Vapurda
Akşam oldu. Mesai bitti ve ben evime gitmek için iş yerimden çıktım İstiklal Caddesi’nden yavaş yavaş tünele doğru yürüyorum. Hava çok durgun.Gün dönmüş, bulutlar maviliğini kızıldan laciverte bırakmış. Sonrasında da gecenin siyahına doğru hızla yol alacak.
Akşam saatleri. Vapura yetişeceğim. 18:30 vapuru. Artık hava iyiden iyiye karardı. Son bir yıldır ruhen çok iyi durumda olmadığımın farkındayım. Ama, ruhumla iyi olmak için savaşmayı da bırakmadım. Tünele bindim. 1,5 dakikada Karaköy’e gidiyor. Trafik derdinin olmamasını seviyorum. Tünelden pek hoşlanmamakla birlikte hızlı bir ulaşım aracı olması hoşuma gidiyor. Sanırım biraz klostrofobik bir durumumda var. Ama telkin ediyorum kendime bir şey olmayacak diye. Her seferinde kazanıyorum. Hoşlandığım bir duygu bu. Kazanmak.
İşte vapurdayım. Vapurun ön kısmına geçiyorum. Akşamları eve giderken vapurda sigara içmek çok hoşuma gidiyor. En büyük keyfim. Birde sıcak demli bir çay. Eskiden vapurdaki çaylar süperdi. Oysa şimdi hepsi çok açık. Biraz demli çay istediğimde aldığım cevap ”çay taze daha tam demi çıkmadı” diyorlar. Oysa içine biraz fazla çay koysalar eminim ki harika demli çaylar içebileceğiz. Her akşam ve sabah bu vapurlardayım. Aynı zamanda çok güzel anılarımın da olduğu geçmiş yılları düşünüyorum. Annemle eskiden çok sık vapura binerdik. Eskiden vapurların arka tarafı ücretli idi. İnsanlar orada masaların etrafında oturup çaylarını yudumlar ve hoş sohbetler ederdi. Annem her şeyin en iyisini yapmak ve biz çocuklarına öğretmek için çok büyük çabalar sarf etmiştir. Ve ben, anılarımda her gün annemle seyahat ediyorum. Önce Haydarpaşa ya yanaştı gemi. İnsanlar telaş içinde iniyorlar. Treni kaçırmak istemiyorlar belli ki. Vapur Kadıköy iskelesine yanaşmak için hareket ederken bende o sırada yavaş yavaş toparlanıp kalkarım oturduğum yerden. Hep aklım annemde. Annemi görmek ona sarılmak koklamak istiyorum. Bu duygu tüm benliğimi kaplıyor gün geçtikçe. Çok özledim onu. Bir daha hiç görememek beni kahrediyor.
İskeleye yanaşmaya az kaldı. Birden gözlerim denizin karanlık, kapkaranlık sularına takıldı. Sanki annem oradaymış gibi. Onu görmek ister gibi daha derinlere bakmaya çabaladım. Birden kendimi izlediğimi fark ettim. Mevsim kış olduğu için üstümde kabanım var. Her zaman taşıdığım çantam sırtımda. Ayaklarımda botlarım. Sanki suyun karanlığında anneme gidiyorum. Ellerim yukarıya doğru uzanmış. Suyun derinliklerine çekiliyor veya hızla aşağıya doğru düşünüyorum. Ama bu durumdan şikayetçi değilim. En ufak bir korku yok içimde. Aşağıda annem sanki bana kollarını uzatmış beni bekliyor diye düşünüyorum. Nefes almak ihtiyacı yok. Öylece derinlere gidiyorum. Birden bir sarsıntı oldu. Dengemi kaybeder gibi oldum. Gemi iskeleye çarparak yanaştı. Nefessiz kalmışlığın verdiği bir telaşla derin bir nefes aldım. Sanki birden suyun yüzüne çıkmışım ve annemden uzaklaşmışım gibi geldi. Kaptanı şöyle bir aklımdan geçirdim. Sırası mıydı yanaşmanın der gibi.
Düşüncelerimden ürperdim. Denizin derinliklerinde annemle birlikte olma fikri hiçte sağlıklı gelmedi bana. Kendimden korkarak hemen verilen iskeleden karaya doğru hızla geçiş yaptım. Denize bakmadan otobüs duraklarına doğru koşar adımlarla ilerledim. Evde beni bekleyen kızıma, eşime ve köpeğime doğru giderken aklımdan “öldükten sonra bir gün bir yerde tekrar sevdiklerimizle birlikte olabilecek miyiz acaba?” sorusu geçiyordu...