- 815 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Akıllı Adam(Traji Komik Yaşanmış Bir Hikaye)
AKILLI ADAM
Genç adamın babası , O daha küçük yaşta iken vefat etmişti. Ağabeyi ve kardeşi ile beraber annesi, yaşlı dedesi ve babaannesi ile baş başa kalmıştı. Annesi de dedesi ve babaannesinin baskılarına dayanamayarak başka bir adamla evlenince, kendisini terkedilmiş, ham annesi hem babası ölmüş insan olarak hissetmişti. Hem öksüz hem yetim kalmıştı. Yaşlı dedesi ve babaannesi her ne kadar kendisini çok sevdiğini söylese de anne ve baba sevgisinin , ilgisinin yerini tutamamaktaydı. Onun istediği anne kucağı, baba ocağıydı. Anne ve baba sevgisinden mahrum olmanın ne demek olduğunu daha o küçücük yaşında yaşamanın burukluğunu, çaresizliğini yaşamaktaydı.
Okumaya hevesi yoktu. Okumayı sevmemekteydi. Az çalışmasına rağmen krallar gibi yaşayan, sevgilileri ile gezen insanları gördükçe onlara imrenmekteydi. O da , Onlar gibi çalışıp çabalayarak, okuyarak meslek sahibi olabilirdi. Ama o sadece tüketmek , asalak yaşamak istemekteydi.
Dedesinin ve babaannesinin tarlalarında çalışarak çiftçilik yapabilirdi. Ehliyeti olmamasına rağmen şoförlük yapabilirdi. İşini sıkı tutsa, ehliyet alsa, evlense güzel yuvası olurdu. Ama onun amacı sorumluluk almadan oradan oraya , oradan buraya gezmek tozmaktı.
Mehmet’in bu sorumsuz tavrının evlenmekle sona ereceğini zanneden ağabeyinin hanımı olan yengesi ona halasının kızını almaya karar verdi. Önce oğlanın sorumsuz tavrından, işsiz güçsüz, ipsiz sapsız tavrından dolayı kızını vermek istemeyen kızın anne ve babası Mehmet beyin yengesinin ve çevrenin ısrarı ile kızı vermeye razı oldular.
İşin garibi, kızın da aynı Mehmet kadar sorumsuz, evine bağlı olmayan, akraba ziyareti bahanesi ile oradan oraya gezen, aile sorumluluğu taşıyamayacak kadar sorumluluktan uzaktı. Hacı hacıyı bulur Mekke’de, Derviş dervişi bulur Tekke’de misali Mehmet ile Melahat birbirini gökte ararken yerde bulmuştu galiba.
Melahat ve Mehmet’’in yaşadığı yörede evli kadınlar, eşlerine hiçbir zaman isimleri ile hitap etmez, lakaplarla hitap ederlerdi. Evli kadınlar, ailenin erkekleri yanında seslerini yükseltmez, bunu saygısızlık olarak yorumlarlardı. Mesela Melahat’ın komşusu olan Zeynep yenge , kocasına “ emmimin oğlu” diye hitap ederdi. Yörede kocasına ismi ile hitap eden kadınlar ayıplanır ve dedikodusunu yaparlardı. Geleneklere karşı gelmek günahtan daha beterdi.
Melahat’ta kocasına bir lakap bulmalıydı. Buldu da . Çalışmaya , çabalamaya aklı ermeyen Melahat , kocasına lakap bulmakta gecikmemişti. Bulduğu lakap çok güzeldi. Akıllı. Çalışmadan, çabalamadan , anne ve baba parası ile yaşamak akıllılık değil de neydi ? Akıllı adam zamanla daha da akıllanacaktı belki de.
Melahat ile Mehmet evlendiler evlenmesine de , ehliyeti olmayan Mehmet , buldu geçici işler ile evinin ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuştu. Melahat da zaten evlilik sorumluluğunu karşılayacak olgunlukta olmadığından, koskoca 25 yaşlarında insan olmalarına rağmen resmen evcilik oynamaya başlamışlardı. Melahat kocası işe çıktığı zaman hemen kocasının evine yakın olan anne ve babasına gitmekte evde yemek yapma sorumluluğundan kaçmaktaydı.Eve geldiği zaman hanımını bulamayan Mehmet de hemen dışarı çıkmakta mutluluğu başka yerlerde aramaktaydı. Yani ortada evlilikten çok bir evcilik oyunu güzel şekilde oynanmakta , kızın anne ve babası , oğlanın anneannesi onlara bakmaktaydı. Anne ve baba yeni evlileri kolladıkça, onlara sahip çıkıkça, onlarda çalışmak çabalamaktan çok, “ armut piş , gel de ağzıma düş.” diyerek rahat yaşamanın yollarına girmekteydiler.
Melahat, anne ve babasına Mehmet’in iş bulamadığından yakınmaya başlamıştı. Anne ve baba, Üniversite mezunu, engelli, evlenme yaşına gelmiş oğullarını bile bir kenara bırakarak damatlarına iş aramaya koyulmuşlardı. Tanıdıklarına haber vererek iş arıyorlardı damatlarına. Ama damatları çalışmak istememekteydi ki. Bir işe girse 20 gün sonra usanarak çıkmaktaydı işten. Ya işverenle kavga ederdi, ya da müşteri ile. O yüzden hiçbir işte tutunamadı.İş bulamayınca Melahat’ın anne ve babasına para istemeye gitmekteydi Melahat, anne ve babasının psikolojisine ne kadar zarar verdiğinin farkına varamayan Melahat , yüzsüzce babasından annesinden beslenmekte mahzur görmemekteydi.
Bazen Melahat’ın anne ve babası Melahat’a verdikleri parayı geciktirince Melahat hemen komşu ve akrabalarına dedikoduya çıkmakta. “ Bizim akıllı hasta, çalışamıyor, anne ve babam bana yardım etmiyor,” diye yakındığı zaman hemen Melahat’ın akraba ve komşuları Melahat’ın anne ve babasına “ Neden kızınıza sahip çıkmıyorsunuz ?” diyerek serzenişte bulunmaktaydılar. Melahat’ın anne ve babası da “ Kötü anne ve baba” damgası yememek için yemeye alışmış kızlarına yüreklerine taş basarak yardıma devam etmekteydiler. Verseler bir türlü, vermeseler bir türlü. Bir yanda laftan anlamaz kaba cahil komşu ve akrabalar, öte yanda yüzsüz kıları ve damatları , daha öte yanda Üniversite tamamlamış ama devamlı iş bulamamış, yaşı 30’a dayanmış ve iş olmadığı için evlenmek istemeyen engelli oğulları. Beri yanda yaşlılıkları ve buna bağlı hastalıkları, her geçen gün tükenen güçleri. Ne yapacaklarını bilememekteydi iki yaşlı insan.
Bir gün Mehmet , Melahat’ın amcasının oğlunun kahvehanesinde arkadaşları ile konuşurken bir arkadaşı Mehmet’e “ Neden sigorta primlerini ödememektesin? Bak herkes ,primlerini ödemekte? Yaşlanınca emekli maaşı ile rahat edersin. “dediği zaman Mehmet her zamanki sırıtışı ve alaylı gülümsemesi ile arkadaşına bakarak “Ahmet, senin de lafına bak. Sigorta pirimi de ne ki? Bak Melahat’ın anne ve babası bana bakmada. Çalışmadan rahatça yaşamaktayız. Melahat bana boşuna mı Akıllı demekte?” dediği zaman, arkadaşı Ellerini havaya açarak “ Allah’ım bu adama akıl fikir ver” dedi. Bunun üzerine Mehmet o pis sırıtışı ile arkadaşına bakarak “ Allah sana akıl versin. Biz zaten akıllıyız. Boşuna bana akıllı lakabı takmamışlar” dedi. Ahmet bunun üzerine söz bulamayınca oradan kalkarak gitti.
Melahat’ın kocası Mehmet’in en yakın arkadaşı da Melahat’ın dayısının oğluydu. O da annesi babası kendisi küçük yaşta iken öldüğünden kardeşlerinin sırtından bir saltanat kurmuş, çalışmadan ya da az çalışarak geçinmekteydi sırtlarından kardeşlerinin. Hacı Hacıyı bulur Mekke’de misali bulmuşlardı. Birbirlerine akıllı diye hitap ederek tatmin oluyorlardı. Akıllılarda amma da birbirleri ile dayanışma içindeydiler.
Melahat’ın dayısının oğlu Kerim ile Melahat’ın kocası Mehmet, kahvehanede oturup sohbet ediyor, okey oynuyor ve çalışarak ailesinin rızkını çıkarmaya çalışanlara, okuyarak geleceklerini garanti almaya çalışanlara acıyarak ve onlarla alay ederek bakıyor,biri kardeşlerinin öteki ise kaynanası ile kayınpederinin verdiği paralarla günlerine gün etmekteydiler. İkisi de sigorta pirimi ödemeyen, geleceklerini önemsemeyen insanlardı. Yarın sakat kalacakları, hasta olacakları, yaşlanacakları, elde bir şey kalmayınca başkalarınca dışlanacakları hiç akıllarına gelmemekteydi. Kendilerinin dediği gibi ekmek elden su gölden akıllıca yaşamaktaydılar. Onlar akıllı, el alem deliydi. Zaman kimin akıllı, kimin deli olduğunu da onlara gösterecekti.
Melahat ile kocası böyle ekmek elden su gölden yaşarken , aniden hayatlarına hiç ummadıkları bir olay girdi. Melahat’ın anne ve babası beklenmedik bir kazada yaşamlarını kaybettiler. Melahat’ın babası tarladan gelirken traktörü devirmiş altında kalan yaşlı anne ve babada orada ölmüşlerdi.
Melahat ile Mehmet cenazede çok üzüntülü gibi görünmeye gayret etmekteydiler. Aslında onlar, alacakları tarlalarda, kendilerinin eline geçecek paralarda , henüz evlenmemiş , engelli kardeşlerini nasıl sömürerek, onu nasıl yiyeceklerinin hesabındaydılar.
Baba ve annesinin henüz 40 ı çıkmadan, Melahat sağda solda, “ Kardeşime söyleyin de tarlaları bölsün artık” demeye başlamıştı.
Melahat’ın Kardeşi, cenazeden sonra , bir kurumda iş bularak çalışmaya başladı. İşine iyi yerleştikten sonra veraset ilanı da çıkardı. Tarlaların ve evin tapusunu ayırarak , kardeşine hakkı neyse hepsini tamamını verdi. Sonra hem memuriyette, hem de tarlalarda çalışarak, çalıştığı yerde bir kızla evlendi. Tarlalara çeki düzen vererek, evini tamir ederek kendine yeni bir düzen kurdu. Ablası ve eniştesine ise hemen sırt döndü. Onlara yüz verse astar isteyeceklerdi. Çalışıp kazandıklarına sahip olmak isteyeceklerdi. Onu bunaltacak, deli edeceklerdi. Bunu gören Melahat’ın kardeşi, onlarla konuşmamaya karar verdi. Bu kararına da uyacaktı. Komşular her ne kadar “ Ayıp , insan kardeşine küsmez. Onlar fakir, onlara sahip çık “demelerine rağmen, söylenenlere hiç kulak asmadı Melahat’ın kardeşi Durancan efendi. Çünkü o akrabaları, komşuları için değil, kendisi ve çocukları için yaşamaktaydı. Onlara zarar gelec0ek her davranış, tutum ve kişilerden, ablası ve eniştesi dahil uzak kalması gerekmekteydi.Kimseye muhtaç olmadan yaşaması için bu şarttı.
Melahat ve kocası , önce mala mülke kavuşmanın sevinci ile bir tarlayı satarak bir otobüs aldılar eski de olsa. Mehmet bey otobüsten kazandıklarını gene eskisi gibi evine harcayacak yerde kadınlarla kızlarla yiyor, eşine ve evine bakmıyordu.Bir gün dalgınlıkla sevgililerini hatırlar ve gülümserken , otobüsü devirdi. Kendisi hafif kırıkla atlatmasına rağmen zaten hurda olan otobüs büyük hasar gördü. Ayağı kırılınca sigortası olmadığından masrafları ödeyemeyince, hurdayı satarak gene beş parasız kalmıştı. Borçları da ödeyemez haldeydi. Elinde para pul olmadan , gelirinden çok giderin olursa sonunda olacağı buydu zaten.
Akıllı, borçlarını ödemek için Melahat’ın bir tarlasını daha sattı. Tarlaları ekmek, biçmek yerine, onları satarak araba almayı tercih etti. Arabadan kazandıklarını da evine götürmeyi bilmediğinden , kadınlarla kızlarla yedi. Bir sene de o da bitince Melahat’ın elinde sadece elinde bir tarla kalmıştı.
Akıllı Mehmet , bir sevgili bularak İstanbul’a gitti.Melahat biraz akıllanır gibi olup Mehmet’ten boşanmaya kalksa da sonradan Mehmet’in sevgilisini terk etmesi ve kendine dönmesi ile o da boşanmaktan vazgeçti. Ama Mehmet bir kere daha başka sevgili bularak ona gitti.
Melahat evde yalnız kalınca , bir zamanlar Deli dediği kardeşiyle barışmanın yollarını aradı. Araya çok insan koymasına rağmen, kardeşi kesin onunla barışmamaya yeminliydi. “ Mehmet’i boşamadan benim yanıma gelme” dedi.
Mehmet, çalışmayı sevmediğinden en son sevgilisi de O’nu terk edince, kasabaya geri döndüğü zaman, kendi kardeşleri dahil olmak üzere Melahat dışında kimse kendine bakmıyordu. Bir zamanlar, kahvede onunla okey oynamak için sıraya girenler, çay ısmarladıkları insanlar ona sırtını dönmeye başlamışlardı. O zaman Mehmet Yunus Emre’nin
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Nerde bunun ilk sahibi,
Mal da yalan, mülkte yalan,
Gel birazda sen oyalan”
Sözünü anlamaya başlamıştı ama , yaşı gelmiş 50’ye çalışmak istese tarlaları da ekip biçemezdi bu yaştan sonra. Ne yapacaktı ki ? Üstelik tek tarlayı da Melahat satmam diye tutturmuştu. Kimse Mehmet’e şoförlükte vermezdi bu yaştan sonra.
Borçları o kadar artmıştı ki Mehmet’in artık kahveye bile çıkamaz olmuştu. Çıksa bakkala, manava , kasaba olan borcundan dolayı kimseye bakamıyordu. Caddede başı önünde yere bakarak gezmeyi de erkekliğine yedirememekteydi.
Tüm zamanı evde geçmeye başlamıştı Mehmet beyin. Artık O’na akıllı diye senelerce bakan, O’na olan sevgisinden dolayı annesi, babası , kardeşi ile arası açılan Melahat’ın da gözleri açılmış, “ Şu adam geberse de rahat etsem” diye içinden geçirmeye başlamıştı. Bir zamanlar sevdiği çok sevdiği bu adamın nankörlüğünden artık bıkmıştı. Bu adamı zamanında başından atsaydı kim bilir Kardeşi ona sahip çıkar , çok rahat yaşantısı olurdu.Ama artık ne annesi, ne babası, ne de hayatta olduğu halde kendisimi kabul eden kardeşi vardı. Kaderine de bir şey diyemiyordu. Belayı kendi başına kendi almıştı.
Mehmet gene her zaman ki gibi, pencerenin önüne oturmuş, pencerede gelip geçenleri seyrederken , aniden telaşlandı. Çünkü mahallenin kasabı, evlerine doğru gelmekteydi. Kasaba çok miktarda borcu vardı. Adam ile geçende kavga etmişlerdi. Kasap gelince kendisi ile gene kavga edeceklerdi besbelli. Akıllı adam aniden oturduğu yerden kalktı. Eline bir bıçak alarak mutfaktan hızla çıktı. Sokak kapısına çıktı. Kasap O’nu elinde bıçakla görünce aniden o da kaçmaya başladı. Akıllı Mehmet ağa avazı çıktığı kadar bağırmaktaydı. Aniden elindeki bıçağı fırlatarak bir kenara attı. Sonra naralar atmaya başladı. Ateş bibi yanıyordu sanki gözleri çakmak çakmak olmuş, ne dediği anlaşılamadan bağırmaktaydı. Kaçan kasap aniden durarak kavga etmeye geldiği adamın haline acımaya başlamıştı.
Mehmet bey aniden gene üstündeki tüm elbiseleri çıkararak , yere attı. Anadan üryan kasabanın sokaklarında koşmaya, bir yandan naralar atmaya devam ediyordu. Tüm kasaba gelen seslere sokağa çıkmıştı. Merakla acıma ile , kimi de gülerek çıldıran akıllı Mehmet Efendiye bakmaktaydı.
Yaşlı bir kadın komşusuna pencereden bakarken .
“ Komşu, boşuna dememiş atalarımız ‘ Su testisi su yolunda kırılır’ etme bulma dünyası işte” dedi.
TURAN YALÇIN-TOKAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.