- 573 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANTRASİT LALELER
ANTRASİT LALELER
Arkasından “İki ay sonra yine bekleriz.” edasıyla el salladığımız hafta, bayram haftasıydı ve sırtımda taşıdığım kelimeler bir türlü dökülmek istemediler beyaz ekrana. “Vardır bunda da bir hayır.” deyip varmadım fazla üzerlerine. Böylece bayram tatilinden kelimelerimde nasiplenmiş oldular. Fakat cümlelerimin yan gelip yatmalarının da bir yaptırımı olmalıydı elbet. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Benim, siz pek kıymetli okurlara olan ahvalimi yazarlar ne de olsa iyi ya da kötü. Ee tek ayak üstünde durma cezası da veremeyeceğime göre, en iyisi mi bu hafta biraz uzunca bir yazıya can versinler benim tembel, serseri kelimelerim.
İlk olarak bayram sabahından ve akşamındaki İstanbul Büyükşehir Belediye maçımızdan kısaca bahsetmek isterim pek sabırlı okur. Ailecek ağız tadıyla bayram kahvaltısı yapmak için toplandığımız mutfağın penceresine takıldı gözlerim. Annemin camın önüne serpiştirdiği ekmek parçacıklarından paylarına düşeni alan güvercin ahalisi bayramlaşır gibiydi sanki bizimle çıkardıkları enstrümantal sesleriyle.
Kahvaltı sonrası bayram ziyaretlerimizin haritası çizildi canım aile bireylerim tarafından ve son derece adilce bir kararla aile büyüklerim kabirlere yönelirken, benim de payıma mabedimizi ziyaret etmek, takımımızla ve tribün halkıyla bayramlaşmak düştü.
Aslında bu maça dair yazılacak fazla da bir şey yok hani, dakikaların 34 ile tokalaşmaları dışında. Hakem lehimize frikik düdüğünü üflediğinde atışın gol olacağı içime doğmuşçasına iddiaya girme cesaretinde bulundum yanımdaki can dostlarla. O frikiği değil Vederson, Güiza bile kullansaydı yine gol olurdu. Bazı pozisyonlar olur ya sonucu önceden belli olan, işte öyle bir pozisyondu 34’deki frikiğimiz.
Maç bu golle ve s.o.s. veren futbolumuzla bitince, asla tasvip edemeyeceğim bazı homurdanmalar ve ıslıklamalar duyuldu tribünlerden kutsal çubukluya yönelik. Belli ki, bir memnuniyetsizlik var ortada. Zaten gördüğüm kadarıyla stat çıkışı neredeyse herkesin suratı mahkeme duvarından tuğla çalar gibiydi. Kazanılan 3 puan sarı-laci yüreklere su serpse de “İstemem yan cebime koy” cinsindendi.
Midesinde iki haftayı biriktiren bu yazı finale yaklaşırken birazda “Acaba hangi maçta giyecekler?” diye tatlı ve haklı beklentiler içine girdiğimiz Antrasit Arma-2009 formamızın ilk kez görücüye çıktığı Antalyaspor maçımızın kulaklarını çınlatayım istiyorum sabrınıza hayran olduğum pek değerli okur. Endüstriyel futbolun neredeyse tam göbeği diye tabir edebileceğimiz ve kamp cenneti olan kentin stadına şu buruşuk zemin hiç yakışıyor mu? Tanrı aşkına siz söyleyin. Oysa bir de otellerdeki futbol sahalarının zeminlerine bakın. Ne kadar körpe, ne kadar yakışıklı çimlerden oluşuyorlar öyle değil mi?
İstanbul Büyükşehir Belediye maç mağduru Kazım’ın hırslı ve istekli futbolunu bir de gol ile süslemesi, kendisine gönül koyanlara en güzel cevabı oldu şüphesiz. Ali Zituni’nin estetik kafa vuruşundan yediğimiz beraberlik golünü bir yana bırakırsak; sahada yine kötü futbol vardı bize dair. Tam 3 topumuzun direkte patladığı, Güiza’nın gol kaçırma gribine yakalandığı ve bir de yine tüyü bitmemiş penaltımızın gasp edildiği maçtan son dakika Semih golüyle galip ayrılıyorsak, öpüp başımızın üstüne koymalıyız bence bu 3 puanı.
Farkındayım, oynanan futbol tat vermiyor, göz zevklerimize hitap etmiyor fakat bardağın bir de dolu tarafı var. Takımımız kötü oynasa da haftalar ilerledikçe 3 puanları firesiz bir şekilde toplamayı sürdürüyor. Maç kazanma içgüdümüz gelişti en azından. Unutmayalım ki güzel futbol oynayana değil, gol atıp galip gelebilene verilir 3 puan. Takımımızı eleştirirken lütfen geçen sezonki ilk 7 haftalık periyodu göz önünde bulunduralım. Takım nerelerden nerelere geldi. En önemlisi oyuncularımız artık formalarını doğru orantılı bir şekilde ıslatıyorlar, yani savaşıyorlar hiç değilse. Bu nahoş futbol sezon boyu sürecek değil elbet.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.