KÜÇÜK BİR NOT!
KÜÇÜK BİR NOT
Siyah ve gür kaşlarının altındaki insanı dehşete düşüren bakışları pek çok kişiyi yanıltmıştır. Küçük burnu ve geniş oval burun delikleri karizmaya gölge düşürse de önemsemiyordu. Uzun bıyıkları saklardı. Çıkık çene kemiği en küçük bir öfke anında bile titrer, kıpkırmızı olan yüzü ruh halini ele verirdi. Çokça içtiği sigaradan mı yoksa kendine karşı özensiz olduğundan mı bilinmez dişleri sapsarıydı. Hiç kimse ne kızgınlığını ne de güldüğünü görmek istemezdi. İri yarı vücuduyla kasılarak yürür, tek omzuna attığı ceket düşecek gibi dururdu. “Erkeğin kıllısı Hz. Ali soyundan, kadının kıllısı ayı soyundan” diyerek bir kahkaha patlatır, gömleğin üst düğmelerinden bir kaçını hiç kapatmaz ve oradan dışarı fırlayan kıllarıyla gururlanırdı. Buraların ağası benim edasıyla yürürken arkasına bastığı yumurta topuk ayakkabılar ve elindeki tespihle, Arnavut kaldırımlı eski Osmanlı sokaklarından fırlamış kabadayılara benzerdi. Bolca limonladığı saçlarını arkaya özenle tarardı. Yol geniş bile olsa geçen her bayana reverans yaparken bıyığını burar ve davudi sesiyle muhakkak laf atardı.
Muhitine yaklaştıkça önce usul usul gömleğin düğmeleri kapatır, sonra da bir çırpıda ceketin kollarını giyiverirdi. İri omuzlarını düşürür, elindeki tespihi telaşla cebine saklardı. Evine doğru yaklaştıkça kabadayı tavırları gider, yerine halim selim bir adam gelirdi. Zile basmadan önce kapıdaki camdan yansımasını görmeye çalışır, ceketin düğmelerini iliklerdi. Eliyle saçlarını ikiye ayırır sonrada cebinden çıkardığı tarakla defalarca tarar, bir gariban memur olur çıkardı. Kapının sesinden önce yürek gümbürtüsünü eşi duyacak diye ödü kopardı. Basılı unuttuğu ayakkabılarını aceleyle düzeltir, hemen toparlanıp gülümsemeye çalışırdı.
O gün kapıyı karısı değil oğlu açtı. Karşısında eşini göremeyince birden yüzünü ekşitti. İsteksizce “Annen nerede?” diye sordu. Çocuk cevap verme gereği duymadan, omzunu silkeleyerek arkasını dönüp gitti. Bu harekete çok bozulan adam “Hep o ananız olacak kadın yüzünden! Ne kendi saygı gösterdi ne de size öğretti.” diye bağırırken bir yandan gözleriyle etrafı kolaçan etti. Salona doğru yürürken ani bir hareketle mutfağa yöneldi. Acıkmıştı. Buzdolabını ne kadar çok sevdiğini düşündü; o an bu soğuk alet eşinden daha sıcak geldi. Yayvan yayvan gülerek dolaba uzanmıştı ki gördüğüne inanamadı. İri omuzları ve karakaşları düştü. Çenesi titremeye başladı. “Bana bunu da mı yapacaktın Nalân?” diyebildi. Üzüntüden mi sinirden mi titrediği anlaşılmayan elleriyle buzdolabın üzerine yapıştırılmış notu aldı. Okuduklarına inanamıyordu. O kocaman adamın dizlerinin bağı çözüldü, mutfağın fayans zeminine çöktü.
“Bana bak Sacit, yetti artık senin boş boş gezmen! Her gün “İş bulamadım karıcığım” diye çıkıp gelmen artık beni çıldırttı. Buraya kadarmış, yeter! Bundan sonra evde oturup çocuğun bakımıyla, ev işleriyle sen ilgileneceksin. Ben iş buldum, çalışıyorum. Akşama kuru fasulye ve pilav yap, bu kez piyazın soğanlarını ince doğra!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.