SAKLI MAVİ
Benim de hayatım senin gibi..
Belki sende kendinden bir şeyler bulabilirsin..
Bu öykü bir yaşanmışlık..
Bu öyküde hepimizden bir şeyler var..
Bir kadına rastladım bu gün yolda.
Ağlıyordu…
Gözünde yaş yoktu aslında,
Ama içi kan ağlıyordu besbelli, dudakları titriyordu.
Dokundum omzuna, baktım masmavi gözlerine.
-Kim ağlattı seni- diye sordum..
İki damla yaş süzüldü gözlerinden,
Dedi ki; sevdin mi hiç sen?
Dedim; hem de deliler gibi;
-Anlatmak ister misin- dedim bana her şeyi.
-Ayak üstü burada olmaz- dedi
-Gel oturalım şu parka öyleyse-dedim.
Güldü, -olur- dedi.
Anlattı, ağladı, anlattı, çağladı..
Bir kadın var..
Adı kadın. Tut ki adı; Deniz - olsun.
Kendisiyle görülecek bir hesabı var,
diye söyledi bana.
Çok şey beklemeyin. Küçük bir öykü bu.
İnsanca ve kardeşçe.
İnsanlık için büyük -bana göre-
Deniz; sesi titreyerek başladı hikayesini anlatmaya
-Hava ne kadar sıcak değil mi, nefes alamıyor, boğuluyor insan.
Kedim Zilli bile, serin, kuytu yerler bulup öyle bir seriliyor ki boylu boyunca, tüm gün uyuyor, gece koşturup oynamak için
Miniğim benim, kendini insan sanan tatlı kedim benim,
Kış geceleri boynumun etolü, sıcacık kedim.
Bir haftadır sürekli düşünüyorum. Neyi biliyor musun?
Hava yine çok sıcaktı ve canım dondurma istedi. Belki bir parça içim serinler diye külahlı vanilyalı dondurma aldım.
Daha dilimi ilk sürüşte, bir an sanki zaman durdu ve ben birden yıllar öncesine gittim. Aynı tattı. Dondurmacı Hasan amcanın, o mis gibi salep, süt, vanilya kokan -kaymak-dondurmasının aynısı.
Dedikten sonra, gözlerini uzaklara çevirdi ve hasretle anlattı bana o günleri..
1960’ ların ortalarında, Bursa’ nın parke taşları ile döşeli sokakları odun kokarmış ki, bu koku ona göre, doğduğu şehre has bir kokuymuş. iki sokağın kesiştiği köşede, anneannesinin iki katlı eski ahşap evi varmış.
Evin köşe odası mahallenin bakkalıymış, diğer oda ise büyük bir oturma odası.. Bakkalın içini gösteren minicik bir pencere yapılmış oturma odasına. Yüksekçeymiş, boyu yetmezmiş. Bir tabure alır ve oradan dedesinin bakkalını, bakkaldaki şemsiye çikolataları, bisküvi arası lokumları ağzı sulanarak seyredermiş.
Sokağa bakan büyük bir pencere daha varmış. Dışarı doğru genişçe çıkıntısı olan, aşağı tarafı bombeli bir parmaklık ve çiçeklerle donatılmış bir pencere... Tam ortalarına oturur, ayaklarını parmaklıktan sokağa sarkıtır ve gelene gidene sataşır, gülüp eğlenirmiş.
Pencerenin önünde boydan boya sedir varmış.
Her zaman öyle düzgün ve öyle beyazmış ki o el işi örtülerle süslenmiş sedir, ne zaman temizlenir, ne zaman ütülenir ve o hale gelir.. bilmezmiş.
Sedirin bir köşesinde, her şeye karışan ama güldüğü vakit kahkahası evi çınlatan Haminnesi otururmuş. Dedesinin annesi ve evin en yaşlısı imiş. Bastonunun kıvrık ucu ile onu yakalar ve kendine çekermiş.Sonra bir kahkaha atar ve başını okşarmış.
Odada bir de kuzine varmış. Üzerinde de tertemiz bir güğüm su dururmuş. Tencerelerde yemekler ve fırın kısmında ise, hep el açması börekler pişermiş.
Küçücük odaya ne kadar çok şey sığıyormuş hayret!
Küçücükmüş, çok çocukmuş, her ramazan gecesi, büyükleriyle birlikte, sanki oruç tutuyormuş gibi sahura kalkarmış, kuskus pilavı yiyip, lahana ya da kuru üzüm hoşafı içmek için.
Sonra tekrar, üst kattaki yatak odasına boylu boyunca serilmiş yer yataklarına, yanlamasına sıra sıra dizilip yatarlarmış evdeki tüm çocuklar...
Üst kata kahverengi, ahşap merdivenlerle çıkılırmış. Camekan kapı açıldığında, upuzun bir hol çıkarmış karşınıza. Sağ tarafta iki oda, sol tarafta iki balkon.
Odalardan biri yatak odasıymış, diğeri kırmızı koltukları olan misafir odası.
Balkonlardan birinin üstü, asma yapraklarıyla tamamen kaplanmış, gölgelik ve oyun alanları.
Diğer balkon ise seyir ve keyif balkonuymuş. Tüm çevresi rengarenk sardunyalarla çevriliymiş. Bir yatak, bir masa varmış.Ama en güzeli, Uludağ’ ın yamaçlarını seyretmek için bir köşeye yerleştirilmiş dürbünmüş.
Her odada yeşil gömme dolaplar varmış ve sanki hepsi o saklansın diye yapılmış.
-Ne keyiftir, ne heyecandır o dolapta bulunmayı beklemek.
Korkmazmış o evde.
Mahallenin muhtarı olan dedesi varmış, hep mutfakta hatırladığı meleğe benzeyen anneannesi varmış, güçlü haminnesi varmış. Birde adı Fison olan sarman kedileri varmış. Çapkınmış ve her sene Mart ayında bir ay
boyunca evden gider, kim bilir nerelerde hovardalık yapar, sonra tekrar eve dönermiş.
Geceleri herkes toplanır, tombala ya da fırdöndü oynarlarmış. Kavut (leblebi tozu) yerlermiş, -yusufçuk- deyip, ağızlarındaki kavutu püskürtmek için.
Yaz aylarında, öğleden sonraları ise, Dondurmacı Hasan beklenirmiş özlemle. Onu delirten bir nağme ile, köşeden çıkıp -kaymuk dondurma, dondurmalar kaymuktur- diye bağırmaya başladı mı dizilirmiş tüm çocuklar,Hasan amcanın el arabasının yanına, sabırla beklerlermiş, o muhteşem,mis gibi salep kokan,süt kokan,vanilya kokan dondurmayı.
Dondurmalar bitince, avluda evcilik oynarlarmış. Mutfak, tuvalet, mermer bir çeşme ve bakkala içeriden de girilebilen, tünel gibi bir kapı. Hep bu avluya bakarmış.
Ha bir de bodruma inen iki kapı varmış. minicik, alçacık. Mahzen derlermiş oraya.Kışlık odunların yığılı durduğu, aşağı doğru upuzun inen merdivenleri ile iki mahzen. Karanlıkmış orası, çocuklara yasakmış Girmezmiş oraya, Ama merak edermiş hep.
Deniz anlatmaya devam etti.
-Oysa, o günden bu güne ne çok şey değişti. Hatta her şey değişti.
Artık küçücük çocuk değiliz. Kocamanız hem de pek kocaman.
Niye hep öyle kalamadık, niye tek derdimiz dondurmacı Hasan, fırdöndü, evcilik olamadı.
Niye bir sürü eklendi, eklendikçe şekil değiştirdi her şey. Ne çok soru var hayatımızda artık cevaplanması gereken. Üstelik çoğunun cevabını asla bulamıyoruz. Bulmak istedikçe zorlaşıyor ve karışıyor.
Çünkü artık o bencil çocukluk yok. Sizinle birlikte, çocuklarınız anneniz babanız,kardeşiniz,kocanız veya sevgiliniz, aşklarınız,istekleriniz, tutkularınız,hayalleriniz,sevinç ve üzüntüleriniz var.
Öyle kalamazdım tabii ki. Büyümeliydim.
Çocukluğumu arada bir su yüzüne çıkarmak üzere kolay bir yere koymalıydım.
Çocuklarımın yanında bir anne
anne ve babamın yanında bir evlat
arkadaşlarımın yanında iyi bir dost
eşimin yanında kadın, sevgili, dost, arkadaş, karısı olmalıydım.
Ne kadar yapabilirdim bilemem ama, içimden geldiği gibi, sevgi ile, aslında önce insan olmaya çalıştım.
Tamam, uçuk kaçık hayallerim vardır.
Ama kimin yok ki?
Tamam, çocuk yönümü çok sık su yüzüne çıkarırım,
ama kim çocuk değil ki kimi zaman?
Heyecanlarımı zirvede yaşarım, üzüntülerim, sevinçlerim gibi.
Tutkumu hiç saklamam.Ruhum bedenime dar gelir çoğu zaman.
Zaman zaman mutlu,
zaman zaman melankolik,
zaman zaman çocuk,
ama her zaman kadın, her zaman insan.
Güneş denizin üstünde batarken, deniz yanarken,
gökyüzü yavaş yavaş gecenin emmesi ile morarırken, yok olurum, yanarım, batarım, coşarım bende güneşle birlikte..
Bisikletime bindiğimde, tepesi olmayan kasketimle, minik bir kız çocuğu olurum ya da haşarı bir velet.
Heyecandan nefes alamam. Sevinçten herkese
-işte hayat buuuuu- diye bağırmak isterim.
Kimim ben?
Bütün bunları yaşayan, herkesin bir şeyi olan bu kadın, kendisi için kim acaba?
Kendimi tanıyorum aslında. Hem de pek iyi tanıyorum.İşte bu yüzden korkuyorum ya!
Orta yolum yok benim. En uçlarım var daima. Sınırlarım yok. Bedenimin eskiyor olması beni durdurmuyor, duygularım eskimediği gibi gittikçe coşuyor.
Evet, sevginin yolları sarp ve zorludur.
Ama girdin mi o yola, dönüş yoktur.
Gideceksin sonuna dek.
Kimi zaman acıdan inleyecek, darmadağın olacaksın..
kimi zaman uçacaksın göklerde,
bazen yanacaksın alevler içinde,
bazense serin sularda huşû içinde olacaksın.
Ben korkmadım ve girdim o yola. İstesem de dönemezdim zaten. Evet çok engebeliydi ama sonuna dek gittim.
Bir kış akşamı, ilk kez görecektim Onu.
Arabası ile geldi ve birlikte yola çıktık.
-Ne yapıyorsun? dedi.
-Hayalime dokunuyorum.. dedim.
Güldü, yüzüme sevinç ile baktı.
Eve döndüğümde, aynada kendi yüzüme baktım ve ben de güldüm kendime, ama korktum da.
Çünkü gözlerim mavi bir alev gibi parlıyordu, yanaklarım hiç olmadığı kadar pembeydi. Kalbim çok mu hızlı atıyordu, yoksa durmuş muydu?
Anladım ki o zor yola girmiştim bile. Gitmeliydim sonuna dek.
Tutku bedenime girdi bir kere
Aşk onu sardı sarmaladı.
Heey bana ne yaptınız öyle dedim.
Sizin miyim artık siz bırakana kadar
Bakın;
yaptırdıklarınız bana çılgınca..
Hesapsız.. tutarsız..
Yapmayın Allah aşkına..diye çıkıştım onlara.
Ne şimdi bu acı çekmeler
Tutku muzurca gülünce anladım
Bana acıyı o çektiriyor.
Aşk..! sende gelme üstüme
İkiniz birlikte çok oluyorsunuz ama
Kalbimin ritmini bozmasanıza
Çok hızlı çarpıyor.
Öldürecek misiniz beni dedim.
Ayıp ya, parlatmayın gözlerimi öyle çakmak çakmak.
Ne diyeceğim ben insanlara
Bari yanaklarımı pembeleştirmeyin
Vallahi anlayacak herkes beni esir aldığınızı.
Evet dedim..seviyorum Onu.
Siz buradasınız da
sevgi nerede peki.
Neydi o -ah- sesi?
Sevgi sen misin yoksa.
Ezdi mi seni bu ikisi dedim,
Herkes burada madem
Anlatın insanlara, anlatın Ona her şeyi.
Tüm bunları sizin yaptırdığınızı.
Benim suçsuz olduğumu.
Gitmeye kalktılar..
Durun durun gitmeyin dedim.
Ben artık boş bedenle yapamam
Bırakın sizin kalayım sonuna dek.
Elinizden geleni ardına koymayın
Hadi yaptırın bana.. size dair yaşanacak ne varsa
Sevgilime dedim ki;
Ne yapıyorsan, neredeysen, bırak..
Hadi bu gece bana gel.
Balkonu hazırladım bizim için,
Masaya ay ışığını koydum,
Gündüz güneşten bir parça ışık almıştım..
Onu da çiçeklerin üzerine serpiştirdim.
Yıldızları balkonun önüne çektim bu gece,
Etraftaki evleri siliverdim,
Tek biz olalım diye…
Denizden sesini istedim bu gecelik,
Açtım sesi sonuna kadar, sardı evi iyice
Gittim gül bahçesine, yapraklarından elbise istedim,
Kokularını tüm vücuduma…
Verdiler; giydim, sürdüm sürüştürdüm…
Üzüm bağlarına yalvardım,
En güzel şarabınızı verin bu gece diye..
Kadehler bekliyor kırmızıya bulanmayı.
Gözlerime denizin mavisini sürdüm..
Kalbime seni koydum..
Hadi bu gece bana gel
Yarın her aldığımı, belli olmaz…
Belki de geri vereceğim..Ama hadi bu gece bana gel… 2002-İzmir
Sonra..
davet ettim O nu
dedim ki-
Bu şiirde AŞK var,
Bu şiirde aşka davet var.
Bu şiir sana
Ve bu aşk ta sevgilim
-Sana- davet var-;
Gelir misin, sever misin,
Benim canım der misin,
Nağmelerini gözlerimin içine
Bakıp bakıp söyler misin
Öyle ise kalbimi dinler misin?
İstedim ki;
Önce gözleri girsin bedenime
Sonra sözleri..
Konuşsun benimle sevişirken.
Önce dudakları değsin tenime,
Dili yaksın yoluna ne çıkarsa,
Sonra emsin içimdeki tutkuyu.
Önce SEN gir içime dedim
Ben SEN olayım.
Sonra benden emdiğin her şey
Tekrar bana aksın o titreyişle..
Kumsalda hayal kura kura yürüyordum,
Güneş de batmak üzereydi.
Birden çok çekici göründü gözüme deniz.
Sanki beni çağırıyordu.
Hiç beklemeden bu çağrıya uydum ve denize girdim.
Ne güzel olurdu güneş batarken deniz.
İyi ki çağırdın beni Deniz..
Güneşin su yüzüne bıraktığı ışığa doğru yüzmeye başladım. Sıcacıktı su,sanki vücudumu okşuyordu,
Hiç dalga yoktu.Turkuaz renkli su, bana huzur veriyordu. Gökyüzü rengarenkti. Sadece suda kulaçlarımın sesi vardı. Tanrım, bu sükunet, çoktandır özlediğim bir keyifti. İçimdesin Deniz,içindeyim Deniz.
Çoook uzakta bir balıkçı teknesi, ağlarını atıyordu. Hareketli bir tablo seyrediyordum sanki. Her şey mükemmeldi.
Yalnızlığım ile birlikte derin suda yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm..
Bir ara suyun altına baktım.
Bana nefes vermeyen ama o dünyanın varlıklarını yaşatan eşsiz dünyayı düşündüm..
Neler yaşanıyordu orada kim bilir?
Aşk var mıydı orada acaba?
Sevmek, terk etmek, aldatmak, tutku, heyecan, acı çekmek,
mutluluk, var mıydı?
Üstümden uçup süzülen martıya baktım.
İşte bir yaşam daha dedim.
Uçamazdım ki kanatsız.
Üç ayrı hayat, üçü de birbirine yasak.
Kendi aşkımı düşündüm. güzeldi, tutkuluydu.
Dudağımın bir ucu hınzırca kıvrılıverdi,
Aklıma gelmişti yine en güzelini yaşadığım sevgilim.
Şu yüzdüğüm denizin dibi kadar gizemli,
kudurmuş denizin dalgaları gibi ürkütücü,
suyun mavisi kadar güzel,
uçan martı kadar özgür,
güneşin batışı gibi şairane,
bir kedi kadar bencil,
bazen siyah, bazen beyaz, çoğu kez rengarenk.
Ben gibi, ben gibi...
İşte bu benim aşkım.
Tutkuyla başlayan, aşka dönen ve sonra yerini aşkla sevginin karıştığı o kutsal hazza bırakan duygular.
Bir bakarsın tutku almış başını gidiyor dolu dizgin, delirtiyor adamı, bir bakarsın aşk geliyor biraz çılgın, her yaptığı mubah. Ne demekse.
Aşk ya hani adı.
Ama daima sevgi. Huzurlu, sıcacık, yumuşacık, sakin.
Güneş son ışığını da verdi.Hem alev alev yanan denizi, hem gökyüzünü tuvalindeki tüm renklerle boyayarak, kayboldu.
Ya da ben öyle sandım...
Sanki denizin içindeki hayatı aydınlatacaktı.
Dönme vakti geldi ve ben denizi, güneşi, sevgilimi ve bizi ne çok sevdiğimi düşünerek geri döndüm.
Giderken yanımda benimle yüzen yalnızlığım, denizin ortasında kalmıştı.
Kalbimde sevdiğim, dudağımda gülücüğüm ile geri dönüyordum bana ait olan dünyama,
Yani kendi Denizime...
Bir sol elimin yüzük parmağına,
bir karşımda bizi kutlayan kalabalığa,
bir elimde ki deftere,
bir yanımda ki artık kocam olan adama bakıp,
-evlendik, karısıyım, tüm zorluklar bitti,
hayat bizim nihayet.. diye,düşünürken acaba tüm bunları yüksek sesle mi söylemiştim ki, herkes benim yüzüme gülümseyerek ama -anlıyoruz seni- der gibi bakıyordu?
Ben, Deniz’ in gözlerindeki, o mutlu anı yaşayışını seyrederken, bir taraftan da devamında anlattığı olayı düşünüyordum..
-Bir anda her şey nasılda yok oluyormuş.
Hayat sahiden de, belki yaşarken farkında değiliz ama pamuk ipliğinden de ince bir bağ ile şöyle hemen ucundan tutunuyor yaşama. Kopması için bir fiske yeterli.
Çok güzel bir sonbahar akşamı, balkonlarında oturuyorlarmış karı koca. Kadın her zamanki gibi, akşam yaşayacakları keyifli gece için hazırlıklarını yapmış. Kocası tüm günün yorgunluğunu, evinde, kalesinde, huzurlu yuvasında gidermeye çalışıyormuş. Her ikisi de mutluymuş. Yemeklerini yerken, o gün neler yaptıklarından, özlemlerinden, balkondaki yaseminin kokusundan, sardunyanın çiçeğinin renginden, kedileri zilli den, neler yapacaklarından, isteklerinden,.. her şeyden biraz, hoş bir sohbet içindeymişler.
Bir yudum buz gibi şarap, bir yudum sohbet, bir yudum keyif. Arada bir attıkları kahkahaları, karşı balkondaki komşuları duyuyorsa da, onların kimseyi görecek halleri yokmuş. Bir taraftan içeriden hoş bir müzik sesi geliyormuş. Bob Marley söylüyormuş.
O gece ay yusyuvarlak ve pembeymiş. Bir ara sevgiyle hayranlıkla, O nu seyre dalmışlar. Ne muhteşem bir renk, geceye nasıl da güzellik katıyormuş.
Hep masada karşılıklı otururlarmış birbirlerinin gözlerini görebilmek için. Kadın bazen dayanamaz hemen kocasının yanındaki sandalyeye oturur ve kolunun altına sokuluverirmiş sevgiyle. Ama yerine geçermiş hemen, çünkü kocasının yanındaki sandalye, sevgili kedilerinin yeriymiş. Her yediklerinden tatmak üzere orada oturur ve beklermiş evin delisi, şımarık bebeği;
Yemeğin sonuna gelmişler. Kocası bir şeyler anlatıyormuş. Bu arada Su içmek istemiş ve hem içip hem anlatmaya devam ederken, bir anda yüzü önce kıpkırmızı, sonra mor olmaya başlamış kocasının. Su nefes borusuna kaçmış. Öksürmeye başlamış ama nefes alamıyormuş ki. Kadın bir hamlede koşmuş yanına, bardağı almış elinden ve ne yapacağını bilemez halde yardım etmeye çalışmış kocasına, nefes alabilmesi için. Ama ne olduysa o anda olmuş. Adam önce oturduğu yerden yavaş yavaş öne doğru eğilmeye başlamış ve yere düşmüş aniden. Alnının tam ortası yere vurmuş. Omuzu düşerken duvara sürtünmüş, kan içindeymiş.
Kadın kocasının adını haykırıp, panik halinde bağırmaya başlamış. Hareket etmiyormuş adam hiç. Nefes de almıyormuş.
Belki tüm bunlar saniyelerle olmuş ama zaten o pamuk ipliğinin kopması da saniyelerle olmuyor mu?
Tüm bunlar yaşanırken, o kısacık anda kadın neler düşünmüş neler. İnsan hayatını birkaç saniyeye nasıl sığdırır ki. Ama sığmış işte.
Gözlerinde yaşlarla adamın üstüne eğilmiş ve kollarından tutup kaldırmaya çalışmış ve içinden dualar ediyormuş.
Adam yavaş yavaş başını kaldırmış, kendine gelmiş ve şaşkın bir yüzle karısına bakmış. Kadın yüzünü gözünü öpüyormuş kocasının. Ayağa kaldırıp yavaşça yatağına götürmüş ve yatırmış.
Hastaneye gitmeyi önermiş. Kocası gerek olmadığını, kendisini iyi hissettiğini söylemiş.
Kadın başında beklemeye karar vermiş, ne olur ne olmaz diye. Her 5 dakikada bir, bir şey soruyor ve cevabını alınca rahatlıyormuş.
Karanlık salonda kocasını görebileceği bir koltuğa oturmuş ve beklemiş.
Çetin bir yol kat etmişler birlikte olabilmek için. Bir çok zorluğa göğüs gererek ama sevgilerinden hiç vazgeçmeyerek. Şimdi birlikteliğin keyfini yaşamaya başlamışken, neymiş bu aniden zamansız yaşanan. Ürkütücüymüş.
Eğer o pamuk ipliği kopacaksa, engel olunamazdı ki. Kopardı.Hem de bir anda, ne olduğunu anlayamadan. Ne yani, yaşansaydı ve bitseydi.
-yaşandı ve işte bitti- mi denecekti.
Güzeldi, ama bitti. Öyle mi?
Yaşamak bu kadar zor ama güzel iken, ölüm o denli kolay işte.
Ama belki de ölüm var diye yaşamak çok güzel..
Deniz in sesi ile irkildim..Anlatmaya başlamıştı tekrar kaldığı yerden..
-Dedim ki kocama;
Buralardan, başka bir yerlere gidelim ve yalnız ikimiz olalım..
Sonbaharın eşsiz güzelliği ve hüznü ile, denizin sesi olsun bir tek duyduğumuz.
Belki yağmur yağar ve biz denize gireriz yağmur altında
Yemek yeriz, ben sana kahve yaparım şöyle bol köpüklü ve sade.
Yürürüz, kitap okuruz,deniz kabuğu, kekik toplarız istersen.
Bir ara uyuruz kedimiz gibi kıvrılıp bir yerlerde, bir türkü takılır aklımıza,
Sonra, sen bana sataşmaya başlarsın her zamanki gibi.
Ben uyku ile uyanmak arası, gıdıklamalarına, şakalarına gülmeye başlarım
Güneşin batma vaktinin yaklaştığını söylediğinde, ben fırlarım yattığım yerden Bir kutsal törene -ritüel- mi desem ne - hazırlanıyormuş gibi, her defasında aynı heyecanla Koşarız sahile çıplak ayaklarımızla ve ayak bileğimize kadar denizin içine, Yanımızda iki kadeh kıpkırmızı şarap ile.
O an geldiğinde hiç konuşmayız.
O dev kırmızının yavaş yavaş denize kavuşmasını seyrederiz büyülenmişçesine ve şerefe kadeh kaldırırız güneşe, renklerin bin bir türlüsü ile boyanmaya başlayan gökyüzüne, sana ve bana.
Durmak yok sevgilim daha bitmeyecek gece. Esas o anda başlayacak gökyüzünün dansı bizim için.
Sen mangalı yakarken ben sana bir kadeh rakı ile beyaz peynir, kavun hazırlarım.
Balıklar pişmek için hemen yanında durur ve ben küçük bir masayı denizin içine koyarım, ayaklarımız suya değer. Masanın üstünde bir mum, salata, rakı ve buz olur. Müzik ise sadece denizin sesi. Sen balıkları getirince
-sana ve bana-denize ve güneşe-rakıya ve balığa, rakı bardaklarımızı tokuşturup, biraz çakır keyif oluruz. Ve dans ederiz denizin sesi ile sarmaş dolaş. Zamanı yok ederiz.. Birbirimizi seyrederiz.
Sonra uyuruz SAKLI MAVİ ye dalarak ertesi gün biteceğini düşünmeden, sonsuzmuş gibi bu yaşananlar...
Aslında tüm bu yazdıklarım bir günlük bir tatil isteği idi seninle BAŞBAŞA...
Ya da dedim;
Yine götür beni Çeşmealtına
Sabahın beşinde koyulalım yollara
Biz yolda iken gün ışımaya başlasın.
Hatırlıyorsun dimi o sabahı?
Hani henüz yatağımızda iken uyku tutmamıştı
Karnımız acıkmıştı da, ne yapsak ne yapsak derken
Gitsek dedik kahvaltı edecek bir deniz kenarı bulsak
Herkes uykuda iken, hava henüz alacakaranlıkken
O yaşlı dededen aldığımız böreklerle,
yine o çay bahçesinde,
Güneşin uykudan uyanışını seyretsek.
Yine götür beni oralara.Çeşme altına...
Neler oluyor anlamıyorum.. insan neden dümdüz yolda mutlu mutlu yürürken, birden ayağı minik bir taşa takılır ve tökezler ki..?
Kim koyar o taşı oraya acaba ya da neden üstünden atlayıp geçemeyiz bazen..
Nihayet sevdiğine kavuşmuş bir kadınım.
Bir çok isteğim, hayalim var ama hayatı galiba hiç anlayamayan ya da tam anladığımı sandığım anda, aslında anlamadığımı görüp üzülen, kırılgan bir kadınım.
Sevgilime kavuştuğum anda, onu sevgili olarak kaybettiğini anlayan, ne yapacağını bilmez bir kadınım.
Yeni bir BEN mi istiyorsun? dedim.
Peki, bu yeni BEN nasıl olmalı,
Peki ilk sevdiğin BEN e ne olacak.
Belki SEN değiştin,
Yeni bir SEN oldun dedim.
İyi de birbirini seven o iki insana ne oldu?
Değişip, değişmeme kavgasında birbirimizi mi kaybettik?
Diye sordum..
Bir şey söylemedi. O zaman dedim;
En iyisi sevgilim, sen ilk haline, ben de ilk halime dönelim ve bulalım kaybettiğimiz
-BİZ i-
Tanışmamız ve birlikteliğimizden, o güne kadar heyecan dolu, aşk, sevgi dolu bir beraberlik yaşadık ve BİZ olabildiğimizi gördüğümüz için de, o günden sonrasını yaşamaya karar verdik.
Yaşayabiliyor muyuz?
Gel bunu konuşalım istersen.
Bize ne olduyu konuşalım.
Dokunduğun, her akşam seni karşılayan,
o günden önceki kadın, aynı kadın....
Heyecan mı bitti, aşk mı bitti, sevişmekler mi bitti, özlemekler mi bitti, yoksa sevgi mi bitti?
Bunu konuşalım.
Hani biz eğlenecektik?
Bunu konuşalım.
Eksik olan ne var onu konuşalım.
Biz de eksik bulduğun ne var,
Bunu konuşalım
Bunları konuşalım.
Bu çatırdama sesi neydi
Duyan var mıydı acaba?
Ben duydum o sesi, deprem gibiydi sanki
Önce hafif bir sarsıntı
Duvarlar çatladı
Sonra vurdu eni konu
Yıktı geçti, yok etti.
Enkaz kaldı sadece
Ve altında onunla ben..
Öyle çiçekler vardır ki, nerde olsa yetişirler, arsızdırlar.
En nadide çiçeğin toprağına girip kök salar yaban otları.
Bazı çiçek narindir, özeldir.
Sadece kendi toprağında güzelleşir, gelişir.
Sunar O na bakan insana en güzel halini.
Yaban otu geldi mi yanına güçsüzleşir, solar, istemez
Bilmez onun dünyasını. Kovamaz yanından, kibardır, asildir çünkü.
O hain yaban otu, yavaş yavaş kemirir onun gücünü, alır elinden dünyasını.
Her gün onu seven, su veren çiçeğin sahibi aldanmışsa o değersiz yaban otunun rengine,
Solacaktır elbet, yok olacaktır narin çiçek.
Koklarsa, içine çekip -ne güzel şeysin sen- derse
Küser toprağın asıl sahibi.
Çünkü hep,sen benim özelimsin, bahçeme başka çiçek sokmam..
diyen sahibine
Mavidir narin çiçek, ama kırmızıya aldandıysa sahibi
Aşk kırmızının altında diye,
Kaybedecektir, mümkünü yok kaybedecek maviyi.
Gece açar mavi, tüm görkemiyle sahibi geldiğinde,
Gündüz kapanır kendi içine, sevdiğinden başkası görmesin diye.
Yalnız O na açar kendini, adamıştır hayatının her anını, güzelliğini
Soldurma ne olur maviyi,
Kopar yanına yerleşmiş davetsiz yaban otunu.
Diye yalvardım O na..
Bir kuş olsaydım, özgürce uçabilmek için,
Ama ya bir avcı beni vurursa,
Balık olsaydım denizlerde
Ama bir olta ya da benden büyük bir balık..
Bir çiçek olsaydım mesela rengarenk
Su vermezlerse, koparırlarsa,
Doğanın kanunu mu desem
Yoksa hiçbir şey mi demesem, ne desem..
Güneş olsaydım her gün yeniden doğmak için
Ama geceleri çok severim, hani nerede gecelerim benim,
Bir ev Kedisi olsaydım,
Evet en güzeli bu galiba
Canım sevdirmek isterse kendimi sevdirirdim
İstemezse asla.
Ayaz gecelerde sıcacık soba başında.
Ama evin haşarı çocuğu!
Ya ben kendim olsaydım,
Ne olurdu acaba? ? ?
Deniz, derin bir iç çekişle sustu bir an..
O, Yüzüme bakarken, ben merak ile düşündüm..
-Hep yarım kalmışlıklar var nedense
Hep bu yarımları tamamlamak adına yaşamak
Ve hiç sonunu getirememek yazık ki.
Yarım kalmış aşklar, sevgiler, işler ve daha bir çok şey.
Belki de sonları olmadığı için gizemli
Belki de bitmediği için bir merak
Belki de hep bu yüzden acaba-lar.
Belki de hep bundan ne yapabilirimin çabası.-
Biraz üzgün, biraz kırgın, biraz kızgın bir sesle,
Anlatıyordu Deniz;
Sevdiklerinin hepsini O sevmiş
Bazıları O nu anlamamış,
Bazılarını ise O anlamamış.
Ama yine de sevdiklerinin hepsini,
O sevmiş..
Böyle diyor...
Biliyor musun?
Aslında sevdikleri yoktu,
Aslında O nu sevmek isteyenler vardı.
Aslında, bu yüzden anlamadı hiç birini.
Sevmek;
birazda karşındakinin hayatını yaşamaksa eğer,
O nu sevenler yaşadı O nun hayatını.
O ise her zaman kendi hayatını.
Bu yüzden anlamadı hiç birini.
Hepsinin O nu sevmesini sevdi aslında sadece..
Bir anda tanıdım O nu aslında
Belki de beni çeken o gizemiydi
Bilmezdim yıllar sonra bu gizemin beni acıtacağını
Bilemezdim yok olacağımı o deli sevda uğruna.
Sandım kutsal bir mabet,
Sandım bir tapınak
İyi de kime tapınmak?
Düşlerimde ilah yaptığım varlık mıydı o taptığım,
O muydu gerçekten sevdiğim,
O muydu uğruna yok olduğum?
Değer miydi o başka gizemlerde gezerken
Sana -seni seviyorum- diyen o sahte ilaha.
Ve hala başına tacı oturtup, acaba gerçek ilahım olur mu,diye
Özlemle beklediğim sevgiliye,
Değer mi? Değer miydi hayatıma?
Ne kadar kolaydır bir insanı incitmek.
Hemen şöyle bir iki söz ile yaralayıverirsin.
Bıçak gibi saplarsın kalbine zehirli sözleri
İçi önce ezilir, kalbi burulur, başı zonklamaya başlar
Eller titrer, gözler dolar, dudak aşağı iner hemencecik
Düşündüm kendi kendime;
Sevinir miydi o zaman, hoşuna mı giderdi
bu yaptığı katliam.
Heyecanlanır mıydı, gurur mu duyardı kendiyle,
Üstüme basıp, yükseldiğini mi sanırdı.
Ağlamam O nu mest mi ederdi,
Oynar mıydı benimle kedi fare misali
Bilmez miydi sevgimin,
Ona karşı beni aciz yaptığını
Bilmez miydi her vuruşta beni yitirdiğini
Ve bilmez miydi, öldürüşleri bittiğinde
O..Sevgisiz kalacağını ve son tokadı benim vuracağımı..
Bir balık varmış, adı somonmuş.
Dağların tepesinde başlarmış yaşama
Oradan, ırmaklara yolculuklarla denizlere ulaşırmış.
Yaradan’ın emriyle, kimileri buna doğanın kanunu diyor,
Yeniden canlarına can katmak için, doğduğu yer olan dağlara dönerken, canını verirmiş.
Bir gün bile vazgeçmedim akan suyun tersine gitmekten.
Hep merak ettim geride ne var diye
Su hızla ileri akarken, ben hep akıntıya ters gittim.
Zaman mı geri dönecekti, yaşayamadıklarıma mı yetişecektim,
Yaşadıklarım çok mu güzel di de yeniden yaşayacaktım.
Neden geri yüzerim o zorlu suda
Ben somon balığı değilim ki
Dön hadi, dön dedim..boşa kürek çekme
Bırak suyun gittiği yöne kendini
Çabalama batmamak için
Su seni kaldırsın, elleme
Düşünme geride ne var diye
Zaten seninle birlikte onlarda gelecekler nasılsa.
Senin gideceğin yerlere.
Sen vazgeç, senin harcın değil
Somon balıkları yüzsün tersine.
Sen denizde kal. Çünkü sen; Deniz sin,
Dedim kendime
Ya da öyle miyim gerçekten,
Yoksa Deniz imi oynuyorum..
Çok kızmıştım O na,-
Bence artık kapa çeneni dedim..
Sevmek, aşk senin ağzına yakışmıyor
Kimsin, nesin sen, acı mısın yoksa.
Kim dedi sana rol yap diye, ne zorun var
Bana borçlu değilsin ki yalan söylemeye
Sevineyim diye -sevgilim- demeye.
Gerçekten sus artık, hiç konuşma
Dokunma kalbime, elleme, acıtma, acıma hatta.
İnandıramazsın ne desen de
Gözlerine baktım bir kere.
Gördüm oradan tek kişilik kalbini
Her yerine yazmışsın,
-Ayna ayna söyle bana- diye.
O zaman eğil kendi kalbine -sevgilim- de
Aynaya bak, kendinle seviş sadece.
Bırak beni de temizlik yapayım
Bende süpüreyim senden arta kalan
Aşkları, ümitleri, sevgileri.
Yer açayım gelecek olan
Bir başka yalancı sevgiliye
Ya da ayna ol bana
Ya da dokunma kalbime,.
Elleme..acıtma..acıma hatta...
Bana dediler ki, kendin düşersen
-SUS- sesini çıkarma.
Ama biri seni ittiriyorsa, avazın çıktığı kadar bağır.,
Dağlar duysun sesini, denizler kudursun, gökler ağlasın
Yer gök inlesin senin feryadından.
Bağırdım, çığlık attım hatta ama galiba karanlığa.
VE SADECE boşluğa..
Biz..dedim, ben..dedim..sen..dedim
Olmadı, olamadı
Bende mi suç,
Sende mi, bizde miydi?
Bilmiyorum, çözemedim.
Bildiğim tek şey var. BİTTİ..
AŞKIM, ÖMRÜM..
Bitti...dedim..
Şimdi gitme vakti.
Git artık benden,
Git artık içimdeki tüm işgal ettiğin yerlerden.
Beni yalnız bırak lütfen.
Ve sadece G İ T.
Hatıranı bırak ve çek git.
Tek istediğim bu...
İZMİR İN GÜZELYALI PARKI, VAKTİNDE DENİZE SIFIRMIŞ. BİZ DENİZLE, O PARKTA ZAMANA KARŞI BU GÜZELLİĞİ YAŞADIK...
Ben, Deniz in yanından ayrıldım içim buruk, biraz da kendim için ağlayarak...
Deniz, tek başına kalmıştı artık.
Birden o mağrur burnunu havaya kaldırdı, başını dikti
Ve...
-İşte şimdi hesaplaşmanın tam zamanı -
Çok zor insanın kendiyle olan hesabı
Alacaklı olan da sen, verecekli de.
Ama yapmazsam hep borçlu kalacağım kendime..
Nedir bu yüzüme, her gün yenisi eklenen çizgiler
Her biri bir yaşanmışlık mı bu zamana kadar
Gözlerimin,dudağımın kenarındakiler
Gülmekten olsa gerek.
Peki ya alnımdakiler, boynumdakiler, vücudumdakiler?
Eyvah! gençlik bitti mi.
Olgunluk çağı dedikleri zamanda mıyım yoksa?
Eğer aynaya bakmazsam, gençliğimin gittiğini anlayamayacağım ki.
Duygularım hiç değişmedi.
Onların çizgisi yok, hep genç kaldı, canlı.
Her çizgide bir -ben- var.
Kimi mutlu, kimi üzgün ama hepsi de benim çizgim, benim anılarım.
Sandılar ki, ununu elemiş, eleğini asmış.
Aslında ben yaşıyorum Ununu eleyenlerin, eleğini asanların gülümsemesinde hala.
Hiç korkmam çizgilerden, hatta beyaz saçlardan
Eyvah desem de yanlış anlaşılmasın o zaman.
Kaplumbağaların sırtındaki çizgilerden sayılırmış yaşamışlığı,
Ağaçların kesitindeki çizgilermiş yaşadığı maceraların ifadesi.
Küçük bir evde tek başıma oturuyorum.
Güzel bir ev, sevimli..
Her yerine çiçekler döşedim evin.
Minik kedim, çiçeklerim ile heyecanlı bir bekleyiş içindeyim.
Muhteşem bir melodi kapladı evi,
her yere mumlar yakıp koydum, giyindim, süslendim,
Bu gece gelecek olanı tanıyorum.
Bu gece kendim ile baş başa olacağım, yıllar sonra.
O kadar özledim ki gelecek olanı.
Çok uzun zamandır görüşmemiş, beraber olmamıştım.
Ben, ben i terk edeli epey zaman olmuştu.
Nereye mi gitmiştim?
Başka insanların hayatlarını yaşamaya.
Onları var etmek adına, mutlu etmek adına, sevgi adına, kendimi yok etmek pahasına.
Kendimden vazgeçecek kadar önemli miydi peki bu insanlar?
Tabii ki, çünkü hepsini çok seviyordum. Onlarda Beni seviyordu.
Uzun zamanlar böyle devam etti, kendimden ayrı ve başkaları olarak.
Onların da, ilk zamanlar hoşlarına gidiyordu bu durum. Çünkü her şey kendi istedikleri gibiydi, hatta karşılarındaki insan bile kendileriydi.
Ama gün geçtikce, hoşlanmaz oldular ve
-Sen kimsin-,diye sorar oldular.
Şaşırıyordum. Ne desem di,
Ben, benim.
Olmaz, değildim.
Ben, senim.
Olmaz değildim.
İyi de,aman Tanrım gerçekten...
-Ben kimim? -
Başladım kendimi aramaya.
O kadar dağıtmıştım ve o kadar bırakmıştım ki kendimi başkalarında.
Kalan var mı acaba benden diye,
Yeniden toplamaya çalıştım.
Eh, hala biraz bir şeyler vardı. Hepsini bir yere topladım ve birlikte olmak için, topladıklarını yeniden tanımak ve onlarla yaşamayı öğrenmek için, hayata kaldığım yerden başladım tekrar.
Bu gece gelecek ve kendim ile olacağım...
Mum ışığını, bu müziği çok severim.
Heyecan ile bekliyorum.
Aynanın önüne geçtim ve başımı yavaşça yukarı kaldırdım özlediğimi, kaybettiğimi görmek için.
Ah evet, gelmiş.
İşte orada duruyor ve bana bakıyor...
İlk anda tanımakta biraz zorlandım aslında ama göz göze gelince anladım, tanıdım O nu.
Dokundum aynadaki yüzüme, çizgilerime, hüznüme, saçlarıma, kendime.
Hayır lütfen ağlama, dedim gözlerimdeki yaşlara aldırmadan.
-Bak, ben buradayım.
-Evet, dedi aynadaki, buradasın. Ben de buradayım. Ama ben çok eksik geldim sana.
Duygularımı unuttum bir yerde, sevinçlerimi bıraktım diğerinde, sevgimi bulamadım bıraktığım kalplerde.
Sen geldin ya, eksik de olsan.
-Sallanan teknede, batan güneşte, yanan denizde, mehtap altında yıldızları seyrederek, gece denizde, buz gibi sularda yüzerek, mum ışığında dans ederek, yaşadım aşkımı ben.
Düşünerek, dokunarak, ağlayarak, acı çekerek, mutlu olarak, sınırsız, utanmadan, eğlenerek, deli gibi severek, nefret ederek, özleyerek, intiharları düşünerek, asla ölmeyeyim diye dualar ederek,yaşadım aşkımı ben.
Aslında her aşık insan gibi yaşadım aşkı bende.
Ama ben yine de anneannemin evindeki, o çocuk olarak kalmak isterdim.
Şeker yiyemediğim için ağlamak,
dondurma yediğim için sevinmek,
annemin koynunda olduğum için güvende,olmak isterdim.
Bugün böyle düşünüyorum, yarın ne yaşarım bilemem....
YORUMLAR
Kimim ben ?
Bütün bunları yaşayan, herkesin bir şeyi olan bu kadın, kendisi için kim acaba?
Kendimi tanıyorum aslında. Hem de pek iyi tanıyorum.İşte bu yüzden korkuyorum ya !
Orta yolum yok benim. En uçlarım var daima. Sınırlarım yok. Bedenimin eskiyor olması beni durdurmuyor, duygularım eskimediği gibi gittikçe coşuyor.
BİRAZINI OKUYABİLDİM....ÇÜNKİ HİÇ KİMSENİN TAMAMINI OKUYACAĞINI ZANNETMİYORUM....KİMSEDE OKUMAZ....SİZDE EPEYCE UZUN YAZMIŞSINIZ....OKUNMAYACAĞINIBİLE BİLE...
AMA İLK BAŞLARDA YAZILANLAR ETKİLEYİCİ DİYEBİLİRİM...