- 673 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ADAM OLAMAYAN ADAM
Bir çenesi vardı, aynı tencere kapağı. Bir açardı, herkes kaçardı. Ne yapsın elinde değildi. Herşeyi kafasına takardı. Maçtan önceki basın toplantısında ne söylemişlerdi?
“Dört çekeriz, beş çekeriz. Bu sene de lideriz”
Maçlara gitti, kaçırılan gollere kızdı.
“ Ah ben çalıştıracağım bu takımı, o zaman göreceksiniz” dedi.
Kimse aldırmadı.
“Zaten beni kimse anlamadı” dedi, kendi kendine.
Anlaşılmadığı için geceleri uykusu kaçtı. Kaf dağının ardındaki sevgilisini düşünürdü hep. Düşündükçe, acıklı şarkılar dinlerdi. Dinlemese uyuyamazdı. Uyuduğunda, düşlerine sevgilisi gelirdi. O’nu atının gerisine atar ve Kaf Dağı’ nı aşardı.
Sabah olunca neşesi kaçardı. Zor uyandığından, miskin miskin esnemekten kendini alamazdı. Yüzünü yıkarken, ağzına, burnuna su kaçırır, yine de kendine gelemezse, pencereyi açıp karşı balkona doğru gerinirdi.
Günlerden bir gün, karşı balkonda oturan adam karısının,
“Ya modayı izlerim, ya da tencere ağızlı adama giderim” demesinin nedenini anladı.
Kıskanç koca yüzünden, mahalleyi terk etti. Daha doğrusu kaçtı. Kaçtığı için anası ağlamadı. Kaçarken, bir piyango bileti almıştı. İşte bu bilet ile büyük ikramiyeyi kaçırdı. Öyle üzüldü ki...
Çalışmak zorundaydı. Bir dostunun yardımı ile girdiği işten çıkması uzun sürmedi. Çünkü, otobüsü kaçırıyor, işine geç kalıyordu. Bu nedenle, işten atıldı.
“İş güç sahibi bir adam” desinler, sonra da bir kız bulup evlendirsinler diye sabahları erkenden dışarıya çıkmaya ve parklarda, bahçelerde gezmeye başladı. Bu arada, çalıların altında sevişen gençleri dürtüklüyor, onları terbiyeye davet ediyordu. Bu yüzden, günlerden bir gün, ünlü Beyoğlu sapığına benzetilerek az daha linç ediliyordu da zor kurtuldu..
Tek çereyi seyyar satıcılık yapmakta buldu. Telefonu olmayan bir telefon kulubesine el koyup, kapısına “ Ne alırsan bir milyon “ yazdı. Böylece vergiden kaçtı. Ancak, icradan kaçamadı. Alacaklılar kapıdaydı. Hemen, gümrükten mal kaçıran birine gitti.
Gümrükten mal kaçıran adam,
“Yok be kardeşim, kim demişse yalan demiş” dedi.
Artık rahatı kaçmıştı. Çaresizdi.
“Ne ulan bu? Şimdiye kadar görmedik, duymadık. Yakarım ulan seni ! “ dedi ve adamı ihbar etti.
Nasıl olduysa oldu. Türk ceza kanununun bilmem kaçıncı maddesine göre cezaevine girdi. Şaşırıp kalmıştı. Artık, kaçmayı düşünmekten başka işi yoktu. O kadar çok düşündü ki, kaçmaya karar verdiğinde cezası dolmuştu.
“Artık, yaş kemale erdi” dedi ve evlenmeye karar verdi. Kimse kız vermediği için gazetedeki “Hayat Arkadaşı” köşesine yazdı. Uygun görülen eş, çok zengin bir kadındı. Şans, ilk kez yüzüne gülmüştü.
“Bir düğün yapayım, nasıl bir adam olduğumu cümle alem görsün” dedi.
Günler süren hazırlıktan sonra, kırk gün kırk gece sürecek olan düğünün ilk gecesinde, elektrikler kesilip de dansöz Vicdan’a saldırılınca, kız tarafı konuyu gurur meselesi yaptı ve nikahtan caydı. Böylece, nasıl bir adam olduğunu kimse anlayamadı.
Başını ellerinin arasına alıp düşündü.
“Ne olacak benim halim ? Memleketin de bir sürü sorunları var. Askıya almışlar. O kadar büyük bir askıyı nereden bulmuşlar ? Ben de sorunlarımı askıya alacağım bundan sonra..” dedi.
Elleri cebinde avare avare gezdi. Sabah, akşam peynir ekmek ile idare etti, masraftan kaçtı. Hiç çıkarmadığı kırmızı gömleği, pembeye kaçtı. Cepleri delikti. Ellerini soktukça, delikler büyüdü. Sosyete semtlerinde, balkonlardaki kadınların bacaklarına baktı. Kadınlar hiç rahatsız olmadılar. Hatta bir tanesi,
“Ay, çorabım kaçtı” diyerek, bacağını daha da açtı.
Utancından kıpkırmızı oldu. Zaten ne zaman bir kadın ile konuşsa kızarırdı. Bıyığını, eliyle kapatarak kaçtı. Çocukluğunda, annesi ile birlikte hamama gittikleri günü anımsamıştı. Hamamda kadınlar,
“Ayol bunun bıyıkları çıkmış. Bari babasını getirseydin..” diyerek gülmüşlerdi.
Kaçarken, “Kaçılın! Kaçılın! ” sesleriyle ne olduğunu anlayamadan kendini kaldırıma attı. İyiki kaçmıştı. Çünkü, sollamayı zevk edinmiş bir otomobil yolun ortasından giden bir adamı ezmişti. Hemen yerde yatan adamın yanına gitti.
“Kör müsün be adam?” diye bağırdı.
Adam da,
“ Körüm tabii be dangalak ! Yoksa niye kaçmayayım ?” diye cevap verdi ve öldü.
Balkonlardaki kadınlar gülüştüler.
Üzüldü... Adam ölmeseydi, herkes O’nun kurtardığını zannedecek,
“Helal olsun adama “ diyecekti. Belki de, gazetelerde boy boy fotoğrafları çıkacak ve hatta yılın adamı seçilecekti.
Yine de gazetelerde fotoğrafları çıktı. Ne varki, “ Yılın en vicdansız adamı” ilan edilmişti. Balkonlardaki kadınlar,
“Biz herşeyi gördük. Yaralıyı hastahaneye götürmedi” diyorlardı.
Şaştı kaldı. Gazetedeki haberlerden sonra da dışarı çıkamaz oldu. Onu tanıyanlar, yüzüne tükürüyordu.
“Böyle gelmiş ama böyle gitmez“ diyerek, intihar etmeye karar verdi. Havalar sıcak olduğu için, kendisini Boğaz Köprüsünden atmayı yeğledi.
“Bu sıcakta kendimi yakacak kadar enayi değilim”dedi.
Ancak, Boğaz Köprüsüne gittiğinde, intihar etmek amacıyla kendisinden önce gelmiş olan kişiler ile karşılaştı.
“Bu gün olmaz kardeşim. Biz aylar öncesinden gün aldık, sıraya koyduk. Medyayı meşgul etmesen iyi olur” diyerek O’na engel oldular.
Zorunlu olarak, intiharcıları dinledi ve evine döndü. Bu kez, gündüz uyuyup geceleri çıkmaya başladı. Vitrinlerin ve renk renk neonların gösterişine kapılıp, düşlere dalıyordu. Neonlardaki harflerin bazıları aşşağı, bazıları yukarı kaymış umurunda değildi. O, en çok vitrinlere sığmış evlere baktı. Kendisi gibi avarelere şaka yaptı. Ama, şakası soğuk kaçtı.
Biri, bir gün gözünün üstüne bir yumruk çaktı,
“Sen ne biçim adamsın?” dedi.
Hiç aklına gelmemişti. Aynada kendine bakıp bakıp,
“Sahi ben ne biçim adamım ?” diye sordu ama bir türlü çıkartamadı...