17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1834
Okunma
CEYLAN
Ne zaman ki, “Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar” adlı yanık Anadolu türküsünü dinlesem, gözlerim bir anda kendiliğinden dolar ve yüreğimin ta derinliklerinde tarifi mümkün olmasa da basit bir tabirle kıymık batması gibi bir acı hissederim…
Geçenlerde Güneydoğu Anadolu’nun kara yazgılı ceylanlarından biri daha feci bir patlamanın kurbanı olarak kara toprağın bağrına serpildi…
Serpildi diyorum, zira gazeteci Ahmet Hakan beyin tabiriyle (Ahmet Hakan’ın “General Başbuğ’a Ceylanı anlatmak diye çok manidar bir yazısı vardı bu konuyla ilgili) “Küçük Ceylan patlamanın etkisiyle bin parçaya bölünmüştür,
Annesi yerde dut toplar gibi yavrusunun parçalarını eteğinde toplamıştır
Abisi ağaç dallarına sıçrayan parçalara el atmıştır”
Henüz yeni ışkın süren bir fide ve taze açmış bir kardelen iken “feleğin acı sillesini yiyen” talihsiz ceylan bir rivayete göre 12 başka bir anlatıya göre 14 yaşındaydı.
Ne fark eder ki. Henüz on beşine bile erememiş yalçın dağların kızı bir nazlı ceylan Annesinin akşam pişirmeye söz verdiği özel yemeği makarnasından bir lokma tadamadan zamansız savrulan nice doğu insanları gibi vahşi bir kasırganın önüne katılıp gitmiştir!
Ceylan davar otlatmaya gitmiştir. Koyun da diyebilirdim ama halkımızın yaygın ve güzel bir tabiri olan “davar” kelimesini almayı tercih ettim…
Ceylan davarlarını önüne katıp nazlı edalı belki sözleri hep yokluğa ve çaresizliğe dem vuran bir Güneydoğu türküsünü de terennüm ederek yürürken yoksul Anacığından nereden tedarik ederse etsin, akşama bir makarna pişirmesini istemiştir.
Annesi belki tam takır boş kilerinden olur ya bir gün ceylanının canı ister diye sakladığı veya komşularından ödünç aldığı bir makarnayı evet yanlış okumadınız BİR MAKARNAYI avlunun isli ocağını zorla tutuşturarak, inatla yanmayan ateşi üflemekten gözleri kızararak her şeye rağmen pişirmeye çalışırken ve tokluğun pençesinden nasıl kurtulacaklarının hesabıyla derin bir düşünceye dalmışken, havan mermisinin patlaması sonrasında Nazlı Ceylanının arşı çınlatan feryatlarıyla uyanmış, bağrına vura vura çığlıklara koşmuştur!
Evet, Ceylan yapılması, yerine getirilmesi en zor şeylerden birini ister gibi bir öğünlük makarna pişirmesini istemiştir!
Mesela bir iş adamımızın, bir bürokratımızın, bir subayımızın aynı yaştaki çocukları gibi, bisiklet, cep telefonu, dizüstü bilgisayar ve zaten dolaplarından tıka basa dolu olan cicili- bicili elbiselerden istememiştir.
Hem Ceylanın saydığım emsali çocuklar gibi ayrı ve hususi bir odası da yoktu zaten.
Bütün Doğu ve Güneydoğu kızlarının hayatları boyu yani evlenip çoluk –çocuğa karıştıktan sonra bile hiç olmadığı gibi…
Ceylan büyüyüp nazenin bir genç kız olduğunda da Annesi öteki varsıl Anneler gibi, marka elbiseler, beyaz eşyalar, çok pahalı mobilyalar, şık takılar ve son model bir araba alamayacak, kızına bazı çeyizler işleyip gönlünü almakla yetinecekti…
Ama Ceylan öldü. Yokluktan, açlıktan, umutsuzluk ve çaresizlikten, ömürleri boyu hep ürkek, hep serzenişli, hep anlamsız boş gözlerle bakan nice öteki ceylanlar gibi…
Yaşasaydı da insanca yaşayamayacaktı ama her şeye rağmen keşke yaşasaydı.
Muhtemelen, sarı ve uzun süredir yıkanamadığı için yapış yapış saçlı, mavi, gözlü, lastik ayakkabılı ve yabani gülüşler saçan dünyalar tatlısı bir kızdı Ceylan…
Annesinin çıkınına koyduğu ekmeklerin bile yarısını belki koyunlarına, kuzularına yediren minicik bir yaşta bile gözü- gönlü tok bir Keççik’ti Ceylan…
Şimdi minnacık mezarına her gün yüzünü süren Anne- Babası gibi asil, misafirperver, mert ve mürüvvetli bir Güneydoğu insanıydı Ceylan…