___Anne Ceylan'ın Yok Artık...
28.09.2009 TARİHİNDE Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Şenlik Köyünde atılan havan topu sonucu yaşamını yitiren Ceylan ÖNKOL anısına...
.................................
Parçalanmış, tüm vücudu dağılmış bir Ceylan’ım artık.Artık birarada değil insani uzuvlarım. Yaşım artık, bölük pörçük anne... Başım dört bir yana savrulmuş artık anne...
Anne görme halimi...
Görürsen dayanamaz, ağıtlar yakarsın günlerce, yıllarca, asırlarca...
Anne duyma çığlıklarımı...
Çıkmayan sesimi duyarsan çaresiz gözyaşlarına boğulup, dağları utandırırsın, bedenime kıyanları sevindirirsin...
Anne dokunma bana...
Dokunursan, toplayamaz bir araya getiremezsin Ceylanı’nı. Öyle küçük, öyle masum, öyle sevimli, öyle yalnız, öyle ölümüm Anne...
Anne medet umma kimselerden bana ulaşmak için...
Yardım istersen, kimse kızını sana geri getiremez, kimse anakuzunu kollarına bırakamaz, kimse gencecik fidanını sulayamaz, kimse derdini paylaşamaz anne...
Anne beni arama öyle çok...
Öyle çok vurgunum, kırgınım ki büyüklerime. Ben ki kuzularını otlamakla nefes alan ürkek bir Ceylan’dım. Ben ki babamın gözünde gerçek bir sözdüm. Ben ki içimdeki güzellikleri taşıyan bir çocuktum daha. Daha nice uçurtmalar uçuracak, daha nice yarınlar yaşayacak, daha nice şarkılar söyleyecektim kuşlara, böceklere, dahası insanlara. İnsanlığın yükselen yıldızı olacaktım Anne...
Anne özleme beni...
Özlersen, bir daha gelemem sıcaklığına. Ninnilerinde geleceği göremem artık. Artık, suskunum. Artık adımsız, tadımsız bir kayboluş, artık gülüşsüz bir yokoluşum Anne...
Anne seslenme bana...
Seslenirsen, koşa koşa uğrayamam ocağına. Yanına gelip, eteklerinde şiir olamam Anne.
Anne kıydılar bana vahşice,
Anne öldürdüler tam tamına koklayamadığım güllerimi,
Anne soldurdular barış için ellerimde tuttuğum çiçekleri,
Anne, ç-aldılar umutlarımı,
Anne, bana sormadan götürdüler beni bir başka dünyaya,
Anne, hayatımı düşlemeden, hülyalarımı kopardılar çocukluğumdan,
Anne çocukluğumu yudumlamadan zehir, bomba, ateş döktüler körpecik bedenime,
Anne, anne
Anne neredesin, neden Ceylanı’ı kucaklamıyor, neden anlarım karanlık, neden sayısız küçük ceylanlara ayrılmışım böyle?...
Neden anne, gözlerim kapalı, sözlerim acılı, özüm arızalı
neden anne,
anne nedennnnnnnnnnn?............
................................
MESELCİ
7 Ekim 2009,,,
Mardin
YORUMLAR
KIZ ÇOCUĞU
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Daha Lice'de öleli
oluyor bir on gün kadar.
Ondört yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Nazım Hikmet Ran (Şairden özür dileyerek birkaç düzeltme yapmak zorunda kaldım)
Ceylan'ın körpecik bedenini parçalayan her neyse,suskun insanlığın da insanlığı parçalanmıştır.
Sevgiler ve saygılar sunuyorum sana Meselci...
şimdi anladım CEYLAN ı...:(
ya özlerse anne..?
ya gel derse anne...?
ya CEYLANım sensiz yapamam ben diye avaz avaz bağırırsa ?...
ya...
ya...sonra...???
CEYLAN' ın ailesine , yürekleri yaNANLARA sabır diliyorum... sevgimdesin seliM
delikızım tarafından 10/7/2009 5:34:22 PM zamanında düzenlenmiştir.
sevgili meselci,
duygu yüklü yüreğinden çıkan her kelimenle,yüreğimi dağladın.isyan etmek istiyorumdaha nekara ceylanlarımız acımasızca yok edilecek.bu işin hiçmi sonu gelmiyecek.sizinde ellerinize sağlık.son bulmuş bir yaşamın bukadar güzel anlatılmasından dolayı sevgilerimi saygılarımıyolluyorum.nice yazılarınızda görüşmek dileğiyle.
Adı şanı duyulmamış binlerce çocuk daha zulasını patlatmadı, onlar içlerindeki özgürlük türküleriyle sokaklarda, bayırlarda, dağlarda dolaştıklarında feryat figan barış türküleriyle bulutlara karışıp gökyüzüne yükseldiğinde ufukta doğan güneş en aydınlık ışıklarını şaçarak karanlıkları aydınlatanların üstünde dolaşacaktır ...
Saygılar kaleminize ...
Evet, sus kalmamalı vicdanlar meselci...
Ve şöyle cevap veriyor bir gazetecimiz Ahmet Altan'ın yazısına, uzun olduğu için ben sadece sonunu eklemek istiyorum. Ceylan'ın ağzından Ahmet Altan'ın yazısına ''yanıt'';
Devletin derinine, bilimin enginine, kapitalizmin çirkinine varıncaya dek, ne adamlar yetiştirmiş bizim Lice toprakları. Benim gibilerin payına da yalnızca ölüm kalmış demek ki. Bu yüzden yabancı değiliz biz ölüme, ölüm de bize. Dağlarımızda, askerde ölmek ölümlerin en doğalı ve en kutsananıdır. Doğum esnasında, hastalıktan ölmek de fire payı olsa gerek. Oysa ölüm değil, yaşam olmalı övgüye layık olan. Amele pazarlarında satılan ağabeylerimin yalnızca ucuz emekleri değil, ucuza kapatılan canları da artık satılık. Zenginlerin, onların yaptıkları evlerde yaşaması için, onların ölebilmesi de fire payları. Ölümle yaşam arasında, savaş ile barış arasında tercihte zorlanmak, sadece yetişkinlerin kârı olmalı. Canice bir ruh haliyle öldürüldüğüm gün bir vekil, “Kürt(ler) yok” diyordu. Madem ki yokum o halde neden öldürülüyor ve ölebiliyorum? Şimdi daha çok korkuyorum ölümden. Parçalanmış organlarım karıncalara yem olurken, annemin feryatları yeri göğü inletirken, ben de ölümün ürkütücülüğünü yaşıyorum. Ve geride kalan gençler, çocuklar için “inşallah ben son olurum” diyorum. “Zalimler için yaşasın cehennem” diye haykırarak.
.....................................
Sevgilerimle meselci...
Daha önce de bir arkadaşın yazısına da eklediğim bir alıtıyı senin de yazına eklemek istiyorum konu CEYLAN olduğu için ve bir daha yaşanmasın diyorum böylesi acı olaylar ve bir an önce de faillerinin bulunması gerektiğini düşünüyorum. Şöyle yazmıştı sevgili Ahmet Altan yazısında;
Birkaç evlik ıssız bir köy.
Dağların yamacına kurulmuş.
Yukarılarda, köyü tepeden gören bir askerî birlik var.
Köy daha önce boşaltılmış sonradan köylülerin geri dönmesine izin verilmiş.
Hayatın ve ümidin uzağında yaşayan birkaç aile bulunuyor köyde.
Bu köyde, başka ülkelerin başka şehirlerinde yaşayan kendi yaşıtlarına göre çok büyük zorluklar içinde bir ömür süren Ceylan, küçük bir kız.
Bir keresinde götürüp fotoğrafını çektirmişler.
Herhalde ilk çekilen resimlerinde gözleri kapalı çıkmış ki biri onu uyarmış, “gözlerini açık tut” diye.
O da gözlerini kocaman açmış.
Resmi öyle çıkmış.
Ceylan, on dört yaşlarında.
Önceki gün hayvanlara yaprak toplamak için köyün biraz ilerisindeki koruluğa gitmiş.
Bir patlama sesi duyulmuş.
“Yukarıdan” gelen bir havan mermisi ya da roketle paramparça olmuş Ceylan.
Elleri ve dizleri kalmış geriye.
Bedeninin parçaları ağaçlara dağılmış.
Köyün muhtarı herkese haber vermiş.
Kimse gelmemiş, kimse ilgilenmemiş.
Sonra bizim gazeteyi aramış.
Olanları anlatmış.
Birileri gelip de bir soruşturma yapsın diye beklemiş köylüler.
Doktorun, savcının geleceğini sanıyorlarmış.
“Can güvenliği” nedeniyle gelemeyeceğini bildirmiş savcı.
Kendi yerine, eline bir kamera tutuşturduğu imamı göndermiş, imam kızın ve vurulduğu yerin resimlerini çekmiş.
Ceylan’dan geriye ne kaldıysa toplayıp bir battaniyeye koymuşlar, dokuz kilometre ötedeki bir başka askerî karakola götürmüşler.
Bir doktor, karakolun bahçesinde “otopsi” yapmış, kızın “bedeninde” şarapnel taneleri bulmuş.
Resmî bir rapor tutmuşlar, Ceylan’ı gömmüşler.
Bir daha kimse ilgilenmemiş.
Ne askeriyeden bir açıklama, ne bir soruşturma, ne bir özür.
“Başınız sağolsun” diye köye gelen biri bile çıkmamış.
Ölen bir köylü kızı.
İşi “büyütmeye” ne gerek var?
Oradaki insanların ölmesi kimin umurunda?
Bizim gazete yazmasa Ceylan’la kim ilgilenir?
Bizim gazete yazsa Ceylan’la kim ilgilenir, onu da bilmiyorum ya.
Küçük bir köylü kızını askerî birlikten atılan bir mermiyle vurup ortadan kayboluyor devlet.
Bunun hesabını kim soracak?
Bizim muhalefet partileri, “Kürt açılımı gerçekleşirse, demokrasi ve eşitlik gelirse Türkiye bölünür” diyorlar.
Kürt açılımı olmadığında Kürt çocuklarını, kuş avlar gibi rahatça vurup öldürürsün ve “Türkiye yekpare kalır” öyle mi?
Böyle mi sanıyorsunuz?
Ceylan vurulalı 48 saat oldu, kimseden ses çıkmadı.
Bu ülke çoktan bölünmüş.
Siyasetçileri, gazetecileri, televizyoncuları çoktan bölmüşler ülkeyi.
Ceylan, zengin bir şehrin, zengin bir semtinde yaşayan zengin bir Türk ailesinin kızı olsaydı ve “havan topu ya da roketle vurulsaydı” bu ülke bu kadar sessiz mi kalırdı?
Vicdan dediğiniz o tuhaf şey böyle durumlarda ortaya çıkıyor işte.
Vicdanın varsa, öldürülenin kim olduğuna, ne olduğuna bakmıyorsun.
O vicdan, o ölüm karşısında sızlıyor ve sen ayağa kalkıyorsun.
Siz, siyasi kararlar ülkeyi bölecek diye korkmayın, ülke “vicdanından” bölünüyor önce.
“Vatanım, vatanım” diye bağıran o Baykallar, o Bahçeliler, küçük bir kızın ölümü karşısında “benim insanım,” diye bağırmadığında bu ülke bölünür.
Başbakan, ıssız bir köydeki küçük kızın hesabını sormadığında bu ülke bölünür.
Medya, bu kızın ölümünün peşine düşmediğinde bu ülke bölünür.
Bu ülkeyi böyle bölüyorlar.
Benim umurumda bile değil ülke bölünür mü bölünmez mi...
Bu ülkenin vicdanı var mı yok mu, benim umurumda olan bu.
Ceylan’ı öldürüp böyle sustuktan sonra ülke “bütün” kalsa ne olur, bölünse ne olur?
Küçük bir kızın bu kadar rahatlıkla öldürüldüğü bir ülkenin “bütünlüğünden” ne yarar çıkar?
Issız bir köyde yaprak toplayan küçük bir kızı vurup öldürdüler.
Herkes sustu.
Ceylan’ın ölümü, eğer içinizde bir yere değmiyor ve sizin canınızı acıtmıyorsa, sizin vicdanınız Ceylan’dan çok önce ölmüş demektir.
“Birlik, bütünlük ve vicdansızlık” içinde yaşarız.
Belki de “bütünlük” dedikleri bu ortak vicdansızlıktır.