- 1085 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sanat üzerine bir deneme..
SANAT İÇİN SANAT;
TOPLUM İÇİN SANAT;
SINIF İÇİN SANAT..
Sınıflı toplumlarda sanat iki yüzlüdür. Ancak o öylesine bir toplumsal gerçekliktir ki, eylemcisine iki yüzlü olma şansını asla tanımaz.
Böylesine derin düşünce karşıtlığı içeren bir tartışma, elbette ki yalnızca günümüzün modern toplumlarının sorunu değil; sınıflar tarihi boyunca süregelmiş bir olgudur.
Üretim sürecinde, köleci toplumun ilk aşamasında ortaya çıkan kafa ve kol emeği ayrımı, ortaya çıkardığı göreli kültürel gelişimin yanı sıra; anlaşılacaktır ki sınıf savaşımının başladığı bir toplumda, bir süre sonra sınıfsal çelişki biçiminde derinleşecektir.
Tarihsel süreçte anlaşılmıştır ki kol emeğine çalışmak ve üretim; kafa emeğine, eğlence ve tüketim düşmektedir.
Bu uzlaşmaz karşıtlık kafa emekçilerini de ikiye bölecek ve düşünsel alanda üretim yapan insanları ya kol emeğiyle geçinenlerin, yada kafa emeğiyle geçinenlerin çıkarları doğrultusunda ürün vermeye zorunlu kılacaktır.
Bir kafa emeği olan sanat ve onun eylemcileri, köleci toplumla başlayan ve değişik kılıklara bürünerek yaşadığımız anamalcı topluma kadar uzanan bir yolda; böylesine bir savaşımın ideologları olmuşlardır. Bu anlamıyla sanatın kendisi bir ideolojinin dışavurumudur.
Asım Bezirci ’Sosyalizme Doğru’ adlı yapıtında, sorunu iki başlık altında ele alıyor:
”Birincisi: Toplumların bölümlü bir özellik taşıması, çeşitli sınıf, tabaka ve katmanların varlığı. Bunlar arasında ilişki ve çatışmaların aydınları bir yanı tutmaya zorlaması. Bu yüzden soruya çoğu kez belirli bir sınıfın ideolojisi açısından bakılması. Siyasal eğilimlerin ve ekonomik durumların yargıları etkilemesi.
İkincisi: sorunun çoğunlukla yanlış konulması. Çözümlemede bilimsel bir yol tutulmaması. Olmuşu ve olmakta olanı bir yana bırakıp, hep olması gereken üzerinde fırtına koparılması”.
Asım Bezirci’nin düşüncelerinin daha iyi anlaşılabilmesi için sanırım öncelikle ’Toplum’, ’Sınıf’ ve ’Sanat’ kavramlarının açılımlarını irdelemek gerekir.
Toplumların gelişme süreçleri incelendiğinde görülecektir ki, bir toplumun oluşum ve gelişim süreci; ekonomik-siyasal, bilimsel ve sanatsal-kültürel alanlar olmak üzere üç temel alanda kendini gösterir.
Bu üç temel alanın birbirinden bağımsız birer alan olarak görülüyor olmaları, zaman zaman insanları yanıltmış ve sanatın insan yaşamındaki ilerletici, geliştirici yönü üzerinde yanılsamalara neden olmuştur.
Toplum kavramının dile getirdiği toplumsal varlığın belirleyeni; üretici güçlerle, üretim ilişkilerinin organik birliği olan yasalı bir üretim biçimidir. Tarihsel gelişimin belirli bir aşamasında varlaşır ve her toplumsal ekonomik varlaşmada farklı devinim biçimleri ortaya koyar. Toplumu bireylerin varlaştırdığı ve bireyin toplumun uzlaşmaz karşıtı olduğu metafizik, idealist varsayımın tersine, birey; toplumsal ilişkilerinin toplamıdır. Ve toplumsuz var olamaz. Toplum ve birey hem soyut kavramlar olarak hem somut varlıklar olarak birbirinden bağımsız, birbirinin karşıtı değil, ancak birbirlerine sıkıca bağımlı ve birbirlerinin koşuludurlar. Bu koşullanmada öncel olan toplumsal yapıdır. Toplumu oluşturan, bireylerin tarihsel yaşamsal bir zorunluluk olan karşılıklı ilişkileridir. Bireyi varlaştıransa, bu ilişkilerin içinde oluştuğu toplumsal ekonomik biçimlenmedir. Bireyin soyut olarak-günümüzün modern toplumundan örnekle-işçi,köylü,işveren-gibi somut varlıklarından ayrı bir anlamı yoktur. Birey toplumun içinde ancak üreten ve tüketen olarak varlaşır.
“Tarihsel olarak belirlenmiş bir üretim düzeni içindeki konumlarına ve üretim araçlarıyla olan ilişkilerine, toplum içindeki iş örgütlenmesinde oynadıkları rollere ve dolayısıyla toplumsal gelirden paylarını alma biçimlerine ve elde ettikleri payın büyüklüğüne göre birbirinden ayrılan geniş insan guruplarına sınıf denir."
Orhan Hançerlioğlu’nun Toplumbilim Sözlüğü adlı eserinde “Sınıf” başlığı altında yaptığı bu tanımlama, bilimsel bir gerçekliğin dile getirilişidir. Hiçbir bilimsel araştırmada insanlığın ilk toplumsal yapısı olan komünal toplumda sınıfsal izlere rastlanamamıştır.
Toplumda sınıfların ortaya çıkışı ilkçağ köleci üretim biçiminde, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle gerçekleşmiş, feodal ve anamalcı biçimleriyle günümüz modern toplumuna ulaşmıştır. Ve toplumcu üretim biçimiyle son bulacak olan tarihsel toplumsal bir süreçtir.
İnsanla doğal, toplumsal, bilinçsel, eş deyişle nesnel gerçeklik arasındaki estetiksel ilişkinin, bireyin düşünsel ve eylemsel etkinliğinde yansımasını dile getiren sanat kavramı, tarihsel toplumsal bir olgudur.
Burjuva egemen ideologların, evrensel iradenin, tanrısal bildirimin ya da sanatçının bilinçaltı düşünce ve duygularının dışa vurumu olarak metafizik, idealist tek yanlı sanat kavramı yorumu; sanatı ve sanatçıyı, tarihsel bağlarıyla birlikte toplumdan ve sınıfından koparmaya, bireyci ve tek boyutlu bir insan oluşturmaya yönelik bilinçli bir çabadır.
Günümüzde toplumcu gerçekçi sanat anlayışının karşısına çıkarılan ve saf sanat olarak nitelendirilen sanat için sanat söylemi; sanatın bilme ve bildirmeye yönelik toplumsal, sınıfsal ve eğitsel önemini ve anlamını yadsımaktan başka egemen sınıfların siyasasını korumak ve yaymak içeriğini özetlemektedir.
İnsan sanatçı olmazdan önce insan olabilmesinin koşullarını, toplumsal emeğin yarattığı toplumda ve toplumsallığında bulmuştur. Bu anlamda sınıfsız toplumda toplumsallığından, sınıflı toplumda sınıfsallığından soyutlanamaz.
Üretimin ivme kazanarak toplumsallaşması karşısında, üretim araçlarının ve buna bağlı olarak tüketim maddelerinin ivme kazanarak bireyselleşmesi ana çelişkisinin yaşandığı toplumumuzda, sanatın, sanatçının ve aydının bu toplumsal çelişkinin dışında kalamayacağı bilimsel bir gerçekliktir.
Kendini sanatçı ve aydın olarak değerlendiren tüm insanların, bu çelişkinin hangi yanında olduklarını kendilerine ve topluma açıklama gereği önlerinde tarihsel bir ödev olarak durmaktadır..
Sedat Akıncı..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.