25
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
4480
Okunma
Biz sanatçılar hassasızdır. Aynı zamanda duyguluyuzdur. Eğer alıngan yanımız tutarsa, mutlaka o an cereyan eden olayda, zikredilen konuda veya davranışta olumsuzluk sezmişizdir. İfadelerimiz nettir ve hep doğrudan ve estetikten yana olmuşuzdur. Belki yüklendiğimiz rolden dolayı en kaba yanımızla karşınıza çıkmış ve tepkinize sebep olmuşuzdur ama normal hayatta sizi yanıltmışızdır. Sanat alanında bilhassa oyunculuk, öyle görüldüğü gibi kolay değil. Tiyatroda sahneye çıkarsınız, başlarsınız oynamaya. En ufak bir hatanızı bile seyirciyle istemeseniz de paylaşırsınız. Zira sahnedeyken hatayı düzeltmenin imkanı yoktur. Yaptığınız veya konuştuğunuz her şey, namludan çıkan mermi gibi adres sormadan hedefe gider ve geri gelmez.
Film setlerinde tekrar üstüne tekrar rolünüzü yapmak durumundasınız. Geneliniz çekilir, yakınınız çekilir, detayınız çekilir vesaire vesaire. Bir de bunlara hatalardan dolayı yeniden çekmeleri de katarsanız varın siz düşünün artık.
Sanat camiasında insanlar tanırsınız. Kimileri yüreğinizde yer eder, kimileri belleğinizde. Kimilerini olumlu, kimilerini olumsuz anarsınız. O sizin kişisel görüşünüzün ve insanlara bakış açınızın size aldırdığı bir karardır. Yaşadığınız olayların da bu kararınızda mutlaka ki etkisi olur.
Benim de andığım güzel insanlardan biriydi Nihat Nikerel. O, benim ağabeyim. Can ağabeyim. Nihat ağabeyimle çok fazla projelerde çalışmadık ama birbirimizi sevmiştik.
İlk karşılaşmamız çok enteresandı:
İsmail Güneş hocamız TRT için "Kimsesiz Zaman Tasvirleri" adlı bir film çekiyordu ve sanırım dört yıl önceydi. Benim sahnem Nihat ağabeyimle birlikteydi. Yani ben onun partneriydim. Kostüm kamyonunda hazırlanmakta olduğum bir sırada Nihat abi geldi. O sırada ben yarı giyinmiş vaziyetteydim. Kamyonun açık kapısından ben yukarıda, kendisi aşağıda karşılaştık. Selamlaştığımızda ikimiz de sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi birbirimize sıcak ve samimi davrandık. Bunun üzerine ben hemen kamyondan aşağı atladım ve Nihat ağabeyle tokalaşıp sarıldık birbirimize. İnanılmaz derecede sıcak ve samimiydik. Nihat abi kostümlerini giymek üzere kamyona çıkarken ben aşağıda ve sohbet ediyoruz. O zaman ne konuştuk hatırlamıyorum ama Nihat abi giyinip aşağı indiğinde bana; "ya Kadir biz seninle daha önce tanışıyorduk, değil mi?" dedi. Ben de daha önce hiç tanışmadığımız halde tereddütsüz, "evet" dedim. Bu sırada Nihat abi bana "nereden tanışıyoruz?" der gibi bakınca ben de; "kalubeladan beri tanışıyoruz Nihat abi, yeri ve zamanı önemli mi?" dedim. Bunun üzerini o güzel insan, canım ağabeyim tekrar bana sarıldı ve birlikte çekim yerine gittik. O günden sonra Nihat abi adam gibi adamlığıyla karşımdaydı.
Yapım şirketinde oturduğumuz bir sırada artık beni ne kadar incelediyse, birden; "ya Kadir sen çok iyi resim veriyorsun ya..." dedi. Hepimiz kendisine bakınca, döndü Nazif hocaya (Yönetmen Hazif Tunç); "öyle değil mi Nazif? Dikkat ettin mi? Kadir gerçekten güzel resim veriyor" dedi. O an beni görmeliydiniz. Gökkuşağına dönmüşümdür herhalde. Zira o güzel insan yüreğinin güzelliğini yansıtmıştı ama beni de mahcup etmişti.
Bir şiirde şair mealen; "Güzel İnsanlar Güzel Atlara Binip Gittiler" demişti. Fatihalarımızla, dualarımızla, aminlerimizle ve kendi ellerimizle yolcu ettiğimiz o ak alnı öpülesi Nihat ağabey artık aramızda değil ama verdiği hizmet ve bıraktığı eserleriyle hep ama hep yüreğimizde yaşayacaktır.
Canım ağabeyim, ruhun şad, kabrin nur, mekanın cennet ve peygamber mihmandarın olsun. (amin).
k.t.