Değişim
DEĞİŞİM
Akşam olup, el ayak çekilince ve kendiyle baş başa kalınca insan; o sessizliğin içinde bir an, uçsuz bucaksız bir boşluğa düşmüş gibi hissediyor kendini. Bu boşluğun tam ortasında, kulaklarında başlayıp beyninin kıvrımlarında devam eden çınlamayla karışık, önce o gün yaşadığın, ardından silik silik, bölük pörçük, ta bilmem hangi çocukluk zamanından kalma anıların anlamsız bir şekilde, bir film şeridi gibi sıralanarak, yüzünde kah bir gülümseme, kah şimdi ki zamana dönüp kırışık buruşuk bir hal alan ifadelerle değişimin andönümünü yaşıyor.
-Ben değişiyor muyum yoksa?”diye düşünmeye başlayan insan, değiştiğini hissettiği bu noktada değişiyor diye düşünüyorum. Fiziksel anlamdaki değişimi, zaman zaten istediği şekilde yapıyor insanda. Ve aynalar da bunun en güçlü destekçisi olarak her sabah karşımıza çıkıp, bu gerçeği yüzümüze çarparcasına vurup duruyor. Ancak bilinçaltımız o kadar inatçılık yapıyor ki bu değişime; aynalara inat, zamana direnmeye çalışıyor var gücüyle.
Değişimin “değiştirilme” noktasında; değiştirenin kim, ne, kimler ve neler olduğunu sormak soruların en basiti ve aynı zamanda en cevapsız kalan soruları olarak dilimize dolanıyor.
“-Kim?”sorusunun karşılığı olarak bir sevgiliyi düşünmek olayları değişimin bambaşka bir boyutuna sürükleyiveriyor insanı. Ve değişim işte tam burada başlıyor. Bir sevgili yetiyor insana. Bir sevgili değiştiriyor zamanı. Bir sevgi yetiyor sevgililere. Ve sevgi, yetiyor değişmeye. Değişime.
Sevgili, değiştirmeye başlayınca zamanı; zaman da, en nankör yüzünü göstermeye başlayıveriyor sevgiliye. Geçmek bilmeyen zaman su gibi akıyor kimi zaman, kimi zaman da akmıyor, kuruyor sanki akıp giden zaman. Bir zamanlar aynaların bile dalga geçtiği şeklin şemalin bile öyle bir değişiyor ki, kalbin bile yetişemiyor hızına, geriden geliyor.
Değişimin değişikliğini öyle bir hissediyorsun ki, kendini bir anda bir şey hissediveriyorsun. Kendini bir anda var hissediyorsun. Kendini hissediyorsun. Hissediyorsun.
Üstüne gelip duran her şeye bir anda öyle bir duruyorsun ki karşılarına geçip, o her şey, bir anda kuyruğunu kıstırıp kaçıveriyor arkasına bile bakmadan. Önünde öyle bir boşluk, öyle uçsuz bucaksız bir meydan kalıyor ki sana, zor gelmiyor baştan sona yürümeye başlamak, yürümek bile kolaylardan kolay gelip koşmaya başlıyorsun önündeki eriyip giden ufuk çizgilerini tek tek.
Umutlardan umutlar doğuyor her yerde, umutlardan umutlar fışkırıyor her gün ışığında. Ne üzmeler, ne küsmeler acı vermiyor, işlemiyor; yüreğindeki zırhın bir dişlisinde cılız bir sineğin vızıltısı gibi geçip gidiyor ayrımına bile varmadan.
Oysa dün böylemiydi…
08.10.2009
yaşar kara