Şerefle bitirilmesi icap eden en ağır vazife hayattır. -- toegueville
erkanbars
erkanbars
@erkanbars

TİLKİYE Mİ BENZER HAYAT ?

2 Ekim 2009 Cuma
Yorum

TİLKİYE Mİ BENZER HAYAT ?

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

2541

Okunma

TİLKİYE Mİ  BENZER  HAYAT ?

TİLKİYE Mİ BENZER HAYAT ?

Şubat ayının on ikinci günüydü galiba . Ahmet birliğine teslim olalı tam iki ay olmak üzereydi . Tamı tamına beş ay on beş günlük bir zaman dilimini kapsayan kısa dönem askerliğinin yarısı bile bitmemişti Ahmet’in . Güneşin üşüdüğü bir yerde , serhat Ardahan’da yapıyordu askerliğini…

Ardahan garnizonuna bağlı olan Anıt kale kışlasının tabura ait olan Nizamiye kapısından dışarıya doğru Mersedes marka , kamuflaj renklerine bürünmüş –yani haki yeşil , toprak rengi ve siyah renklerinin birleşiminden oluşmuş – bir kamyon çıktığı zaman , Ahmet altı askerle birlikte bu kamyonun kasasında bulunuyordu . Anıt kale kışlasının yedi kahraman Mehmetçiği , “müfreze” denilen bölgede gece 03:00-05:00 nöbetini tutmak üzere yola koyulmuşlardı . Saat gece 12’yi geçtiğine göre , şubat ayının on üçüncü gününe girilmişti . Son yılların en sert kışlarından biri yaşanıyordu Türkiye’de . Ardahan ise , yılın en düşük sıcaklıklarının ölçüldüğü dört ilden biriydi . Diğer iller , Ağrı , Kars ve Erzurum idi . Kaba bir tahminle sıcaklığın -200C ile -250C arasında olduğu bir kış gecesiydi . Kamyonun kasasının üstünde haki yeşili renkte bir branda bezi vardı . Dolayısıyla kamyonun kasasının üst tarafı kapalıydı . Ancak kasanın inilen tarafı açıktı . Ve bütün soğuk buradan içeriye giriyordu . Askerler insan derisini adeta kesen bu soğuk yüzünden iliklerine kadar üşümüş durumdaydılar . Çırılçıplak bir insanın dev bir buz kütlesine tüm vücuduyla dokunduğu anda hissettiğine benzer bir hisle nöbet yerlerine doğru ilerliyordu kahraman askerler . Ahmet , Rıfat ile birlikte “cephanelik” bölgesinde nöbet tutuyordu . Bunun dışında müfreze nizamiye , benzinlik ve kale olmak üzere , üç nöbet bölgesi daha bulunmaktaydı müfreze bölgesinde . Yollardaki buzlanma ve yer yer yarım metreyi bulan kar kalınlığı yüzünden , aracın lastiklerine zincir takılmıştı . Araç ilerlerken zincir takılı lastiklerin yolla teması yüzünden çıkan sesler , aracın kasasında titremeler eşliğinde konuşmaya çalışan askerlerin seslerini eski bir trenin raylarla teması sonucu çıkan seslerin yaptığı gibi ritmik bir şekilde destekliyordu . Beş dakika sonra araç , müfreze nizamiye kapısının önünde duruyor , nöbet tutan grubun daimi solisti Nazım Hikmet’in Rusya’da iken yazmış olduğu muhteşem şiiri “Karlı Kayın Ormanında”yı olağanüstü bir müzikle canlandıran Zülfü Livaneli’nin aynı isimli şarkısını söylüyordu kederli bir sesle :


“Karlı kayın ormanında
Yürüyorum geceleyin ,
Efkarlıyım , efkarlıyım ,
Elini ver , nerde elin ?

…”


Nöbetçiler yanık türküler , kederli şarkılar söyleyen solistlerinden mahrum kalmışlardı . Birazdan benzinlik nöbetçileri indiler araçtan . Sonra araç oldukça dik bir yokuşu çıktıktan sonra, telsiz parkının üstünde yer alan kaleye ulaşmıştı . Burası “anıt” niteliği taşıyan , sonradan yapılmış bir kaleydi . 1990’lı yıllarda teröristlerle yapılan çatışmalarda şehit düşen askerlerin anısını yaşatmak üzere , onlara duyulan saygının ifadesi olarak düşünülmüş bir yapıydı . Küçük olmasına rağmen , yine de uzaktan görkemli ve heybetli bir duruşu vardı . Derken kale nöbetçisi de araçtan indi . Bu bölgede de nöbetçi değişimi yapıldıktan sonra araç yavaş yavaş , sallana sallana yokuş aşağı inmeye başladı . Yokuşun yarıya yakın bir yerinde kayarak güçlükle durabildi eski , ama sağlam görünüşlü kamyon . Varılan yer , müfreze cephanelik bölgesiydi .

Ahmet daimi nöbet arkadaşı Rıfat ile birlikte nöbet tutacakları yere ulaşmışlardı . Silahlarını da alarak dikkatli bir şekilde kamyondan indi iki nöbet arkadaşı . Bu sırada ince ince taneleriyle kar yağmaya başlamıştı . Gecenin karanlığı yağan kar ile birlikte aydınlanmaya başlamıştı…

Ahmet ile Rıfat bir buz pateni pistinde ilerler gibi , düşme korkusunu derinden hissederek , dikkatlice nöbet kulübesine doğru ilerlemeye başladılar . Ahmet’in botları , Rıfat’ın botlarına oranla daha çok kayıyordu . Rıfat bunun üzerine Ahmet’e döndü :

“Dikkatli ol , dostum ! Kar tutan yerlerden gitmeye çalış ! Diğer kısımlar paten pisti gibi . Düşüp bir tarafını kırarsın , ha !”

Ahmet bir balerinin adımlarıyla , dikkatli bir şekilde yürüyordu . Rıfat’ın uyarılarını dikkate almıştı . Bu arada kar yağışı da yavaş yavaş şiddetini arttırıyordu . Nöbet kulübesinin önüne geldiklerinde , Ahmet çok yüksek olmayan bir sesle haykırdı :

“İşte küçük krallığımız dostum ! Biz de iki saatliğine de olsa , bu krallığı koruyan askerleriz , değil mi ?”

Rıfat , belli-belirsiz bir coşkuyla cevap verdi :

“Evet , öyle Ahmet . Biz bu küçük krallığı koruyoruz .”


Daha sonra Ahmet kapıyı açtı ve sırayla kulübenin içine girdiler . Oldukça üşümüş , adeta donmak üzere olan ellerini ve ayaklarını ısıtmak için hemen kalorifer görünümü verilmeye çalışılmış bir tasarıma sahip olan elektrikli sobanın yanına gittiler . Eldivenlerini ve kar başlıklarını çıkardılar . Ahmet kolundaki saate baktığında , saatin üçü beş dakika geçtiğini gördü. Nöbet başlayalı beş dakika olmuştu . Ellerini ve ayaklarını ısıttıktan sonra , iki arkadaş gözetleme sahalarına yöneldiler ve etrafı gözetlemeye başladılar . Bir taraftan da koyulaşacağı kesin olan bir sohbete başladılar . Ahmet’in ailesi İzmir’in Karşıyaka ilçesinde , Rıfat’ın ailesi ise , Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşamaktaydı . Ahmet , Saat Kulesini , Konak meydanını , Kemeraltını , palmiyeleri düşündükçe hüzünleniyordu . Karşıyaka… Çarşı , iskele , vapurlar , parklar , sahil boyu , banklar , tenis kortu , nikah sarayı , restoranlar , kafeler , bisikletle dolaşanlar , ailesiyle dolaşanlar , arkadaşlarıyla dolaşanlar , yalnız dolaşanlar… Otobüs bekleyen yaşlı amca , iskeleye yakın bir bankta oturmuş , denizi ve hareket etmekte olan vapuru seyreden genç kız , genç kıza bakan genç delikanlı , orta yaşın denge psikolojisine ulaşmaya çalıştığı varsayılabilecek kadın… Tüm bunlar Ahmet’i bilinmez bir derinliğe doğru sürüklüyor , Ahmet sanki bir dalgıç gibi bilincinin diplerine dalıyordu…Rıfat da Aydın’ı , Nazilli’yi , ailesini , sevdiği arkadaşlarını , yaşanmış ve yaşanabilecek güzel günleri düşünüyor , özlemin büyüsüyle bambaşka alemlere doğru sürükleniyordu… Bu iki nöbet arkadaşı bunları düşünürken , askeri bir araç yakıt ikmali için benzinlik bölgesine doğru ilerliyordu . Bu araç , nöbetçileri nöbet değişimi için müfreze bölgesine getiren Mersedes kamyonlardan biriydi . Ancak bu kamyonlar başka amaçlar için de kullanılabiliyordu tabii . Sözgelimi atış yapmaya gidilirken , cephanelikten mühimmat almaya gidilirken veya “Ani Müdahale Mangası (A.M.M.) “nın çeşitli görevleri için kullanıldığı oluyordu bu kamyonların . Bu kamyon galiba A.M.M’nın uzman çavuşunun emriyle müfreze bölgesinde devriyeye çıkacaktı . Ancak devriye atabilmesi için yakıta ihtiyacı vardı . Bu yüzden benzinliğe uğramış olmalıydı . Tam bu sırada Rıfat , Ahmet’e döndü :

“ Şafak sıkıştırıyor be Ahmet !” dedi .

Ahmet , hiç düşünmeden cevap verdi :

“ Beni de Rıfat , beni de . Ailemi ve arkadaşlarımı özledim .”

“ Ben acemi birliğinde yaşadığım günleri de özledim .”

“ Sen acemiliğini Tuzla’da yapmıştın , değil mi ?”

“ Evet , İstanbul Tuzla’da . “ Z.M.A. ( Zırhlı Muharebe Aracı ) “ cıların eğitimi Türkiye’de sadece orada veriliyor . Ben de üç ay boyunca Z.M.A. kulesi ile ilgili eğitim aldım . Biliyorsun , kuleciyim .”

“ Evet , biliyorum .”

“ Marmara denizine bakıyordu eğitim yaptığımız birlik . Daha da önemlisi , büyülü , gizemli şehir İstanbul’daydım . En önemli olan da ne , biliyor musun ?”

“ Ne ?”

“Ardımda kırık bir kalp , birkaç damla göz yaşı , derin bir hüzün ve masum bir sevgi bıraktım . En çok da bunun için üzülüyorum .”

“ Bir kız…”

Rıfat , Ahmet’in ne söyleyeceğinden emin bir tavırla sözünü kesti :

“ Evet , bir kız vardı . Beni çok sevmişti . Çarşı izinlerinde beraber gezerdik . Beni ziyarete gelir dururdu . Araya bayağı bir mesafe ve zaman dilimi gireceği için ayrılmak zorunda kaldık .”

“ Çok üzüldüm , Rıfat . Fakat bu durumda yapılacak en akıllıca şey de bu herhalde . İki kişinin de daha fazla ıstırap çekmemesi için , ilişkiye nokta koymak gerekiyor böyle durumlarda.”

“ İnsan kalbi ne kadar güçlü , değil mi Ahmet ?”

“Evet , öyle galiba . “

“Bunca ayrılığa , özleme , sevgi yoğunluğuna nasıl da kurşun geçirmez bir yelek gibi dayanıyor , değil mi ? İnsanı en derin , en sessiz , en hain ölümlerden koruyor .”

“ Herkesin kalbi bu kadar güçlü değildir Rıfat . Kimisi çok genç yaşta yaşamdan vazgeçiyor .”

“ Galiba haklısın . Bu arada saat kaç ?”


“ Saat şu anda dördü beş geçiyor . Daha elli beş dakikamız var .”


Ahmet ve Rıfat sorumluluk duygusu olan iki nöbetçi gibi davranmaya devam ediyor , gözlerini bir an olsun gözetleme sahalarından ayırmıyorlardı . Ancak Ahmet , gittikçe yoğunlaşan kar yağışının görüşü iyice engellemeye başladığı o anda , nöbet kulübesinin tam karşı tarafa ( gözetleme sahasının doğusuna ) bakan penceresinden kulübenin aşağı tarafını tümüyle , en ince ayrıntısına kadar görmeye çalışıyordu . Merakla Rıfat’a sordu :


“ Bugün bir tilkiyi yakından görebilir miyim ?”

“ Dikkatli bakarsan , görebilirsin . Burada bu mevsim tilki ve kurt kaynar . Soğukta yiyecek bulamadıkları zaman insana bile saldırırlar . Özellikle kurtlar çok tehlikelidir . Burada dolaşıp duran köpekler ve tazılar ise , tilkileri ve kurtları aşağıda bulunan evlere ve kışlaya ait tesislere yaklaştırmamak için uğraşırlar .”

Ahmet’in en çok görmek istediği iki hayvandan biriydi tilki . Çevik ve kurnaz bir hayvan olan tilkinin beyninin farklı çalıştığı söylentisi , onu büsbütün meraklandırmıştı . Çocuk masallarının değişmez hayvanlarından birisiydi tilki . Çocukluğunda dinlediği ya da okuduğu masallarda sık sık rastlamıştı bu hayvana . Görmek istediği bir diğer hayvan da kurttu Ahmet’in . Asil , cesur , acımasız , korkutucu görünümüyle , güçlü kalbinden gözlerine yansıyan karizmatik bakışlarıyla muhteşem bir hayvandı kurt . Kale bölgesinde nöbet tuttuğu bir gece , dondurucu bir soğukta devriye atarken , bir kurtla göz göze gelmişti . Kurt başını yukarıya doğru kaldırmış , uluyorken , Ahmet çapraz duruşta tüfeğiyle bekliyor , kurdun her hareketini dikkatle izliyordu . Sonra kalınlığı yarım metreyi aşan karı eze eze , yavaş adımlarla önünden geçip giden kurt , tepeden aşağıya doğru yavaşça inerek gözden kaybolmuştu . Gece kurdun gizemini örtmüş , fakat Ahmet bu gizemli hayvanı kısa süre de olsa görebilmişti…

Saat dördü yirmi geçiyordu . Yavaş yavaş fırtınaya dönüşen bir rüzgar esiyordu . Sabaha doğru adım adım yaklaşan gecenin sessizliğinde , rüzgarın ıslıkları yükseliyor , alçalıyor , sonra tekrar yükseliyor , sonra tekrar alçalıyordu . Dışarıda etkili bir kar fırtınası hüküm sürüyordu artık . Rıfat , Ahmet’e bir tilkiyi oldukça uzun ve kalın olan kuyruğundan tanıyabileceğini söylemişti .

On dakika sonra , güçlü kar fırtınasının etkisini gittikçe azaltan bir tipiye dönüştüğü bu kış gecesinde , Ahmet nöbet kulübesinin benzinliğe bakan penceresinden sol tarafa doğru baktığında, tipiden dolayı zor da olsa , oldukça uzun ve kalın bir kuyruğu olan siyaha yakın bir renge sahip bir hayvan gördü . Etrafını bir şahin dikkatiyle gözetleyen bu hayvan , bir hayli seri hareketlerle ilerliyordu . Ahmet bunun bir tilki olduğundan emindi . Görüşün zor olduğu bu zaman diliminde , hayvanın kafa yapısını ve burnunu seçebilmişti . Ahmet tipiye aldırmayarak nöbet kulübesinin kapısını yavaşça açtı . Silahını da yanına alarak , olabildiğince sessiz adımlarla nöbet kulübesinin benzinliğe bakan penceresinin önüne geçti . Yerden nöbet kulübesinin başladığı yüksekliğe kadar uzanan tel örgünün olduğu yere gelerek aşağıya doğru baktığında , tilkinin orada gizlenmekte olduğunu gördü . Tilki o dillere destan kurnazlığıyla gizlenilebilecek en iyi yere gizlenmeyi başarmıştı . Ahmet tilkiye doğru yönlendiğinde , silahının çıkardığı sesi duyan hayvan , inanılmaz derecede seri hareketlerle bir anda kaleye doğru çıkan yolun ortasına kadar koşmuştu . Biraz bekleyen hayvan – yakıt ikmali için olsa gerek – gelmekte olan bir aracın gürültüsünden ürkerek yine çok hızlı hareketlerle koşmaya devam etmiş , karanlığın içinde kaybolup gitmişti . Kurtla göz göze gelen Ahmet , tilkinin gözlerine bakamamış , tilkiyle göz göze gelememişti . Neydi bu çocukça isteğin nedeni ? Hayvanat bahçesinde göreceği hayvanları merak eden , sadece kitaplarda ve televizyonda gördüğü bu hayvanları canlı canlı görme isteğiyle yanıp tutuşan küçük bir çocuk gibi davranmasının ardında bir an için çocuk gibi hissetme , çocuk olma , çocuklaşma arzusundan daha derin , daha karmaşık bir anlam mı vardı ? Tilki , çevik ve kurnaz bir hayvandı . Oldukça süratliydi aynı zamanda . Ona yetişmek zordu . Yapacağı kurnazlıkların anlaşılmaması için gözlerini gizliyordu . Karşısındakiyle oyun oynuyordu . Ahmet bir süre düşündükten sonra , kendi kendine sordu :

“ Kendisini bırakın , gözlerini bile yakalatmamak için büyük uğraş veren bu esrarengiz hayvan , acaba farkına varmadan hayatın kendisine mi benziyordu ?..”


Paylaş
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Tilkiye mi benzer hayat ? Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Tilkiye mi benzer hayat ? yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
TİLKİYE Mİ BENZER HAYAT ? yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.