Hatta zaman zaman hastalarının sorunlarını bile paylaşmıştı onunla. Aslında ona fark ettirmeden seanslara devam etmişti.
Bu gün kendisi gelmişti. Bir sorunu olduğu her halinden belliydi. Kafasında cevabını bulamadığı, kendisi ile çözemediği bir sorun. Daha fazla bekletmeye kıyamadı ve beklediği soruyu sordu:
Nasıl gidiyor hayat?
Kendimle ilgili bir şeyi fark ettim ve bu beni dehşete düşürdü.
?????
Korkuyorum.
Sen ve korku? Güldürme beni.
Evet, korktuğumu fark ettim. Sevmekten korktuğumu. Bağlanmaktan korktuğumu.
Nasıl fark ettin?
Torunum var, biliyorsun. Geçtiğimiz günlerden birinde oyun oynuyorduk. Bir ara ilgisini çeken bir oyuncağı ile oynamaya daldı. Ben de onu seyretmeye başladım. İçimden onu ne kadar çok sevdiğimi geçiriyordum. Büyüdükçe neleri paylaşabileceğimizin hayallerini kuruyordum. Birlikte mutfakta kurabiye yaparken, uyumadan önce ona kitap okurken. Bilirsin işte öyle hayaller. Sonra bir anda ya ben onu bu kadar çok severken o bir başkasını, annesi, babası dışında birini, mesela anneannesini, benden çok severse diye düşündüm. Yüreğimde inanılmaz bir acı hissettim. Ve daha da acısı bu korkunun doğduğu günden beri var olduğunu anladım. Her gün hatta her saat torunumla olmak isterken sürekli kendimi uzak tuttuğumu fark ettim. Çok bağlanmamaya çalıştığımı. Hayatımda daha önemli şeyler var diyerek kendimi kandırdığımı. Günlerimi zoraki yapılmış programlarla doldurmaya çalıştığımı.
İnsan ruhu ne kadar inanılmazmış. Yaraların kapanmadığı tek yermiş. Korkuların silinemediği. Bütün o yaralar ve korkular, kayıplar, terk edilmeler, tercihlerde hep kaybeden olmalar. İnsan ruhuna nasıl da şekil veriyormuş.
Sevmeyi isteyip de sevememek.
Sevmekten korkmak.
Kendim için hayattan tek bir şey istedim. Bir tek duyguyu, sadece kendim için, yaşamak istedim.
Nedir o?
Bir insanda, bir yürekte, bir yaşamda vazgeçilmez olmak. Çok mu zordur? İmkansızı mı istemişim?
…………….
Giderken yüzüne baktım.
10 yıl önce, ilk seanstan sonra, baktığım gibi.
Aynı yalnız kadını gördüm gözlerinde.
Yalnızlığı ile içimi burkan.
Öz güveni ve dimdik duruşu ile hayran olduğum aynı kadını.
Kapıyı arkasından kapatırken 10 yıl önce ki aynı sözler yankılandı beynimde.
Korkumdan bir türlü söyleyemediğim.
Seni seviyorum.
Eser Aslanlı
04.10.2009
İzmir.
YORUMLAR
Var mı peki arkadaşım...
siz rastladınız mı öyle bir sevgiye...
ben rastlamadım ama içimizde öyle bir ego hep var değil mi
vazgeçilmez olmayı istemek.
galiba tek vazgeçilmez kendimiziz.
çok hoş ifade edilmiş bir iç ses.
nakış gibi işlenerek sindirilmiş satırlara..
müthiş duygulandım.
sevgimle ve selamımla.
Bu yazı bizi bie sorgulattırdı. Bizde mi acaba sevmekten ve sevilmekten korkuyor veya rededilme kokusu ile " seni seviyorum" diyemiyor ama " seni sevmiyorum " kelimesi çok zor söylnemsi gerekjirken nasıl bu kadar kolay söylebildiğimizi düşünüyorum.
Keşek korkularımızı yenip, başımıza gelecek her olaya netanetle yaklaşabilse idik. Ama olmuyor galiba ne dersiniz?
Çok güzel bir yazı. Okunması ve irdelenmesi gereken.
Kutluyorum kaleminizi ve sevgiler yüreğinize