- 888 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mazinin ardında kalanlar: Ah Arhavi!
Mazinin ardında kalanlar: Ah Arhavi!
Yaşadıklarımız mı her şeyi ifade eder yoksa yaşamak istediklerimiz mi?
Şüphesiz günümüzde birçok kimse çağımızı mükemmel ve hatta iyi bulmuyor; ancak çağdaş eğitim önceki yüzyılların nispeten daha kötü olduğunu ve ne kadar geriye doğru gidilirse, dünyanın o kadar kötüleştiği inancını aşılıyor. Gerçekten de bu böyle midir?
Bugün ne yazık ki kaybolmaya yüz tutan ve tamamen kendine özgü olan şehir kültürümüz ve eski güzel yaşantımızın ardından yürek burkarak bakakalmaktayız.
Bir şehirde doğmak, büyümek ve hatta yaşamak o şehri tanımak için yeterli mi? Bence yaşadığımız yerin tarihini, tarihi süreç içerisinde oluşan kültürü tanımak önemlidir. Yaşadığımız şehri içselleştirmemiz onu anlamamıza ve anlamlandırmamızı sağlar.
Şehirler de tıpkı insanlara benzer; şehri tanımak insanı tanımak gibidir. Nasıl insanı tanımak uzun ve meşakkatli süreç ise; şehri tanımak da uzun, meşakkatli ve heyecan veren bir süreçtir.
Şehircilik bilincini de, şehri içselleştirdiğimiz de kazanılır. Bu bilince, şehrin değerlerini ve şehri paylaştığımız insanları benimsemek açısından hemşehrilik olarak da söylemek mümkündür. Hemşehrilik, aynı şehirden olmak, aynı damak zevkine, aynı kaygıları paylaşmak ve aynı ağza sahip olmaktır. Şehirli olmak, şehrin türkülerini, masallarını, ağıtlarını, efsanelerini, mitlerini, tarihi şahsiyetlerini, kutsal mekânlarını, deyimlerini, yemeklerini, sularını, dağlarını, düğünlerini velhasıl o şehrin bariz kültürel özelliklerini bilmekten geçer.
Arhavi ve Arhavililer hakkında bugüne kadar, tarihimizle ilgili bir anı kitabı yazılmadı desek pek haksız sayılmayız, o güzellikleri benim gibi yaşama şansına sahip olanlarlabirlikte bir sözlü tarih külliyatı bile meydana gelir, neden olamasın?
Kalemimizin elverdiğince yazalım, yoksa anlatalım mı desek doğrudur… Belki buna bir tür ’hafıza tazelemesi’ dense daha doğru olur.
Öyleyse, şimdi buyurun o eski güzel günlere…
Bazen hıçkırıklara boğulur insan, kimi zaman kahkahalar odalarda sokaklarda yankılanır. Kulağına bir name gibi gelir, derinlerden bir fısıltı. Bir annenin özeni ve şefkatiyle sarılırsın, kokusunu çekersin içine, tıpkı kendinden geçerken nefesin kesilene dek tekrar tekrar yaptığın gibi. Her adımda o sese giderken yüreğin cızıldar. Bir sıcaklık bulursun bakışlarında. Nida her adımda yükselir; işitirsin sevincin coşkunun namesini: ’yihu hu hu…’
Benim köyüm Cğazen, yeni adıyla Kemerköprü köyüdür. Yeni dediğime bakmayın benden çok önceleri konmuş bu ad köyümüze. Tâ dedem zamanında… Köyümüzün adı, şimdilerde yıkılmış olan Osmanlılardan kalma kemerli taş köprüden gelir. Bizim köyü karşı köye bağlayan iki köprüden birisidir Kva Hinci, yani Taşköprü… Bir diğeri de asma tel köprüdür. Maalesef koruyup kollayamadık her ikisini de! Ne yazık ki, birisini karın bıktıran ağırlığı altında ezilmesine, diğerini de taşkına kurban verdik… Şimdilerde her ikisi de yıkık ilgisizlikten yok olmayı beklemekte!
Asma köprünün karın altında koptuğunu işitince, sanki yüreğimden bir şeylerde kopmuştu, ama tam olarak anlayamamıştım kopan şeylerin ne olduğunu. Yılların yorgunluğunu üzerinde hisseden Asmaköprü, karın acımasızca ve inatla üzerine abanmasına dayanamayıp kopu vermişti bağlandığı köklerinden. Onun köklerinden kopması, bizi de köklerimizden koparmıştı; akraba, eş-dost ziyaretlerimizi seyrekleştirmişti. Dedemin ve babamın sağlığında asmaköprü korunup kollandı. Hatta rahmetli babam bizzat kendi emeği ve çabalarıyla asma köprüyü birçok kez onarmıştır, ama onun vefatından sonra bizler de dâhil olmak üzere onun mirasına sahip çıkamadık. Köprünün bağlarımıza olan vefasını kavrayamamışız ki, onu yalnızlığa mahkûm ederek yitip gitmesine göz yumduk.
Asıl darbeyi Kva hinci’nin (Taşköprü’nün) yıkılmasıyla almıştım. Yıkıldığı haberini annemden işitmiştim. Annem; yürek burkan ağlamaklı halde yanıma gelerek: ’Kva hinci yıkılmış biliyor musun?’, dedi. Yüreğime bu söz hançer gibi saplandı. Köprünün neler ifade ettiğini az çok biliyorum. Köprü bizi sosyal insan yapıyordu. Akrabalarımızla, komşularımızla olan ilişkilerimize bağ oluşturuyordu. Aynı zamanda da ihtiyaçlarımızı gidermek için bir yoldu. Bunları düşündüğümde annemin neden bu kadar üzülmüş olduğunu daha iyi anladım.
Asmaköprü ve Taşköprü etrafında yer alan bütün köy halkı köprülerin önem ve ehemmiyetini bilir… Köprünün altında su durağanlaşır buralarda yüzülecek göl alanları oluşur. Birçoğumuz günün yorgunluğunu atmak, yaz sıcaklarında serinlemek için yüzmeye veyahut köprünün altında veya üstünde olta ile balık yakalamak için buralara gitmişlerdir. Bazen de insan suyun namesiyle kendini dinlendirmek ve dinlemek üzere buralarda dolaşmaya çıkmıştır.
Havanın güzel olduğu günlerde köprülerin altındaki göl alanları çocuk sesleriyle şenlenir. Derenin kenarındaki düzlüklerde kimi top koşturur, kimisi de derenin içinde yüzüp eğlenirler. Derede çocukların eğlenebileceği birçok oyun vardır. Bir birini batırmaca, şamyel üstünde kaymak, suyun içinde belirli bir şeyi saklamaca gibi oyunlar oynanırdı.
Suyun içinde belirli bir şey saklama; genellikle kara lastik ayakkabı olurdu. Kara lastik ayakkabısı bizim deyişimizle ’demokrat’… Demokrat dememizin nedeni ise; pratik ve kullanışlı olan bu ayakkabının Demokrat partisi zamanında yaygınlaşmasındandır. Demokrat aynı zamanda geceleri yolumuzu aydınlatmak için kullandığımız bir nevi meşaledir. Bir şişenin içine gazyağı koyup, ucunu sıkıca bez parçası ile kapatarak oluşturduğumuz meşgaledir. Arkadaşlardan birisinin demokratı alınır batması için içerisine taş konarak suyun içine dalınır ve onu bulamayacağını umduğumuz bir yere saklarız. Ayakkabısı saklanan kişi suya dalarak aramaya başlar. Bulur ise; saklayan ebe olur, onun ayakkabısı bu sefer suda saklanır. Oyun bu şekilde sürer gider. Ama ya ayakkabısını bulamadıysa ne olur derseniz? İşte bunun iki neticesi vardır. Ya ayakkabısı tek olarak evine gider, ya da saklayan tarafından kendisine verilir.
Âh felek, âh zaman ırmağı... Belki bugün yaşadıklarım, belki de yarın yaşamak istediklerim sebep olmuştur buna...