Kalbimin sesi...
Her iş çıkışı yorgunluktan şişen ayaklarımın üzerinde yürümekte zorlandığımdan merdivenlerin trabzanlarına tutuna tutuna üçüncü kattaki evimize çıktığımda salondaki tekli koltuğa kendimi atıp derin bir oh çektim.
Ben çıkarken çantasını arabada unuttuğunu fark ederek geri dönen eşim bir müddet sonra gelip tam karşımdaki koltuğa oturdu.Allahtan yemeğimizi dışarıda yiyipte gelmişiz.Bu halimle birde mutfakta uğraşacak gücüm yoktu.Yorgun ve gergin olmamın etkisiyle beynim zonkluyordu.Bir an da bütün duyularımı yitireceğimi sandım.Bacaklarımı dizlerimden kıvırarak göğsüme doğru çekip üzerine çenemi dayadığımda;
Kendimi,geçmişime giden bir zaman tünelinin içinde buldum.
Aynaya bakıp saçlarıma düşen aklara üzüldüğümü görüp,"Yıldız onlar yıldız...Boyama sakın" dediğinde alay ettiğini düşünerek daha çok üzülürdüm.Ben isterdim ki;"Ah canım...Çok çektirdim demi sana?.."dese, saçlarımın yine eskisi gibi kömür karasına dönüşüvereceklerini düşünürken,beklediğim sözü söylemediği gibi bir de yüzümdeki kırışıklıklar için,"Aaaa!dur bakayım,şurda yeni bir gamzen mi çıkmış ne?..." demesi yokmuydu...
Her şey bir yana,saçlarımdaki yıldızlara ,yüzümdeki gamzelerime bu gün olmazsa yarın mutlaka alışırdım da...Ya omuzlarımdaki sevda yobazlarına ne demeliydi? Aşktan,sevgiden,anlayıştan uzak ruhsuz bedenlere ne ad vermeliydi? Benim her şeyime bir ad, her sözüme mualif bir söz bulan, omuzlarımdaki yobazların karşısında hep sustu,hep sustu,hep sustu...
Bir kerecik demedi;"Siz karışmayın!..O, benim karım,eşim,canım,yoldaşım,sırdaşım..." demedi,hiçbir zaman da diyemedi.Sustu ve susmaya devam etti...
Bende dokuz kocalı Hürmüz gibi; Ailesinin her bir ferdinden duyduğum her sözü yuttum,yuttum ve yuttum...Ne dolmaz bir kabım varmış anlayamadım.Yuttuğum onca söz ve davranışlar nereye sığar? Nerede birikirler? Biriktiği yer dolunca ne olur? Neler olur?Bu kabın bir patlama noktası yok mudur? Diye de hiç düşünmezdim.Gelecek olan yeni sözlere yer açabilmek için mi bilmiyorum,bazen durup dururken ağlar,ağladıkca daha çok ağlamak ve kendi sesimden korkup susuncaya kadar bağırmak isterdim. Canım ne zaman isterse ağlayabilmek gibi bir yeteneğim olduğundan,Ağladığımı görüp;"Kış ortasında Nisan yağmurları...Bu pek hayra alamet değildir ama..."Diyerek yine her zamanki gibi dalga geçmesin diye genelde duşa girmeden önce ağlamayı tercih ederdim.Çünkü;yüzümdeki kızarıklığın sebebini sorduğunda ağzı var dili yok misali hep sabunu suçlardım.
En çok zoruma giden de; İş çıkışı doğru evime gelip,yere uzanarak ayaklarımı yüksek bir yere kaldırıp dinlenememek olurdu.
Var gücümle girdiğim zaman tünelinden çıkmaya çabalarken;Arkamdaki duvarda asılı olan saatin çıkardığı tik/tak seslerinin beynime balyoz gibi indiğini,duvarların üzerime üzerime geldiğini ve tavanın başıma yıkılacağını sanıp korktuğumda aldığım nefes ciğerlerime yetmez olmuştu.Kıvırdığım bacaklarımı, verdiğim ızdıraptan kurtarabilmek için ayaklarımı yere indirip başımı kaldırdığımda;Eşimin gözlerinde şimdiye kadar hiç görmediğim ve hiç duymadığım ,"Gitme lütfen"diye yalvaran bir bakış vardı.
Gördüğüm bakışlardaki yalvarış ve duyduğum sessiz çığlık, Bana; Yaşadığım an’a geri dönüp,şimdiye kadar bütün hücrelerimde biriktirmiş olduğum negatif enerjiyi dışarıya atarak, ayaklarımın üzerinde sağlam durmamı,ayrıca; Yıldızların görünmediği bir gökyüzüne bakacaksam ve Güneş’in sıcaklığını hissedemeyeceğim bir sabaha uyanacaksam susmamın hiç bir anlamı olmadığını hatırlattı.
Nasıl ki ben onun bakışlarından ne demek istediğini anlayabiliyorsam,onunda benim bakışlarımı anlayacağını düşünüp,buyur gözüm,meydan senin,konuş ve dök içini dedim.
Ölen birinin yakınına;Başın sağ olsun,üzülme demek,öleni nasıl geri getirmiyorsa,Gitme lütfen,kal demekte gideni durdurmaya yetmiyor."Ben artık da..." Sözümü bitirmeden başıma yıkılacağını sandığım tavan göz kapaklarımın üzerine yıkılmışcasına bakışlarım yere doğru kaydı ve beynimden gelen;Bırak sözlerin yarım kalsın. Bir gün tesadüfen de olsa karşılaşırsanız,mazeretin yarım kalan cümleni tamamlamak olsun diyen bir emirle gözlerim konuşmasını yarıda bırakınca sessizce yatak odasına doğru yürüyüp,sabahın olmasına az bir zaman kaldığı için üzerimdeki kıyafetlerimi çıkarıp pijamalarımı giymeye gerek duymadan karyolaya uzanıp gözlerimi tavana dikerek;Günün ilk ışıklarıyla birlikte evden çıkıp, sığınabileceğim,dalgası olmayan,en tenha,en sakin limanın neresi olabileceğini düşünürken, ağrıyan sol göğsümün üzerine elimi koyduğumda hissettiğim tik/tak ların beni çağırdığını;Benden sığ,benden geniş,benden tenha bir liman bulamazsın,halatını sağlam bağladığın sürece de dalgalarımdan korkma,tusunami yaratmam.Bana sığın,bana!...Diyen sesin verdiği huzurla göz kapaklarıma öyle bir ağırlık çöktü ki...
Güneş’in doğuşuna bile aldırış etmeden bebekler gibi uykuya daldım...
nerimank
01/10/2009
YORUMLAR
Nisan yağmurları
Çok güzel bir yazı olmuş kalbinizin sesi .
bir iki .... çok kez okudum .ve ağladım tıpkı senin Nisan Yağmurları gibi..
Tbrk ederim abla..
bir erkeğin eşini sahiplenebilmesi cok önemli.yazinizda pek cok duygu var:yalnizlik,caresizlik,bikmişlik,yitirdikleriniz...ve en önemlisi de sevgisizlik..
ve illaki de UMUT..
umut bir sihir gibi tüm kötü duygulari dağitir ve bir kadin, cok güclüdür;bazen ne derece güclü olduğunun farkinda olmasa bile GÜCLÜDÜR,YETER Kİ BU GÜCÜNÜ KULLANABİLSİN.