- 2501 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TİLKİYE Mİ BENZER HAYAT ?
Şubat ayının on ikinci günüydü galiba . Ahmet birliğine teslim olalı tam iki ay olmak üzereydi . Tamı tamına beş ay on beş günlük bir zaman dilimini kapsayan kısa dönem askerliğinin yarısı bile bitmemişti Ahmet’in . Güneşin üşüdüğü bir yerde , serhat Ardahan’da yapıyordu askerliğini…
Ardahan garnizonuna bağlı olan Anıt kale kışlasının tabura ait olan Nizamiye kapısından dışarıya doğru Mersedes marka , kamuflaj renklerine bürünmüş –yani haki yeşil , toprak rengi ve siyah renklerinin birleşiminden oluşmuş – bir kamyon çıktığı zaman , Ahmet altı askerle birlikte bu kamyonun kasasında bulunuyordu . Anıt kale kışlasının yedi kahraman Mehmetçiği , “müfreze” denilen bölgede gece 03:00-05:00 nöbetini tutmak üzere yola koyulmuşlardı . Saat gece 12’yi geçtiğine göre , şubat ayının on üçüncü gününe girilmişti . Son yılların en sert kışlarından biri yaşanıyordu Türkiye’de . Ardahan ise , yılın en düşük sıcaklıklarının ölçüldüğü dört ilden biriydi . Diğer iller , Ağrı , Kars ve Erzurum idi . Kaba bir tahminle sıcaklığın -200C ile -250C arasında olduğu bir kış gecesiydi . Kamyonun kasasının üstünde haki yeşili renkte bir branda bezi vardı . Dolayısıyla kamyonun kasasının üst tarafı kapalıydı . Ancak kasanın inilen tarafı açıktı . Ve bütün soğuk buradan içeriye giriyordu . Askerler insan derisini adeta kesen bu soğuk yüzünden iliklerine kadar üşümüş durumdaydılar . Çırılçıplak bir insanın dev bir buz kütlesine tüm vücuduyla dokunduğu anda hissettiğine benzer bir hisle nöbet yerlerine doğru ilerliyordu kahraman askerler . Ahmet , Rıfat ile birlikte “cephanelik” bölgesinde nöbet tutuyordu . Bunun dışında müfreze nizamiye , benzinlik ve kale olmak üzere , üç nöbet bölgesi daha bulunmaktaydı müfreze bölgesinde . Yollardaki buzlanma ve yer yer yarım metreyi bulan kar kalınlığı yüzünden , aracın lastiklerine zincir takılmıştı . Araç ilerlerken zincir takılı lastiklerin yolla teması yüzünden çıkan sesler , aracın kasasında titremeler eşliğinde konuşmaya çalışan askerlerin seslerini eski bir trenin raylarla teması sonucu çıkan seslerin yaptığı gibi ritmik bir şekilde destekliyordu . Beş dakika sonra araç , müfreze nizamiye kapısının önünde duruyor , nöbet tutan grubun daimi solisti Nazım Hikmet’in Rusya’da iken yazmış olduğu muhteşem şiiri “Karlı Kayın Ormanında”yı olağanüstü bir müzikle canlandıran Zülfü Livaneli’nin aynı isimli şarkısını söylüyordu kederli bir sesle :
“Karlı kayın ormanında
Yürüyorum geceleyin ,
Efkarlıyım , efkarlıyım ,
Elini ver , nerde elin ?
…”
Nöbetçiler yanık türküler , kederli şarkılar söyleyen solistlerinden mahrum kalmışlardı . Birazdan benzinlik nöbetçileri indiler araçtan . Sonra araç oldukça dik bir yokuşu çıktıktan sonra, telsiz parkının üstünde yer alan kaleye ulaşmıştı . Burası “anıt” niteliği taşıyan , sonradan yapılmış bir kaleydi . 1990’lı yıllarda teröristlerle yapılan çatışmalarda şehit düşen askerlerin anısını yaşatmak üzere , onlara duyulan saygının ifadesi olarak düşünülmüş bir yapıydı . Küçük olmasına rağmen , yine de uzaktan görkemli ve heybetli bir duruşu vardı . Derken kale nöbetçisi de araçtan indi . Bu bölgede de nöbetçi değişimi yapıldıktan sonra araç yavaş yavaş , sallana sallana yokuş aşağı inmeye başladı . Yokuşun yarıya yakın bir yerinde kayarak güçlükle durabildi eski , ama sağlam görünüşlü kamyon . Varılan yer , müfreze cephanelik bölgesiydi .
Ahmet daimi nöbet arkadaşı Rıfat ile birlikte nöbet tutacakları yere ulaşmışlardı . Silahlarını da alarak dikkatli bir şekilde kamyondan indi iki nöbet arkadaşı . Bu sırada ince ince taneleriyle kar yağmaya başlamıştı . Gecenin karanlığı yağan kar ile birlikte aydınlanmaya başlamıştı…
Ahmet ile Rıfat bir buz pateni pistinde ilerler gibi , düşme korkusunu derinden hissederek , dikkatlice nöbet kulübesine doğru ilerlemeye başladılar . Ahmet’in botları , Rıfat’ın botlarına oranla daha çok kayıyordu . Rıfat bunun üzerine Ahmet’e döndü :
“Dikkatli ol , dostum ! Kar tutan yerlerden gitmeye çalış ! Diğer kısımlar paten pisti gibi . Düşüp bir tarafını kırarsın , ha !”
Ahmet bir balerinin adımlarıyla , dikkatli bir şekilde yürüyordu . Rıfat’ın uyarılarını dikkate almıştı . Bu arada kar yağışı da yavaş yavaş şiddetini arttırıyordu . Nöbet kulübesinin önüne geldiklerinde , Ahmet çok yüksek olmayan bir sesle haykırdı :
“İşte küçük krallığımız dostum ! Biz de iki saatliğine de olsa , bu krallığı koruyan askerleriz , değil mi ?”
Rıfat , belli-belirsiz bir coşkuyla cevap verdi :
“Evet , öyle Ahmet . Biz bu küçük krallığı koruyoruz .”
Daha sonra Ahmet kapıyı açtı ve sırayla kulübenin içine girdiler . Oldukça üşümüş , adeta donmak üzere olan ellerini ve ayaklarını ısıtmak için hemen kalorifer görünümü verilmeye çalışılmış bir tasarıma sahip olan elektrikli sobanın yanına gittiler . Eldivenlerini ve kar başlıklarını çıkardılar . Ahmet kolundaki saate baktığında , saatin üçü beş dakika geçtiğini gördü. Nöbet başlayalı beş dakika olmuştu . Ellerini ve ayaklarını ısıttıktan sonra , iki arkadaş gözetleme sahalarına yöneldiler ve etrafı gözetlemeye başladılar . Bir taraftan da koyulaşacağı kesin olan bir sohbete başladılar . Ahmet’in ailesi İzmir’in Karşıyaka ilçesinde , Rıfat’ın ailesi ise , Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşamaktaydı . Ahmet , Saat Kulesini , Konak meydanını , Kemeraltını , palmiyeleri düşündükçe hüzünleniyordu . Karşıyaka… Çarşı , iskele , vapurlar , parklar , sahil boyu , banklar , tenis kortu , nikah sarayı , restoranlar , kafeler , bisikletle dolaşanlar , ailesiyle dolaşanlar , arkadaşlarıyla dolaşanlar , yalnız dolaşanlar… Otobüs bekleyen yaşlı amca , iskeleye yakın bir bankta oturmuş , denizi ve hareket etmekte olan vapuru seyreden genç kız , genç kıza bakan genç delikanlı , orta yaşın denge psikolojisine ulaşmaya çalıştığı varsayılabilecek kadın… Tüm bunlar Ahmet’i bilinmez bir derinliğe doğru sürüklüyor , Ahmet sanki bir dalgıç gibi bilincinin diplerine dalıyordu…Rıfat da Aydın’ı , Nazilli’yi , ailesini , sevdiği arkadaşlarını , yaşanmış ve yaşanabilecek güzel günleri düşünüyor , özlemin büyüsüyle bambaşka alemlere doğru sürükleniyordu… Bu iki nöbet arkadaşı bunları düşünürken , askeri bir araç yakıt ikmali için benzinlik bölgesine doğru ilerliyordu . Bu araç , nöbetçileri nöbet değişimi için müfreze bölgesine getiren Mersedes kamyonlardan biriydi . Ancak bu kamyonlar başka amaçlar için de kullanılabiliyordu tabii . Sözgelimi atış yapmaya gidilirken , cephanelikten mühimmat almaya gidilirken veya “Ani Müdahale Mangası (A.M.M.) “nın çeşitli görevleri için kullanıldığı oluyordu bu kamyonların . Bu kamyon galiba A.M.M’nın uzman çavuşunun emriyle müfreze bölgesinde devriyeye çıkacaktı . Ancak devriye atabilmesi için yakıta ihtiyacı vardı . Bu yüzden benzinliğe uğramış olmalıydı . Tam bu sırada Rıfat , Ahmet’e döndü :
“ Şafak sıkıştırıyor be Ahmet !” dedi .
Ahmet , hiç düşünmeden cevap verdi :
“ Beni de Rıfat , beni de . Ailemi ve arkadaşlarımı özledim .”
“ Ben acemi birliğinde yaşadığım günleri de özledim .”
“ Sen acemiliğini Tuzla’da yapmıştın , değil mi ?”
“ Evet , İstanbul Tuzla’da . “ Z.M.A. ( Zırhlı Muharebe Aracı ) “ cıların eğitimi Türkiye’de sadece orada veriliyor . Ben de üç ay boyunca Z.M.A. kulesi ile ilgili eğitim aldım . Biliyorsun , kuleciyim .”
“ Evet , biliyorum .”
“ Marmara denizine bakıyordu eğitim yaptığımız birlik . Daha da önemlisi , büyülü , gizemli şehir İstanbul’daydım . En önemli olan da ne , biliyor musun ?”
“ Ne ?”
“Ardımda kırık bir kalp , birkaç damla göz yaşı , derin bir hüzün ve masum bir sevgi bıraktım . En çok da bunun için üzülüyorum .”
“ Bir kız…”
Rıfat , Ahmet’in ne söyleyeceğinden emin bir tavırla sözünü kesti :
“ Evet , bir kız vardı . Beni çok sevmişti . Çarşı izinlerinde beraber gezerdik . Beni ziyarete gelir dururdu . Araya bayağı bir mesafe ve zaman dilimi gireceği için ayrılmak zorunda kaldık .”
“ Çok üzüldüm , Rıfat . Fakat bu durumda yapılacak en akıllıca şey de bu herhalde . İki kişinin de daha fazla ıstırap çekmemesi için , ilişkiye nokta koymak gerekiyor böyle durumlarda.”
“ İnsan kalbi ne kadar güçlü , değil mi Ahmet ?”
“Evet , öyle galiba . “
“Bunca ayrılığa , özleme , sevgi yoğunluğuna nasıl da kurşun geçirmez bir yelek gibi dayanıyor , değil mi ? İnsanı en derin , en sessiz , en hain ölümlerden koruyor .”
“ Herkesin kalbi bu kadar güçlü değildir Rıfat . Kimisi çok genç yaşta yaşamdan vazgeçiyor .”
“ Galiba haklısın . Bu arada saat kaç ?”
“ Saat şu anda dördü beş geçiyor . Daha elli beş dakikamız var .”
Ahmet ve Rıfat sorumluluk duygusu olan iki nöbetçi gibi davranmaya devam ediyor , gözlerini bir an olsun gözetleme sahalarından ayırmıyorlardı . Ancak Ahmet , gittikçe yoğunlaşan kar yağışının görüşü iyice engellemeye başladığı o anda , nöbet kulübesinin tam karşı tarafa ( gözetleme sahasının doğusuna ) bakan penceresinden kulübenin aşağı tarafını tümüyle , en ince ayrıntısına kadar görmeye çalışıyordu . Merakla Rıfat’a sordu :
“ Bugün bir tilkiyi yakından görebilir miyim ?”
“ Dikkatli bakarsan , görebilirsin . Burada bu mevsim tilki ve kurt kaynar . Soğukta yiyecek bulamadıkları zaman insana bile saldırırlar . Özellikle kurtlar çok tehlikelidir . Burada dolaşıp duran köpekler ve tazılar ise , tilkileri ve kurtları aşağıda bulunan evlere ve kışlaya ait tesislere yaklaştırmamak için uğraşırlar .”
Ahmet’in en çok görmek istediği iki hayvandan biriydi tilki . Çevik ve kurnaz bir hayvan olan tilkinin beyninin farklı çalıştığı söylentisi , onu büsbütün meraklandırmıştı . Çocuk masallarının değişmez hayvanlarından birisiydi tilki . Çocukluğunda dinlediği ya da okuduğu masallarda sık sık rastlamıştı bu hayvana . Görmek istediği bir diğer hayvan da kurttu Ahmet’in . Asil , cesur , acımasız , korkutucu görünümüyle , güçlü kalbinden gözlerine yansıyan karizmatik bakışlarıyla muhteşem bir hayvandı kurt . Kale bölgesinde nöbet tuttuğu bir gece , dondurucu bir soğukta devriye atarken , bir kurtla göz göze gelmişti . Kurt başını yukarıya doğru kaldırmış , uluyorken , Ahmet çapraz duruşta tüfeğiyle bekliyor , kurdun her hareketini dikkatle izliyordu . Sonra kalınlığı yarım metreyi aşan karı eze eze , yavaş adımlarla önünden geçip giden kurt , tepeden aşağıya doğru yavaşça inerek gözden kaybolmuştu . Gece kurdun gizemini örtmüş , fakat Ahmet bu gizemli hayvanı kısa süre de olsa görebilmişti…
Saat dördü yirmi geçiyordu . Yavaş yavaş fırtınaya dönüşen bir rüzgar esiyordu . Sabaha doğru adım adım yaklaşan gecenin sessizliğinde , rüzgarın ıslıkları yükseliyor , alçalıyor , sonra tekrar yükseliyor , sonra tekrar alçalıyordu . Dışarıda etkili bir kar fırtınası hüküm sürüyordu artık . Rıfat , Ahmet’e bir tilkiyi oldukça uzun ve kalın olan kuyruğundan tanıyabileceğini söylemişti .
On dakika sonra , güçlü kar fırtınasının etkisini gittikçe azaltan bir tipiye dönüştüğü bu kış gecesinde , Ahmet nöbet kulübesinin benzinliğe bakan penceresinden sol tarafa doğru baktığında, tipiden dolayı zor da olsa , oldukça uzun ve kalın bir kuyruğu olan siyaha yakın bir renge sahip bir hayvan gördü . Etrafını bir şahin dikkatiyle gözetleyen bu hayvan , bir hayli seri hareketlerle ilerliyordu . Ahmet bunun bir tilki olduğundan emindi . Görüşün zor olduğu bu zaman diliminde , hayvanın kafa yapısını ve burnunu seçebilmişti . Ahmet tipiye aldırmayarak nöbet kulübesinin kapısını yavaşça açtı . Silahını da yanına alarak , olabildiğince sessiz adımlarla nöbet kulübesinin benzinliğe bakan penceresinin önüne geçti . Yerden nöbet kulübesinin başladığı yüksekliğe kadar uzanan tel örgünün olduğu yere gelerek aşağıya doğru baktığında , tilkinin orada gizlenmekte olduğunu gördü . Tilki o dillere destan kurnazlığıyla gizlenilebilecek en iyi yere gizlenmeyi başarmıştı . Ahmet tilkiye doğru yönlendiğinde , silahının çıkardığı sesi duyan hayvan , inanılmaz derecede seri hareketlerle bir anda kaleye doğru çıkan yolun ortasına kadar koşmuştu . Biraz bekleyen hayvan – yakıt ikmali için olsa gerek – gelmekte olan bir aracın gürültüsünden ürkerek yine çok hızlı hareketlerle koşmaya devam etmiş , karanlığın içinde kaybolup gitmişti . Kurtla göz göze gelen Ahmet , tilkinin gözlerine bakamamış , tilkiyle göz göze gelememişti . Neydi bu çocukça isteğin nedeni ? Hayvanat bahçesinde göreceği hayvanları merak eden , sadece kitaplarda ve televizyonda gördüğü bu hayvanları canlı canlı görme isteğiyle yanıp tutuşan küçük bir çocuk gibi davranmasının ardında bir an için çocuk gibi hissetme , çocuk olma , çocuklaşma arzusundan daha derin , daha karmaşık bir anlam mı vardı ? Tilki , çevik ve kurnaz bir hayvandı . Oldukça süratliydi aynı zamanda . Ona yetişmek zordu . Yapacağı kurnazlıkların anlaşılmaması için gözlerini gizliyordu . Karşısındakiyle oyun oynuyordu . Ahmet bir süre düşündükten sonra , kendi kendine sordu :
“ Kendisini bırakın , gözlerini bile yakalatmamak için büyük uğraş veren bu esrarengiz hayvan , acaba farkına varmadan hayatın kendisine mi benziyordu ?..”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.