BENİM HALA UMUDUM VAR
Bütün insanlar umutla doğarlar. İster mutlu bir yuvada açsınlar gözlerini, ister cami avlusunda bulsunlar kendilerini ya da bir yetiştirme yurdunda başlasınlar büyümeye… Hepsinin umutları vardır ceplerinde. Yarına dair, güzel günlere dair, mutluluğa dair, bedenleriyle birlikte büyür hayalleri de.
Zaten umudunu kaybetmek en büyük ziyandır insan ufkuna. Umut gitti mi, azim de gider, güç de gider, heyecanda gidenlerin arasında olur mutlaka. ‘Umut fakirin ekmeğidir’ derler ya aslında ‘umut’ herkesin sırtını dayadığı bir dağdır. Çok zenginseniz; güveneceğiniz bir dost, ölmenizi beklemeyecek varisler umut edersiniz, çok hastaysanız; sağlıklı günlerin geleceğini, felçliyseniz; yürümeyi, anne-baba olamadıysanız; evde ağlayacak bir bebek sesi duymayı, … , umut edersiniz. Kısacası ‘hiçbir beklentim kalmadı hayattan, ben bundan sonra nasıl yaşarım’ demek bile hala yaşamayı umut etmekten başka bir şey değildir aslında.
Umut; bazen, ölüm döşeğinde ki bir annenin kızını beyazlar içinde görmeyi bekleyebilmesidir, köprü parmaklarında atlamak için hazırlanan adamın ezan sesiyle irkilip vazgeçebilmesidir, bazen de, yiyecek ekmek aramaktan bıkmış bir çocuğun karıncaları görüp onlardan güç almasıdır. Kendimizi kandırmak değildir umut. 20 yaşında ki bir gencin fakülte mezunu olduğunu duyduğumuz kadar çok olmasa da hiç mi duymadınız hademe olarak çalıştığı yerde öğretmenlik ya da doktorluk yapan birini. İşte umut budur. Karanlığa gömüp kafalarımızı, gelen ışığı yok saymaktan vazgeçmektir ‘umut’ kısacası. Umut, saçma sapan hayallerle kendini kandırmak değildir hiçbir zaman. Yükseklerde uçmak da değildir. Çalışmak, ter dökmek, ne istemen gerektiğini bilmektir.
Hülya Koçyiğit’in bir filmi vardı. Bir denizciye âşık oluyordu. Hüzün olacak ya Türk filmlerin de Murat Soydan terk ediyordu Hülya’yı. Terk etmek ne kelime varlığını bile hatırlamıyordu aslında. Dert bu ya verem döşeğinde yatan esas kız, penceresinin dışında ki ağacın yapraklarına bağlamıştı umudunu. Sonbahar’da düşen her yaprağı ömrünün giden bir gününe eş tutuyordu. En son yaprak kalınca dalın ucunda iyice fenalaştı hastalığı. Her sabah korkuyla açtığı perdeden ağacın son yaprağını seyrediyor, onu hala dalında rüzgâra, yağmura direnerek tutunduğunu görünce, kendide asılıyordu hayata. Derken bahar gelip de ağaç yeni yapraklara gebe kalınca Hülya da ayağa kalkıyordu. İşin aslı ve tuhaf olan yanı umudunu o son yaprağa bağladığını bilen iyi niyetli komşu Aytaç Arman’ın bir gece yaprağı dala çivilemesiyle bir insanı hayata bağlamış olabilmesiydi aslında.
Umut, işte bu yüzden lazım insana. Bu yüzden her yeni sabaha açtığımız gözlerimiz bir önce ki günden daha güzel şeyler görmeyi umut etmeli, daha iyi işler yapmayı planlamalı zihnimiz. Son günmüş gibi değil de bir gün daha yaşabilecekmişiz gibi sıcacık olmalı içimiz. Dün yaptığımız hataları yapmamak, hatta düzeltmek için verilmiş bir hediye gibi görmektir yeni doğan güneşi. Evet, bir yarınımız olacaksa eğer, iyi şeyler umarak, güzel şeylere kavuşarak, sağlıklı ve hayattan zevk alarak olmalı. Çünkü yarından sonra başka bir yarın bulabileceğiz muamma. Belki de bu yüzden ‘benim hala umudum var’ demekten vazgeçmemeliyiz hiçbir zaman…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.