Hayallerin Kanatları
Köy meydanından,babadan kalma şapkasını avucunda bura bura; Kızgın bir boğayı andıran çatık kaşları ile hızlıca geçiverdi Salih. Yaydan fırlamış bir ok gibiydi. Sadece aklına hedefini kestirmiş,berisinde ki hiç bir şeyi umursamamıştı. Öyle ki babası kadar sevdiği,saygı duyduğu köyün ihtiyarlarından Süleyman Emmi’nin selamını dahi almamıştı. Arkasından ’Bre deyyusun oğlu,kısrak gibi ne bu acelen ? ’diye söylendi köyün muhtarı Şeref Emmi. Bir taraftan çayını yudumlayan köylülerden bağzıları ’ Kesin namus meselesi. Kızı yapmıştır yapacağını!’, ’ Gözlerine baksana,kan çanağı gibi. Bu yolun sonu hayır değil’, ’ İnşallah şeytana uymaz..’ gibi dedikodu ile karışık telkinde bulundular. Bu yorumların ardından kimse bir süre konuşmadı. Dikkatli bir şekilde Salih’i takip ettiler. Ta ki meydanın sonundaki iki katlı ahırdan bozma,tuğlaları birbiri üstünde zor duran eski metresi Hanife’nin evine varana kadar..
Salih kapıyı,mahkeme yargıçlarının tokmağını masaya vurduğu gibi yumrukluyordu. Her darbesi bir öncekinden daha sert daha sesli idi. Bütün köy bu ses ile inledi bir süre. Ama kapıyı açan olmadı. Titreyen elleriyle domates kırmızısı yüzünü ovuşturduktan sonra ’ Aç kapıyı Hanife!..’ diye bağırdı. ’Söyleyeceklerim var’ Yine ses gelmedi. Daha da hiddetlendi Salih ’ Aç ulan kapıyıı.. Açç..’ Artık köy meydanı meraklı bakışlarla dolmaya başlamıştı. Başta kahvehanede oturanlar olmak üzere, neredeyse bütün köy ayaktaydı . Salih ise çevresindekilere hiç aldırmıyordu. Eski metresi Hanife’ye ulaşmalıydı. Git gide daha da öfkeleniyor,soluduğu havayı bir ateş yumağı gibi kusuyordu. Gözleri kanın alına boyanmış,insanlık namına ne varsa hepsini gözünün akında bırakmıştı sanki. Kükreyen bir aslan gibiydi. Durulmuyordu. Çenesinin var gücüyle sıktı dişlerini. Kapıyı yumruklamasından bir sonuç alamayınca siyah,deriden bir ayakkabı giydirdiği ayakları ile vurmaya başladı. Deli gibi bağırıyordu ’ Her şeyi biliyorum. Aç kapıyııı açç..’ .Bir anda duruldu. Herkesin meraklı ve şaşkın bakışları karşısında gömleğinin açık düğmesinden beliren göğüsüne götürdü elini.Derin bir soluk aldı. İkinci denemesinde nefesi yetmedi. Sırtını az önceden beri hırpaladığı kapıya dayadı. Kalabalığı yeni fark etmişti. Ama hiç bir şey düşünecek durumda değildi. Suratını ekşiltti. Nefes almaya çalıştığı belliydi. Son kez,boş gözlerle anlamsız bir şekilde bakındı çevresine. Gözleri,bitmek üzere olan bir mum gibi titredikten sonra yavaşca söndü. Bir ayıyı andıran cüssesi, sırtını dayadığı kapıyı yalayarak yere yığıldı. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Kalabalığı delip geçen bir kaç kişi Salih’in bir kilim gibi yere serilmiş bedeninin yanına vardılar. Bütün gözler,onlardan gelecek bir cümleyi bekliyordu. Derin bir sessizlik beliriverdi bir anda. Tatlı tatlı esen rüzgarın savurduğu kuru yaprakların sesi dahi duyuluyordu. Oldukça rahatsızlık verici bir durumdu bu. Bir anda ’Doktorr!..’ diye bağıran bir ses bütün bu sessizliği delip geçti. ’Yardım etsenizee.Doktor çağırın.’ Az önce kontrol için Salih’in yanına giden köylülerden biri söylemişti bunu. Kalabalık bir anda telaşa büründü. Köyde bulunan tek doktor çağırılmalıydı. Güneş’in göğü terk etmeye hazırlandığı bu vakitte doktorun vazifesini tamamlayıp evine varmış olması lazımdı.Köylülerden 4 tanesi onu çağırmak için yılan gibi kıvrılan köyün sokaklarına attılar kendilerini..
Masmavi,ışıl ışıl gözlerini gül yüzlü anasından ayırmıyordu Zeynep. Anası ise,elinde ipi geçirilmiş iğnesi ile kızının okul gömleğinde ki sökülmüş olan bir düğmeyi dikiyordu. Zeynep meraklı gözlerini anasının nakış ile uğraşan ellerine dikdikten sonra,oldukça çocukça bir merak ile ’ Hala bitmedimi ana ? ’ Diye sordu. ’ Ne uzun işmiş bu..’ Anası ’Sabır et be kızım,az kaldı. Bir daha sökülmesin diye kat kat geçiriyorum ipi..’ Zeynep sıkıldığını belli etmek istercesine derin bir iç çekti ’ Ah be ana,ne gerek var sanki. Ben bir daha düşürmem düğmemi,dikkat ederim.’ Anası gözünü kızının gömleğinden ayırmadan; ’ Olsun,güzel yüzlü kızım benim,olsun. Ben tedbirimi alayım gene’ dedi Birden yüzünde derin bir hüzün belirdi Hatice Kadının. Yanağından tane tane göz yaşı süzülüyordu. Namaz eteğinin kenarı ile gözünün yaşını sildikten sonra ’Bak bitti işte güzel kızım,al.’ Zeynep,anasının yüzüne baktığında farkedebilmişti ağladığını. Buruk bir merak ile ’ Ana,niye ağlıyorsun ? ’ diye sordu. Hatice Kadın sevgi dolu gözlerle baktı kızının yüzüne. ’ Ah benim güzel yüzlü kızım,ahh kokusuna kurbağan olduğum. Ağlarım tabi. Anayım ben. Bak kocaman oldun,okulun bitecek yakında. Uçacaksın yuvandan kuşlar gibi. Sen benim tek gülümdün. Şimdi başka bahçelerde açacaksın. Yüreğim dayanmıyor buna. Ağlıyorum işte..’ Bir şey söyleme gereği duymamıştı Zeynep. Hayallerinin zirvesinde ki bir düştü hep yuvadan uçmak. Onun gözünde kurtuluştu kocaman,kalabalık şehirler. Köy onun için büyük bir engeldi. Hayatını burada geçiremezdi.. Sadece sarıldı anasına. Sırtını sıvazlamakla yetindi..
Yeterince mal varlığı olan bir ailenin tek erkek çocuğuydu Salih. Zekiydi. Çalışmayı severdi. Gençliğinden beri kendi parasını hep kendisi kazanmıştı. Limiti olmayan bir hırs vardı yüreğinde. Aşamayacağı dağ,geçemeyeceği deniz yoktu. Bir şeyi yapmak istediyse,yapardı. Yüreğini bürüyen bu hırsı onu hayatı boyunca olumlu,olumsuz hep etkilemişti. Ama hep olumsuzluklarını taşımıştı sırtında. Bükmüştü belini,keşkeleriyle dolu bir çuval. Gençliğinde aldığı bütün kararlar,attığı bütün adımlar; Deli dolu cesaretinin,arsız isteklerinin ürünü idi. Köyden ayrıldığında, kafesinden kaçmış bir kuş gibi kendisini sersemleten,gözlerini kamaştıran özgürlüğü; Temeli sağlam olmayan hayellerinin inşaasına başlatmıştı kendisini. Kazandığı parayı şehir denen yerin gecelerinde,boynuna sarılan her dilberin kucağında harcıyordu. Ne yaptığını bilmeyen,rotası belli olmayan bir gemi gibi denizin dalgası nereye savurursa oda oraya savruluyordu. Ta ki aynanın karşısına geçtiğinde saçına düşen ilk akı görene kadar... Vücudu ilk kez bu kadar büyük bir korkuyla titremiş,gözlerini ilk kez böyle bir çaresizlik bürümüştü. Gençliğinden miras kalan güçlü ellerini saçlarına götürdüğünde ’ Yıllar, rengimden çalmaya başlamışsın’ diye mırıldandı. Artık düşüncesine,yaşadıkları çiseleyen yağmur taneleri gibi bir bir düşmeye başlamıştı. Dününü ilk kez sorguluyordu. ’Ne yaptım ben?’ diye cevabı en acı bir isot gibi yüreğini yakan bu soruyu sordu titreyen dudakları. O an anlamıştı geride hiç bir şeyinin olmadığını. Ne parası,ne dostu vardı. Yalnızdı. Çok kez sağlamlığından,çevresinde ki dost sandığı yüreklerin samimiliği kadar emin olduğu dallara konmuştu yurtsuz bir kuş gibi. Yanılmıştı. Konduğu her dalın çatlaklarını yeni yeni fark ediyordu. Suskunca aynaya baktı dolu gözleri. Yüzünü okşuyordu. Gözünün altında,yollarda ki çatlaklar gibi beliren kırışıklıkların üzerinde gezdirdi parmaklarını. Babası geldi aklına o anda. Çocukluğunun kahramanı olan o adam.. Onun çöküşü,hızlıca sarılan bir video gibi gözünün önünden geçti. Zamanın çanları çalmaya başlamıştı Salih için. Gençliği boyunca sırtını sıvazlayan rüzgar,şimdi attığı her adımının zıttı yönünde esecekti. Öyle düşünüyordu. Şehir, en sarhoş şekilde özgür olduğu bu yer; Parmaklıkları göğü delen bir mapushane gibi boğuyordu onu şimdi,sıkılıyordu yüreği. Uzun yıllar aklının ucundan geçmeyen memleketi,bir anda cennet gibi beliriverdi düşüncesinde. Oraya gitmeliydi. Hayatını,düşüncelerini çalar bir saat gibi yeniden kuracağı memleketine dönme kararını o akşam,bu şekilde vermiş idi..
Güneş mızrağın ucuna takılmış gibi duruyordu gökte. Tam öğle vaktiydi. Salih iki katlı ahşap bir evin giriş katında ki köyün kahvehanesine girdi. ’Destur var mı ağalar’ ’Destur senindir ağam’ Her zaman ki yerine oturdu.Büyük bir salonu andıran görüntüsü ile oldukça ferah bir yerdi burası. Duvarın iki yanında bulunan camların önünde ki rengarenk çiçeklerden gelen tatlı koku hiç eksik olmuyordu. Giriş kapısının hemen karşısında,sağ tarafta oldukça küçük; Bir o kadar da kullanışlı olan mutfak yer alıyordu. Tavşan kanı çaylar orada demleniyor, ciğerlerin tıpaçı nargileler orada hazırlanıyordu. Kahvehanenin sahibi Hüseyin’in aile yadigarı olan yeniçeri kılıcı,hemen mutfak girişinde ki duvarda asılıydı. Kılıcın kılıfında ki desenin inceliği hemen hemen herkesin dikkatini en az bir kere çekmiş idi..
Masaya oturduğunda,bir süre düşünceli gözlerle o kılıca baktı Salih. Birden irkildi. Arar gözlerle sağa sola bakındı. Çocukluk arkadaşı Hasan’ı arıyordu. Bütün masaları iki kez süzmesine rağmen görememişti onu. Yanında ki masaya sordu ’Hasan uğradımı bugün buraya ?’ Çayını yudumlayan köylü ’Az önce çıktı Ağam. Gelecekmiş.’ diye cevap verdi.Salih beklemeye koyuldu. Kısa bir süre sonra meydanın ortasında beliriverdi Hasan. Kısa ayağından ötürü topallaya topallaya yürüyordu. Kahvehaneye girdi. Hemen gözüne Salih Ağa ilişti. İkisinin önceden anlaştığı belliydi. Kucaklaştılar.Salih Ağa ’ Buyur Hasan Ağa’ diyerek masaya davet etti Hasan’ı. Bir süre muhabbet ettiler. Salih’in söyleyecek önemli bir şeyinin olduğu belliydi. Lafı sürekli döndürüyor,boğazına düğümlenen cümlesi için uygun bir giriş arıyordu. ’Uzun zamandır düşünüyorum’ diye başladı sözüne. ’ Benim kızı biliyorsun. Yaşını başını aldı; Genç kız oldu. Okuluda bitiyor..’ Sustu. Soğuk terler dökmeye başlamıştı. Sanki arkasından bir sırtına bıçak dayamış,zorla söylettiriyordu bu sözleri ona. Eliyle,tamamı aklaşmış saçlarını yana yatırdı; Gömleğinin cebinde ki mendil ile terini sildi. Devam etti; ’Söyleyeceğim o ki Hasan, ben senin oğlanla benim kızı evermek istiyorum.’ dedi. Hasan şaşkınlığını gizlemeye çalışsada gözlerinden her şey okunuyordu. Beklemediği bir teklifti bu. Salih’in kızı Zeynep kendi oğlundan yaşca çok küçüktü. Aralarında neredeyse on iki yaş vardı. Bu mevzuyu bir iki kere düşünmüş olsada,doğru bulmamıştı. Ama bu sefer durum farklıydı. Yediği bir şeyi miğdesine indiriyormuş gibi yutkundu; ’Olur mu,bilmem ki. Benim oğlan Zeynep’ten yaşca çok büyük. Kardeşi gibi görür onu. Hem Zeynep,kabul eder mi ?’ ’Ona soran kim’ Diye terslendi Salih ’ Ben ne dersem o olur’ Bunun üzerine mahçup bir tavır takındı Hasan. Bu everme işi onunda işine geliyordu çünkü. Oğlu otuz yaşına varmıştı. Onun için uzun zamandır bir gelin arıyordu. Şimdi ise fırsat ayağına kadar gelmişti. Geri çeviremezdi. ’ Öyle diyorsan.. Ben bir konuşayım benim oğlanla. Akşam burada ol gene. Haber ederim sana.’ dedi. Salih ’Tamam,görüşürüz akşama. Allah’a emanet ol’ diye karşılık verdi. Hüseyin ’Eyvallah’ diyerek eliyle göğsünün soluna vurdu,ayrıldı kahvehaneden..
Devam Edecek..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.