- 676 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ZİNCİR
Adam, her sabah aynı yoldan gitmekten bir gün sıkılacağını hiç düşünmemişti. Ama bir gün düşündü. Düşündükçe sıkılmaya başladı. Her sabah aynı köşeleri dönmek, aynı yapıların önünden geçmek, hemen hemen aynı saatlerde, aynı kişilerle karşılaşmaktan daha sıkıcı bir şey yoktu, artık. Yerken, içerken, yatarken hep aynı şey vardı usunda. Bu tekdüzelik çıldırtacaktı onu. Bu zinciri kırıp dağıtmaktan başka seçeneği yoktu. Yoksa, işporta malı saatler gibi üç gün sonra kendisi dağılıp gidecekti.
Bir sabah olsun şu güzel kızla, şu çirkin adamla, gözlüklü çiftle ya da şu posbıyıklı ile karşılaşmasa olmaz mıydı? Bir olsaydı, aklınca herşey düzelecekti.
-Tamam, bu iş bu kadar kırdım zinciri, diyecekti.
Her sabah yürüdüğü yolun değişmekte olması, yapıların boyalarının solması tekdüzeliği bozamıyordu. Her köşe başında duran ya da devriye gezen askerlere biraz dikkatlice baksa, hep aynı kişiler olmadığını görebilirdi. Askerlerin kimisi sarışın, kimisi esmer, kimisi kısa ya da uzundu. Namlularını okşarcasına tutuyorlardı, silahların.
İşine gittiği yolu değiştirmek gibi bir seçeneği yoktu. Aynı şekilde, oturduğu evi de öyle. Emekliliğni düşündü. Kaç yıl kaç ay kaldığını parmak hesabı ile buldu. Anlaşılan zincir yine kırılmıyordu.
Güzel kızla tanışmayı düşledi. Bir sabah yanına yaklaştı ve sordu:
- Sizinle tanışıyor muyuz?
Zincir çatırdadı sanki..
Mayhoş bir gülümseme..Belli ki annesi bakıyor camdan. Yoksa, şu çirkin adam mı var peşinde? Kız güldü mü, kızdı mı belli değil. Ya da adam anlayamadı.
Annesi kızına güveniyor. Güveniyor ama yine de endişeli. Bütün anneler, banbalar çocuklarına güvenir. Öyleyse nereden çıkıyor bu katiller, hırsızlar, orospular?
Bir gün güzel kızın fotoğrafları çıktı gazetelerde . Gözleri bantlıydı. Tanıyanlar da oldu, tanımayanlar da. Ağladı annesi. Dünya kulaklarında çınladı ve gözlerinden döküldü, tuz buz. Gazetelerde fotoğrafları çıkmasaydı, kimse orospuya benzetmeyecekti, güzel kızı.
Günler geçti. Zaman, güzel kızı esmer yaptı. Hayır, sarışın yaptı. Artık adam, güzel kızla karşılaşmıyordu. Yine de zincir bana mısın demedi.
Adam, güzel kızken orospu olan kadına şunları söyledi:
-Seninle sabahları yine karşılaşalım ne olur? Seni öyle seviyorum ki..Şu zinciri koparıp atmam gerek, yardım et bana!
-Ben bir orospuyum, derken güldü kadın.
-Evet ben bir orospuyum. Hem de iyi bir orospu. İnsan mesleğinin adamı olmalı. İşini sevmese bile en iyi biçimde yapmalı. Ter dökmeli, demek istiyorum. Geldiğim yere dönemem. Çünkü, iyi bir orospuyum.
Hayır böyle olmadı. Böyle şeyler söylemedi, kadın. Adama bir baktı. Adam esmerdi. Simsiyah gözleri vardı. Ona, esmer ve simsiyah gözleri olan bir öykü anlattı. Attan düşmüşe çevirdi adamı. Artık, gel deyince gelecekti.
Çirkin adam, hakim olmuş, güzel orospuyu dinliyordu.
- Özgür olmak istiyordum. Değişiklik olsun diye evden bir çıktım o çıkış. Oysa ki, annem bana öyle güvenirdi ki..Bir saatlik işten onbeş bin aldığım doğrudur. Yaşam koşulları belli hakim bey. Evet, günlük kazancım yüzbin liradır ama hepsi bize kalmıyor, hakim bey. Biz de vergi vermek istiyoruz. Götürü usulü ile vergi versek çok iyi olur diyorum, hakim bey.
Gözlüklü çift dinleyenler arasındaydı.
Gülüştüler...
Hakim bey, önündeki dosyaları, kitapları karıştırırken iç geçirdi. Gözlüklü çiftin erkeği de içinden şöyle dedi:
- Kitap gibi karı. çevir çevir oku.
Karısı duymadı. Salt, mutlu bir gülücük fırlattı çevresine, acemi nişancılar gibi. Hakim bey’se önündeki kitaplarbı çevirdi, çevirdi okudu.
Telefonu ilk açan çıkıyormuş işe. Telefonu ilk güzel orospu açtı.
- Alo..manyak mısın be adam! Bir zincir tutturmuş gidiyorsun. Tamam, tamam arama artık beni. Paranla konuş, anladın mı?
Zincir kalınlaşıyordu. Ne biçim zincir bu? Adam, "Saygılarımla arz ederim"le biten bir dilekçe yazdı. İşte şimdi çatırdadı zincir. Oynadı yerinden.
- İstifa ha! Demek zinciri böyle kıracaksın? dedi, müdür bey.
- İyi ama pulu nerede?
Ertesi güne kaldı, dilekçeyi verme işi. Pul almak için girdiği kırtasiyecide posbıyıklı ile karşılaştı. Gözleri yaşlıydı..
- İzin istedim vermediler. Cenazem var. Arkadaşımın annesi yakınım sayılmazmış. İnsanın arkadaşından daha yakını olur mu? Ben milletvekili koltuğunda oturmuyorum. Şoför koltuğunda oturuyorum. İster verin, ister vermeyin dedim ve çarptım kapıyı, dedi ve şöyle bitirdi sözlerini:
- Ben dilekçeyle milekçeyle iş görmem arkadaş. Pul da taşımam, çarparım kapıyı çıkarım.
Kapıyı çarpmak ve çıkmak yürek işi değil. Sonrası vardı, bu işin. Karnı guruldayarak gezen nice yüreklileri düşündü. Çarpılıp da çıkılan kapıları açmak ve içeri girmek için hazırdılar.
Uzun bir "offf" çekti. Sanki bir devin çıkmasını ve "dile benden ne dilersen" demesini bekliyordu.
- Ne olacak ulan benim halim, dedi kendince. Ne devin çıkacağı vardı, ne de cücenin. İçmek istedi, hem de bozulasıya. Nedense, bozulasıya içmekten hep çekinirdi.
Gazete kağıtlarıyla örtülü masasında, gazetenin pavyon reklamlarındaki kadınlar için kaldırdı kadehini. Sonra sarhoş olup olmadığını anlamak için gazetedeki haberleri tek tek okumaya başladı. Okuduklarını anladığına göre, henüz bozulmamıştı. Eskiden böyle haberler mi vardı? Haberler bile bir acaip oldu, diye düşündü. Son kadehini kaldırırken, şu sözler döküldü ağzından:
- Ben böyle dünyanın içine ederim. Ne ulan bu? Karısını satan, sevgilisini satan, kızını satan..Her şey para mı lan?!
Kustu, kustu, kustu...
Bir çocuk sesi. Kendi çocukluğunun sesi gibi.
- Aaa anne bak, adam denize kusuyor. Ne ayıp..
O aldırmadı. Pislikleri, içinden atıp kıyıdaki banklardan birine uzandı. Gökyüzünü gördü, masmavi. Her yer maviydi. Mavi bitecek gibi değildi. Ancak, iki kişi gölge etti. Başında dikilenler, her sabah karşılaştığı gözlüklü çiftti. Gözlüklü çiftin erkek olanı, "kusura bakmayın beyefendi, biraz konuşabilir miyiz?" dedikten sonra yanıt beklemeden sürdürdü konuşmasını:
- Sizi nereden tanıdığımızı merak ettik. Hatta bu konuda karımla iddiaya bile giriştik. Bize yardımcı olur musunuz?
Çok şaşırmıştı. Konuşmadı. İçi dışı maviydi. Gökyüzü maviydi. Deniz maviydi.Gözlüklü çiftte mavi gözlüydü. Çocukları da büyük bir olasılıkla mavi gözlü olmalıydı.
- Sizi tanıdığımı sanmıyorum ama, bana yardımcı olursanız anımsamaya çalışırım, dedi.
Anlaştılar. Yattığı banktan kalktı. Yürümeye başladılar. Ne kadar yürüdükleri ve nereye gittikleri konusunda hiçbirşey bilmiyordu. Belki üç gün, üç gece yürüdüler. Korkmaya başlamıştı. Ölümü düşündüğü anda sabah oldu.
- Tamam geldik, dedi adam.
Kadın hiç konuşmuyordu. Elinde, içi su dolu bir bardak varsa da içmiyordu. Ağaçlık bir yere geldiler. Mezarlıktı burası.. Adam bir mezarı gösterip konuşmaya başladı:
- Yıllar önce, bir gün şu yoldan geçiyorduk. O zaman, biz nişanlıydık. Ben de buranın bir mezarlık olduğunu bilmiyordum. İlk kez, o gün nişanlımdan öğrendim. Çünkü, nişanlım, bana uzaktan annesinin mezarını göstermişti. "Anneni ziyaret edelim" demeliydim. Aklıma gelmedi. Çünkü, benim annem yaşıyordu. Bu yüzden nişanlım alınmış, kırılmış. Tabii ben, bunları yeni öğrendim. Yeni anladım. Şimdi, benim de annem yaşamıyor. Bu gördüğün mezar, annemindir.
Kadın, elindeki bir bardak suyu mezarın üzerine döktü.
Kırtasiyecide rastladığı postbıyıklıyı anımsadı. Arkadaşının annesi öldüğü için işinden izin istemişti de vermemişlerdi. Acaba, postbıyıklı ile gözlüklü çift tanıdıkmıydılar?
- Sizi anımssdım. Herhalde yardımcı olabilirim. Siz de bana yardım edin. Yoksa, şu zincir başımı yiyecek, dedi.
- Okur musun? diye sordu, gözlüklü çiftin erkek olanı.
Yanıt yok.
- Seviyor musun? diye sordu.
Yine yanıt yok.
- Oku o zaman. Maviye mavi, yeşile yeşil, kırmızıya kırmızı gibi bakarsın. Sev...Birisini sev. Gökyüzünü, ağaçları, denizi sev. En önemlisi, insanları tabii..Son durağı gördün işte. Burası son durak. Yazık ki, buradan ötesi yok.
Ve yine bir sabah, işine gitmek için evinden çıkarken buldu kendini. bir türlü kestiremediği bir zaman dilimigeçmişti aradan. ama ne kadar? Gördükleri, duydukları düş değilse, gerçek; gerçek değilse, düştü. Güzel kızla, çirkin adamla, gözlüklü çiftle ve pos bıyıklı ile karşılaşıp karşılaşmayacağını düşünerek yürüdü. Bu arada, "saygılarımla arz ederim"le biten dilekçesini cebinden çıkarttı ve avucununda top yaptıktan sonra fırlattı.
(Ortaklaşa Edebiyat Dergisi-Nisan 1983)