- 4014 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KİTAP VE İNSAN
Kitaplar , yani insanın gerçek dostluğu ve gerçek aşkı bulana dek en yakın arkadaşları.
Sizi bilmem , ama benim için iki dünya vardır : Biri içinde yaşadığım dünya , diğeri ise , sanat dünyasıdır. Sanat dünyasına girdiğimizde , çok geniş yelpazesi olan bir olguyla karşı karşıya geliriz. Opera , bale , resim , müzik , sinema , tiyatro vb. Bunların hepsinde ortak olan bir şey vardır : O da anlatım , daha doğrusu kompozisyondur. Bu kavram ise , bizi kendiliğinden “dil” denen , canlı ve sosyal bir unsur , bir ortaklık ve bir zeka ürünü olan kavrama götürür. Dil ise , iki şekilde karşımıza çıkar : Yazılı ve sözlü olarak. Ancak bana göre , yazılı anlatım , sözlü anlatımdan daha etkilidir. Tabii ki ; sözlü anlatımın daha çok etkili ve gerekli olduğu durumlar da vardır. Ama düşünsel gücün daha çok ortaya çıkması , kalıcılığı vb. sebeplerden dolayı yazılı anlatımın daha üstün olduğunu söyleyebiliriz. Ve yazılı anlatımın sihrini gözler önüne seren kitaplar… Neden , bilmiyorum. Ne zaman kitap okusam , kendimi evrenin başka bir boyutunda , uçsuz , bucaksız bir yerde buluyorum. Burada farklı bir uygarlıkla karşılaşıyorum. Bu gizemli , bir o kadar da büyüleyici yerde iyi insan sayısı , kötülerden daha fazla. Bu beni önce şaşırtıyor. Fakat daha nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum. Uçurtmalarıyla özgürce maviliklere uzanan , istedikleri her yerde oyun oynayabilen çocuklar ; olağanüstü alçakgönüllülüğü ve iyimserliği ile gittiği karanlıkları beraberinde götürdüğü ışıkla aydınlatan , her şeye rağmen iyimser olmayı bir oyun olarak gören ve bu oyuna kendi ismini veren küçük bir kız çocuğu ; bitmek , tükenmek bilmeyen yalnızlığını sürüsüyle paylaşan , kavalından çıkardığı sihirli sesler ve onların bütünleştiği ezgiler aracılığıyla sürüsüyle dertleşen , kendisini bekleyen hazinenin peşinden yılmadan koşan bir çoban ; yalnızlığın sonsuz karanlığında , bir adada , korkuları , ümitleri , sevinçleri , hüzünleri ve istekleriyle yoğrulan bir adam ; çocuksu ruhunu bir kurbağaya benzeten , onunla geçirdiği yılları en güzel , en anlamlı yılları sayan , hiç büyümek istemeyen , kurbağası onu terk ettiğinde ise , yüreğinde o ana kadar duymadığı bir acı duyan masum bir çocuk ; “Sanat ne denli uzun Tanrım , hayat ne kadar kısa…” diyebilecek kadar sanat hayranı olan bir insan ; kalemiyle geleceğin bilimine doğru yolculuğa çıkan , seyahat etmeyi , dünyayı tanımayı hiç bitmeyen bir arzu olarak gören bir kişi ve daha sayamadığım niceleri… Sonunda üzerinde yaşadığımız dünyaya dönüyorum , ama yazlar kışlara dönüşüyor , çiçekler bir bir soluyor. Ve artık neden her kitap okuduğumda kendimi başka bir yerde bulduğumu anlıyorum.
Bu dünyayı ne kadar çok sevsem de , yaşanılan dünyanın bu dünyadan kalın bir çizgiyle ayrıldığını , kitapların bir yere kadar sadece birer yol gösterici olduklarını , kişinin yaşam çizgisini kendisinin belirlemesi gerektiğini biliyorum.
Fakat birden aklıma şu geliyor : “Bunları yazanlar da birer insan olduğuna göre , insanoğlu artık hayata at gözlüğü ile bakmaktan kurtulabilir.” diyorum kendi kendime. Şimdi soruyorum : Sizce dünyanın beklenen altın çağa ulaşması hiç gerçekleşmeyecek , yalnızca kitaplarda veya diğer sanat eserlerinde kalacak bir düş mü ?
YORUMLAR
Hayatın hepimize sunduğu rengarenk emanet bir cevher
Herkes cevap bulacak kendine saklayacak.
Oysa ki, o hakikatleri anlatırken, “sır” Kalmıyacak. Anlatılacak!
Aşırılıklardan uzak, dayma ortada gerçekçi olacak.
Sadece kendi sesinin yankısını duyarak
Hakikat' i keşfetmek mümkün
Hayatın varlıkları değil, bizim için eksikleri bizi etkileyen şeyler. listemiz olsun Zorluklara, sancılara güçlü olmak gerekir…
Esas bilgi söylemlerle değil, uygulanması gerekir.
"kutsal görev" olarak Kalırsa bizde düştüğümüz boşluktan çıkarız
Saygılar…