- 1272 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
VERTİGO ETKİSİ
“Vertigo” derken genel bir terim anlamında kullanılan vertigodan değil , bir tıp terimi olan vertigodan söz ediyorum . Labirentit , iç kulak iltihabı , “meniere” hastalığı gibi durumlarda ya da korkuya bağlı olarak ortaya çıkan baş dönmesine verilen isim olan vertigodan bahsediyorum .
Anlatmak istediğim şeyleri anlatmaya çalışırken , sinema tarihinde önemli bir yer edinmiş , 1958 yapımı bir psikolojik gerilim filminden yardım alacağım : Vertigo . Kanımca yönetmen Alfred Hitchcock’un en büyük ve en güçlü filmi olan Vertigo , aynı zamanda sinema tarihinin de en iyi psikolojik gerilimidir . Filmin baş karakteri San Francisco polislerinden Dedektif Scottie Ferguson , bir suçluyu kovalarken damdan düşen ortağını kurtaramaz ve kendisinde yükseklik korkusu başlar . Ne zaman yüksek bir yere çıksa , yükseklik korkusuna bağlı vertigo görülür kendisinde . Tabii ki , burada filmle ilgili derinlemesine bir çözümleme yapmayacağım, ama filmin bana göre anlatmak istediği ve bana ilham kaynağı olan temel gerçeklerden söz edeceğim : Aslında film boyunca başı dönen , talihsiz karakterimiz Scottie Ferguson’un baş dönmesi , sadece yükseklik korkusundan kaynaklanmıyor . Yaşadığı gizemli ve inanılmaz olaylar ve bunun yanında filmin kadın baş karakteri Judy Barton ile yaşadığı aşk onun sadece başını döndürmekle kalmıyor ; aynı zamanda akıl sağlığını da tehdit ediyor . Bir süre psikolojik tedavi görüyor Scottie . Lâkin akıl sağlığını yeniden kazanması ; karmaşık olay örgüsünün çözülmesi ve kendisine büyük bir aşkla bağlandığı Judy Barton’u , yani aşkı kaybetmesiyle mümkün oluyor ancak . Aslında Hitchcock’un kamerasından büyük bir ustalıkla bizlere yansıyan bu görüntüler , hayatla ilgili çok derin gerçekliklere yaklaştırıyor bizi : İnsan bazen hayatta öylesine gizemli , öylesine karmaşık durumlarla karşı karşıya geliyor ki ; hapsolduğu labirentin içerisinden çıkamıyor , yaşadıkları başını döndürüyor , üzerinde vertigo etkisi yaratıyor . Hele hele bu olayların içerisine gizlenmiş büyük ve derin bir aşk da varsa , ortaya çıkan vertigo etkisini varın siz düşünün ! Aşkın Shakespeare’in ifadesiyle insanı kör eden etkisi üzerine değil , bence “vertigo” etkisi üzerine konuşmak lazım gelir . Beyinle ilgili olarak yapılan son araştırmalar , aşık olan bir insanın muhakeme gücünün önemli ölçüde zayıfladığını , hatta kaybolduğunu gösteriyor . Yani aşkın beyin üzerinde olumsuz , hatta tehlikeli olabilecek etkileri olduğu konusunda birleşiyor çoğu bilim adamı . Bu bazı bilimsel saptamaların ve başından beri sözünü ettiğim sinema şaheserinin ötesine geçmek istiyorum şimdi : 21.yüzyılda yaşayan insanlar olarak bizlerin , daha doğrusu çoğunluğun yaşam tarzımızda radikal değişiklikler yapmamız gerektiğini düşünüyorum . Bilinçsiz , akıldan yoksun , duygularının esiri olmuş insanların hayatın içinde çok zor durumlara düştüklerini ve yaşadıkları derin üzüntülerle ruhsal açıdan çok yıprandıklarını görmüşsünüzdür . Bilginin ve aklın giderek daha çok önem kazandığı günümüzde insanların buna uygun bir yaşam tarzını hâlâ benimseyemediklerini belirtmeliyim . Küreselleşme , bilgi toplumu yerine , bilinçsizce tüketen ve daha da önemlisi bilinçsizce yaşayan bir insan topluluğu yaratmış gibi gözüküyor . Oysa bu toplumsal değişimlerin yarattığı vertigo etkisi , giderek daha çok insan için bilimin ve sanatın gücüyle azaltılabilir bir etki hâline gelebilir . Yeter ki , çeşitli insanların veya çeşitli şirketlerin ürün pazarlama stratejilerinden çok , bilimin ve sanatın çığlıklarına kulak verelim . Peki , sürekli bir denge hâli içerisinde mi olacağız ? Demek istediğim bu değil aslında . Sadece daha bilinçli , daha akılcı ,
daha az duygusal , daha az romantik bir yaşam tarzından bahsediyorum . Daha az vertigo yaşadığımız , daha az üzüldüğümüz ve yıprandığımız bir hayatı hayal ediyorum . Ben kendi adıma böyle yaşıyorum . Tabii ki , tatlı bir yağmur yağarken , hasta olma pahasına yağmurun altında yürüyüp o eşsiz toprak kokusunu içimize çekeceğiz ; elbette dışarıda kar yağarken evde oturmak yerine , çıkıp yağan kar tanelerini tenimizde hissedeceğiz . Ama hayatı sürekli ondan bir şeyler almamız gereken bir şey olarak , büyük bir düşman olarak görmenin yanlış olduğunu , hayatı istediğimiz her şeyi yapabileceğimiz sonsuz bir özgürlük alanı olarak görmenin yanlışlığını anlatmak istiyorum . Bize bahşedilen “öngörü” yeteneği sayesinde bazı olayların sonunu görebileceğimizi , hayatı “yaşa ve gör !” ya da “dene ve gör !” şeklinde bir deneme tahtası gibi görmenin ne kadar yanlış olduğunu , bu anlayışın bize ne kadar acı verdiğini anlatmaya çalışıyorum . İşte bu hastalıklı düşüncelerimizden sıyrılıp , içimizdeki o sonsuz heyecanın ve ateşin birazını da dünya için çalışmak ve onu değiştirmek için kullanırsak , daha mutlu olacağımızı söylemek istiyorum . Aşkın bile o Shakespearevari romantikliğinden sıyrılıp , sadece bir duygu birlikteliği olmaktan çıkmasını , hem duygu , hem düşünce yani hem kalp , hem akıl birlikteliği olmasını istiyorum . Tabii ki , herkes aşkı istediği gibi yaşar , ama beni çok üzen bir aşka ben “aşk” demem , o olsa olsa acının en saf hâlidir . Duyguların ve düşüncelerin çoğu kez ortak bir paydada toplandığı bir ilişki , benim için “gerçek aşkı” ifade eder…
Düşüncelerim bende “vertigo” etkisi yaratmadan önce , bu zihinsel gerçeklikten çıkıyorum ve insanoğlunun gerçeğe uzanan yolculuğunda daha az “vertigo”
hastalığına yakalanmasını diliyorum…